Mavi Melek – Der Blaue Engel

posted in: Sinema Tarihi | 0

Mavi Melek – Der Blaue Engel

Sinema tarihine damga vuran filmler serisi.

Sesli Sinemanın başlangıcı 1930 ve 1960 dönemi.

“Mavi Melek = Der Blaue Engel – 1930”

Yönetmen: Josef von Sternberg, Senaryo: Robert Liebmann, Karl Zuckmayer, Karl Vollmoeller, Görüntü: Günther Rittau, Hans Scheeberger, Müzik: Frederic Hollander, Otto Hunte, Emil Hasler,  Oyuncular: Emil Jannings, Marlen Dietrich, Kurt Gerron

Süre: 98 dakika

Menşe: Almanya.

Sessiz sinemanın etkisini tümüyle yetirdiği bir dönemin başlangıcında çekilen bu Alman filmi İngiltere ve özellikle Amerika’da büyük yankılar uyandırmıştır.

Ünlü yazar  Heinrich Mann’ın romanından uyarlama olan bu film o sıralarda ABD’de yaşayan ve Alman Kara Film’lerinin Amerika’daki ilk uygulamalarını gerçekleştiren yönetmen Sternberg’e memleketinden gelen bir öneri olarak sunuldu.

Mavi Melek Projesi için düşünülen isimler, filmin de büyük ölçüde başarısını borçlu olduğu müthiş oyuncu Emil Jannings ve Brigitte Helm idi. Almanya’ya giden Sternberg orada 30’lu yaşlarına merdiven dayamış ve oynadığı filmlerle henüz başarıyı yakalayamamış olan Marlene Dietrich ile tanıştı ve erkekleri etkileyerek yok edişe sürükleyen vamp kadın Lola-Lola rolünü büyük bir sürpriz yaparak ona verdi. İkilinin yedi yıl sürecek olan duygusal beraberlikleri de böylece başlamış oldu.

Saplantılı bir aşk ve buna bağlı bir yok oluş hikayesini anlatan filmin konusu ise kısaca şöyledir; bir gece kulübünde şarkı söyleyen Lola-Lola  Profesör Unrat ile tanışır ve onun saygın kişiliğinden etkilenerek bir nevi hami olarak algılarken Profesör Unrat Lola-Lola’ya şehvetli bir aşk ile bağlanacaktır.

Bir aşk ve baştan çıkarma öyküsünün anlatıldığı filmin sonunda Unrat tüm bu saygın kişiliğini ayaklar altına alarak kaçınılmaz bir yok oluşa sürüklenecektir.

Alman sinemasının o dönemlerde çok düşkün olduğu düşüş, yok oluş ve mazoşizm temalarını  işleyen bu filmin kostüm ve dekorları da çok başarılıdır. Müzikleri ise tüm dünyayı dolaşmış ve hala günümüzde de dinlenmektedir. Dietrich’in erkeğin cinselliğinin kullanılarak aşağılanmasına aldırmayan femme fatale rolü sinemayı yıllar boyu etkilemiştir.

Mavi-Melek-1

Belgesel Filmler ve Türleri

posted in: Senaryo | 0

Belgesel Filmler

Belgesel senaryoları da kurmaca uzun- kısa metraj film senaryolarında kullanılan ana kurallara dayanarak yazılır ama belgesellerin doğalarından gelen kendilerine has bazı farklılıkları vardır.

Belgesel Filmler kurmaca olmayan gerçeklere dayanır; gerçek olaylar, gerçek duygular, gerçek insanlar, kültürler anlatılır. Belgesel senaryoları daha esnektir, kurmaca film senaryolarının yazımında kullanılan izleyicinin tüm ilgisini yakalamak amacıyla tasarlanmış sıkı kurallar, ön kabuller, belgesel senaryolarında yoktur. Bir belgesel kalbinde o filmi yapmanın amacı olan bir mesaj taşımakla beraber gerçek dünyada geçerli olan kurallara uyar.

Birçok belgeselciye göre belgesel yapımı kendinden gelişen organik bir prosestir ve filmci olayları yaşarken filmini yapar. Özellikle filmci kendi kontrolu dışında cereyan eden olayları – siyasi miting, kalkışma, protesto, gösteri, doğa olayı vs gibi – kaydediyorsa elindeki yazılı metnin –eğer varsa- pek değer taşımayacağı iddia edilir.

Önceden yazılmış bir senaryo, iyi bir film ile kötü bir film arasındaki farkı yaratan ana etkendir diye düşünmekte yarar vardır. Senaryo bir yolculuğu çıkarken yanınıza aldığınız haritaya benzer; yolculuk esnasında karşılaşacağınız engelleri, sürprizleri aşmak için kullanılır. Yaptığınız çalışmaları birleştirerek hikâyeyi oluşturur ve bazen sapılacak ikinci veya üçüncü bir yol olduğunu göstererek yazarı yolculuk boyunca kaybolmaktan korur.

Senaryo sorunsalının ardından şöyle bir soru da sorabiliriz; Belgesellerin doğru olması gerekir mi?

Gerçeğin, bilginin veya gerçekliğin ne olduğu konusunda hemfikir olamadığımızdan, belgesel film yapımcılarının bu konudaki tercihleri değişik olabilir.

Bu bağlamda sinema kuramcıları Belgesel Filmleri türlere ayırarak sorunsalı çözmeyi tercih etmişlerdir.

Belgesel film yapımcılarının gerçeği iletmek için kullandıkları yönteme göre belgeselleri altı alt türe kategorize etmek mümkündür.

Şiirsel Belgesel

Bu Belgesel Filmler ‘de bir hikâyeyi oluşturmak için geleneksel olarak kullanılan doğrusal hikâye akışı terk edilmiştir. Mekânsal özellikler, ritim, tempo, akış tonu gibi özelliklerden yararlanılarak görüntüler arasında bağlantı kurularak hikâye anlatılır.

Açıklayıcı Belgesel

İlk kez 1920’lerde şiirsel belgeselle birlikte ortaya çıkan bir türdür. İzleyiciye sunulacak belirli bir argüman veya bakış açısı çerçevesinde ilerler. Genel olarak, yukardan bakan otoriter bir sestir. Anlatılanın gerçekten doğru olduğunu kanıtlayan görüntülerle hikâye izleyiciye taşınır.

Propaganda belgeselleri bu türe örnek gösterilebilir.

Gözlemsel Belgesel

“Cinema Verite – Gerçekçi Sinema” hareketi tarafından desteklenen bir Belgesel Film türüdür.  Kameranın konularını kesintisiz olarak yakalamasına izin vererek gerçeği gözlemleyen ve izleyiciye aktaran bir türdür. 

Katılımcı Belgesel

Her etkinin bir tepkisi vardır. Doğrudan Sinema’nın müdahale etmeden gözlem tarzı ile hikâye aktarımı ortaya çıkınca, tam tersi bir duyarlılık da ortaya çıktı. Katılımcı belgesellerde film yapımcısı, denekler ile röportaj yaparak izleyici de hikâyeye katılmaya davet eder.

Refleksif Belgesel

Alt türlerin en Brecht’cisi olan refleksif belgesel, film yapımcısının özneyle olan ilişkisiyle değil izleyiciyle olan ilişkisiyle ilgilidir. Perdenin arkasındaki erkeği (veya kadını) seyirciye göstererek doğrudan hikâyeye katılmasını sağlar.

Dramatik Belgesel

1980’lerde refleksif alt türle birlikte ortaya çıkan dramatik belgesel, gerçeği göreceli olarak vurgular ve film yapımcısı konuyu kişisel olarak ele almayı tercih eder. Yani oyuncular ve kostümler düzenlenmiş mekanlar kullanarak bir olayı – örneğin tarihsel bir olayı- canlandırır.

Bu türün ülkemizde en iyi örneklerini veren Yönetmen Tolga Örnek’ tir. 

Tolga Örnek
Hititler

“Hititler”, 2001 ve “Gelibolu” 2005 belgeselleri.

Tabii bu türlerin hepsinden birer parça alarak karışık olarak kullanılan Hibrid belgesel diyebileceğimiz bir türde Belgesel Filmler mevcuttur.

Kaynakça: Introduction to Documentary, Bill Nichols

 

 

Andrei Tarkovsky’nin en beğendiği 10 film

posted in: Film Yönetimi | 0

10 Movies Andrei Tarkovsky’nin liked best:

  1. Le Journal d’un curé de campagne (Robert Bresson, 1951)
  2. Winter Light (Ingmar Bergman, 1963)
  3. Nazarin (Luis Buñuel, 1959)
  4. Wild Strawberries (Ingmar Bergman, 1957)
  5. City Lights (Charlie Chaplin, 1931)
  6. Ugetsu Monogatari (Kenji Mizoguchi, 1953)
  7. Seven Samurai (Akira Kurosawa, 1954)
  8. Persona (Ingmar Bergman, 1966)
  9. Mouchette (Robert Bresson, 1967)
  10. Woman of the Dunes (Hiroshi Teshigahara, 1964)

 

 

Federico Fellini’nin En beğendiği 10 Film.

posted in: Film Yönetimi | 0
  1. The Circus/City Lights/Monsieur Verdoux (1928, 1931, 1947, Charlie Chaplin)
  2. Any Marx Brothers or Laurel and Hardy films
  3. Stagecoach (1939, John Ford)
  4. Rashomon (1950, Akira Kurosawa)
  5. The Discreet Charm of the Bourgeoisie (1972, Luis Buñuel)
  6. 2001: A Space Odyssey (1968, Stanley Kubrick)
  7. Paisan (1946, Roberto Rossellini)
  8. The Birds (1963, Alfred Hitchcock)
  9. Wild Strawberries (1957, Ingmar Bergman)
  10. 8 1/2 (1963, Federico Fellini)

Trajedi ve Drama

posted in: Tiyatro | 0

Trajedi ve Drama

Trajedi:

Yunanca tragoidia’dan gelen bir kelimedir; tragos (keçi) ve oidie (türkü) sözcüklerinin birleşmesiyle “keçilerin türküsü” anlamında kullanılır.

Tiyatro türleri arasında en önemli iki tür olarak Trajedi ve Drama sayılabilir.

Trajedi, tür olarak kişilerde korku, heyecan ve acındırma duyguları oluşturarak ders vermeyi amaçlayan en eski tiyatro çeşididir. En önemli özelliği ile, Şiirsel olarak yazılması ve değişmez kurallara bağlı olmasıdır. Bu özelliği diğer tiyatro çeşitlerinden ayrılır.

Klasik trajedi Aristoteles tarafından kuramsallaştırılmıştır.

Trajediler genellikle beş perdelik oyunlardır.

Eski Yunan’da başlayan bu eserler ortalama 3 ya da 6 perde olurdu. Dekor bulunmaz, ancak sahnenin bir köşesinde olayların sebep ve sonuçlarını anlatan bir koro yer alırdı.

Klasik trajedilerde, karakterler, kral, kraliçe, prenses, eski Yunan’ın tanrı ve yarı tanrıları gibi en üst tabaka kişilerinden seçilirdi. Karakterler arasında geçen olaylarla, insanların tutkularının, zayıflıklarının, iradeye bağlı yüce davranışlarla çatışmaları etkileyici biçimde anlatırdı.

Özellikle karakterlerin bir “katarsis“, yani arınma sürecinden geçmeleri şarttı. Bu da ancak kahramanın büyük bir hata yapması, bu nedenle acı çekerek arınması ve bu süreç sonunda doğru özü bulmasıyla gerçekleşebilirdi.

Yunan tragedya yazarları, oyunlarında bu günah-ceza kavramları üzerinde sürekli durmuşlardır.

Yunanlılar için gurur, kesinlikle cezalandırılması gereken  en kötü huylardan biriydi. Nemesis, gururlu olanları ve bu gururlarına kapılarak davranışta bulunanları şiddetle cezalandıran bir tanrıdır..

Trajedilerde olay, zaman ve çevrede birlik demek olan “üç birlik kuralı” benimsenmiştir. Ayrıntıya girmeden tek bir olay gösterilir. Olayın baş ve son tarafları, sebepleri ve sonuçları gerektiğinde koronun ağzından halka duyurulur. Buna “olay birliği” denir. Trajedide olayının bir günde bittiğinin gösterilmesine “zaman birliği, tek bir şehrin belli bir köşesinde başlayan, olayın yine orada bitmesine de çevre (mekân) birliği” denir.

Trajedi şairleri mısralarının derin anlamlı ve bilgelik içerikli olmasına özen göstermişler, parlak söylevleri andıran yüksek ve asil bir üslup kullanarak, kaba ve niteliği düşük sözlere yer vermemişlerdir.   Bu bağlamda Trajedi ve Drama  türleri arasında bir benzerlik de kurulabilir.      

Trajedilerde töre ve gelenekler, ahlak, kader değer verilen bir olgulardır. Amaç, “insanın acılarının ifade edilerek seyircilerin ruhunda korku ve merhamet uyandırılması” dır.

 Bazı klasik trajedi örnekleri olarak; Sophokles’in  “Kral Oidipus”u, Euripides’in  “Andromakhe”ı ve Ariskhylos’un Titan Prometheus’un hikâyesini anlattığı, “Zincire Vurulmuş Prometheus”u, sayılabilir.

 Yunan ve Roma dönemi trajedilerinin kuramsallaştırdığı bu kurallar daha sonra modern tiyatroda değişikliğe uğrayarak uygulanmıştır. Bazı oyun yazarları özellikle bu kurallarla oynayarak farklı türler yaratmıştır. Örnek; Bertolt Brecht ve Epik Tiyatro.

Trajedi ve Drama türünün diğer bir örneği Drama da üstünde önemle durulması gereken bir türdür.

 Drama:

Trajediyle komediyi bir araya getiren bir tiyatro çeşididir.

Modern tiyatronun sürekli olarak aristokrat zümrenin yaşayışını veya sadece hayatın gülünç taraflarının sahneye aktarılmasını yeterli bulmayarak yaşamı birçok tarafıyla temsil edebilme isteğinden doğmuştur.

Üç birlik kuralını kesinlikle reddeden bu türün eserlerinin uzunluğu üç perdeden beş perdeye değişebilir ve düzyazı ve şiirsel halde yazılabilir. Toplumcu ve milli konuları işlerken kanlı ve çirkin olayların yanı sıra, gerçekçi olayları da seyirciye göstermekten çekinmez.

Konuları tarihten ve hayatın acıklı veya gülünç, çirkin veya güzel her olayından alınabilen dramda umut, neşe, kuşku, tasa, facia, kader ve komik davranışlar bir arada bulunabilir. Her türlü karaktere yer verilirken, kahramanları (alt – üst) her sınıftan seçilebilir.

Dramın ciddi ve ağırbaşlı yazılmış şekline “piyes”, duygulandırıcı ve heyecan verici olanına “melodram” denir. 

Melodram müzikli oyun demektir, yalnız günümüzde müzik kısmı atılmıştır.

Kahramanları cin, peri, dev gibi düşsel varlıklar olan ve belirsiz bir yer ve zamanda geçen  “feeri” ise yine bir dram türüdür ve bir masalın sahneye konulmuş şeklidir.

Trajedi-ve-Drama
Muhsin Ertuğrul

 

Trajedi-ve-Drama
Machbet

 

95. Oscar Ödülleri’nde Uluslararası Uzun Metrajlı Film dalında yarışacak iki ilginç film.

posted in: Sema Fener Yazıları | 0

“The Blue Caftan”  En İyi Uluslararası Uzun Metrajlı Film Ödülü’ Fas  adayı.

95. Oscar Ödülleri’nde ilginç filmlerin başında bu şaşırtıcı derecede sıcak bir gay hikayesi geliyor.

Fas’ta İşlettikleri elbise dükkanını devam ettirmekte zorluk çeken yaşlı bir çift, genç bir çırağı işe alırlar. Bu genç çırak işe başladığında ağzından çıkan ilk kelimelerden biri “Hızlı çalışıyorum” olur. Bu aynı zamanda “Mavi Kaftan” ın yönetmeni Maryam  Touzani’nin yaklaşımını da tanımlıyor; Touzani, basit öncülünü o kadar hızlı bir şekilde kuruyor ki, tüm filmi beş dakika içinde çözdüğünüzü düşünebilirsiniz. Karısıyla para konusunda kavga eden içine kapalı bir eşcinsel terzi, bu genç adama akıl hocalığı yapmaya başlar.

Ancak bu öncülü statükoyu havaya uçurmak için kullanmak yerine, Touzani titizlikle geriye doğru çalışıyor ve bu ilişkilerde tahmin edebileceğimizden çok daha fazlası olduğunu gösteriyor. Ve neredeyse her fırsatta beklentileri altüst eden şaşırtıcı derecede sıcak bir hikâye yaratıyor. “Mavi Kaftan”, cinselliğini geç keşfeden eşcinsel bir adam hakkında bir film olsa da, özündeki aşk hikayesi gerçekten onunla karısı arasında bir hikaye; birlikte geçirilen bir ömür boyunca oluşabilecek arkadaşlık ve anlayışla ilgili. Touzani’nin kaçınılmaz ikinci sınıf özelliği,  evlilik kurumunun bir savunması; bir ömür boyunca bir insan diğerinin bilmediği yeni özelliklerini keşfedebilir

Yönetmen: Maryam Touzani

“The Blue Caftan”

“Joyland” Pakistan’ın 95. Oscar Ödülleri Uluslararası Uzun Metrajlı Film Adayı da bir gey hikâyesi.

Filmde Ali Junejo, yedek dansçı olarak işe girdikten sonra trans bir sanatçıya (Alina Khan) aşık olan evli bir adamı canlandırıyor. Bastırılmış duyguların hassas ve çoğu zaman üzücü bir portresi olan  “Joyland” hikayesinde kahraman içten gelen arzularıyla uzlaştıkça duygusal bir katarsise  dönüşür  

“Joyland”, Saim Sadiq’in ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesinde yazıp yönettiği 2022 yapımı Urduca ve Pencapça drama filmi. Filmde Ali Junejo, Rasti Farooq, Alina Khan, Sarwat Gilani ve Salmaan Peerzada rol alıyor.

Dünya prömiyerini 23 Mayıs 2022’de Cannes Film Festivali’nde Caméra d’Or için yarıştığı ‘Un Certain Regard – Belirli Bir Bakış’ bölümünde yaptı. Böylece “Joyland”, Cannes Film Festivali’nde prömiyeri yapılan ilk Pakistan filmi oldu ve gösteriminden sonra ayakta alkışlandı. Ayrıca festivalde en iyi LGBTQ, queer veya feminist temalı film dalında Jüri Ödülü ile Queer Palm ödülü kazandı. 

Pakistan’da eş cinsellik yasaklanmış olsa da Film, 18 Kasım 2022’de Pakistan’da gösterime girdi.  Akademi Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Uzun Metraj Film dalında Pakistan’ı temsil ediyor.

Oyuncular: Lubna Azabal, Saleh Bakri, Ayoub Missioui

2022 Cannes Film Festivali, Belirli Bir Bakış FIPRESCI Ödülü

2022 Vancouver Uluslararası Film Festivali Panorama İzleyici Ödülü

“Joyland”

Gal Gadot ve Wonder Woman

posted in: Oyunculuk | 0

Gal Gadot 30 Nisan 1985 de İsrail’de doğdu. Babası mühendis annesi ise öğretmendi.

18 yaşında 2004 İsrail Güzeli seçildi. Ardında İsrail Ordusunda askerlik yaptı. IDC Herzliya sanat Kolejinde aldığı eğitim’den sonra Model ve şarkıcı olarak devam ettiği kariyerine 2009 yılında “Hızlı ve Öfkeli 4” filmi ile sinemayı da ekledi. Ünlü aksiyon serisine “Hızlı ve Öfkeli 5: Rio Soygunu” 2011 ve “Hızlı ve Öfkeli 6” 2013, filmleriyle rolü gitgide büyüyerek devam etti.

Gal Gadot 2016 yılına gelindiğinde “Batman v Superman: Adaletin Safagi”  filminin süper kahramanlar takımına ‘Wonder Woman’ karakterini canlandırarak katıldı.

Film fazla beğenilmedi ama “Wonder Woman” ayakta alkışlanınca “Wonder Woman 2017” de solo oynayarak ‘kadın süper kahramanların filmleri gişe yapmaz’ sözünü çürüttü.

149 milyon USD bütçeyle çekilen film 821.9 milyon USD hasılat yaptı.

Wonder Woman Amerikan “DC Comics” çizgi roman firması tarafından yaratılan hayali bir karakter. 

İlk kez “Justice League – Adalet Birliğinin”nin bir üyesi olarak 1941 ekiminde All Star Comics’de ortaya çıktı.  1986 yılında verilen kısa bir ara hariç sürekli yayınlandı. Ana vatanı bir Amazon adası olan  Themyscira, kendisi de adanın Prensesi. Normal Dünyaya karıştığında iDiana Prince adını alıyor.

Serinin son filmi Wonder Woman 1984, 1980’lerin ortasında geçiyor.

Yeni tehlikeler ve müttefiklerle karşı karşıya olan Wonder Woman’ın maceralarını konu ediyor.

Diana Prince, bu kez iki yeni düşmanla karşı karşıyadır. Varlıklı iş insanı Max Lord ve bir trajediden sonra kötü adam haline gelen Cheetah. Bu sırada Steve Trevor, şaşırtıcı ve beklenmedik bir şekilde hayata geri döner…

Yılbaşında 214 salonda gösterime giren film tüm Pandemi dönemi film gösterim rekorlarını alt üst ederek ilk haftada USA da  $16.7 milyon ve Global olarak  $36.1 milyon bilet satışına ulaştı.

Zack Snyder’ın “Justice League (2021)” ve 2023 de gösterime girmesi planlanan “Shazam! Tanrıların Öfkesi” Gal Gadot’lu filmler. Bunun yanısıra Netflix aksiyon-komedi filmi “Red Notice (2021)” ve gizemli film “Death on the Nil’de (2022)” de rol aldı. Yerel medya kuruluşları tarafından “İsrail’in en büyük süperstarı” olarak adlandırılan Gadot,[16] 2018 yılında Time tarafından dünyanın en etkili 100 insanı listesine dahil edildi ve dünyanın en yüksek ücretli aktrislerinin yıllık sıralamasında iki

Gadot, 2008 yılında İsrailli emlak kralı Jaron “Yaron” Varsano ile evlendi. Çiftin 2011, 2017 ve 2021 doğumlu üç kızı var.  İkili, 2019 yılında kendi film-televizyon yapım şirketi ‘Pilot Wave’i kurdular. Gadot ve Varsano, Tel Aviv, İsrail’de bir butik otele sahipti ve bu otel 2015 yılında Roman Abramovich’e 26 milyon dolara satıldı.

1,78 metre boyundaki Gal Gadot filmlerinde dublör kullanmıyor.

Kung Fu, Kickboxing, Capoeira ve Brezilya Jiu-Jitsu’su biliyor ve çok iyi kılıç kullanıyor.

Motosiklet hastası 2006 model siyah Ducati Monster-S2R’si var.

Gal-Gado
“Hızlı ve Öfkeli 4”
Gal-Gadot
“Batman v Superman: Adaletin Şafağı”
Gal-Gadot
“Justice League”
Gal-Gadot
“Wonder Woman”

El Kameraları ile Yapılan Hareketli Çekimler.

posted in: Kamera | 0

El Kameraları ile Yapılan Hareketli Çekimler.

Son dönemlerin popüler çekim tekniği elde taşınan kameralarla hareketli ve takipçi çekimler yapmak.

Örneğin; Alejandro González Iñárritu, “Birdman (The Unexpected Virtue of Ignorance)” ve

Darren Aronofsky “Black Swan – Kara Kuğu”, bu tarz çekimlerden hoşlanan yönetmenlerin başında gelir.

El kameraları ile çekim yaparken dikkat edilmesi gereken noktalardan biri ve belki de en önemlisi, izleyiciyi rahatsız eden ve görüntüyü bozan titrek bulanık kareler elde etmemek olmalıdır.

Piyasada çok sayıda güçlü kamera sabitleyiciler varken artık bu eskisi kadar büyük bir sorun olmaktan çıktı diyebiliriz.

Steadicams’tan kaydırıcılara kadar, çekimlerinizi stabilize etmek için kullanabileceğiniz sayısız araç var.

Birçok film yapımcısı gibiyseniz, muhtemelen bir projenin çekimlerinde yanınızda getirdiğiniz birkaç tane olur.

Buna rağmen bazen konunun gereği veya daha basit ve sade görüntüler elde etmek gibi sanatsal bir amaçla eski model yöntemlere de baş vurmak gerekebilir.

Yani, bazen eski moda iyi bir el tipi kamera projenizin ihtiyaç duyduğu bir şeydir.

Bir film çekerken verdiğiniz her karar bilinçli bir karar olmalıdır. El Kameraları ile çalışmayı seçmek de farklı değildir.

Başka bir deyişle, tembel olduğunuz için veya bir sabitleyiciniz olmadığı için değil belirli bir anlatım peşinde koştuğunuz için veya çekim mekanının fiziksel şartlarından dolayı El Kameraları’ nı seçmelisiniz.

Gereksiniminizi karşılayacak en iyi seçimin ne olduğunu saptamaya bazı soruları cevaplandırmak yararlı olabilir.

  • Yeterli zamanınız var mı?
  • Bir sabitleyici ile etrafta dolaşmakla meşgulken önemli çekimleri kaçırma riski altında mısınız?
  • Bir sabitleyici ile uzun süre çekim yapabilir misiniz yoksa çok mu yorulursunuz?
  • Sabitleyicinizi çekim mekanına taşımak pratik midir?
  • Pürüzsüz kamera sabitlemesi görsel anlatımınız için doğru seçim mi yoksa dağınık, öngörülemeyen el tipi cihazlar daha etkin görüntüler mi verecektir?
  • Görüntülerinizle ne anlatmaya ne çalışıyorsunuz?

Elde taşınan kamera ile çalışma seçiminizin- çekiminiz/sahneniz/filminiz/vb.- için doğru karar olduğuna karar verirseniz, bir sonraki adım elde nasıl çekim yapılacağını öğrenmektir.

Bu durumda, siz ve kameranız arasında çok noktalı bir temas oluşturmak yararlı olacaktır.

Bunu yapmanın bir yolu, kamera kayışınızı boynunuza geçirmek ve gerginlik yaratmak için kameranızı önünüzde tutmaktır. (Bu, üç temas noktası oluşturur: boynunuz ve iki eliniz.)

Şimdi, bu sihirli bir şekilde süper dengeli çekimler yaratmayacak, ancak kayış olmadan çektiğiniz çekimlerden kesinlikle daha kararlı olacak. Ayrıca, hareket ederken ayaklarınıza fazla yük bindirmemek, hafif olmak, vücut hareketlerinizi mümkün olduğunca pürüzsüz ve yavaş tutmaya dikkat etmek de gerekir.

Son olarak, yakınlaştırmaktan kaçınmak isteyeceksiniz, çünkü bu sadece herhangi bir hareketi büyütmeye yarar.

Bunun ötesinde, post- prodüksiyonda istenmeyen titremeleri her zaman temizlemek mümkündür.

Otomatik sabitlemeye sahip kameraları ve lensleri kullandığınızdan emin olmayı da deneyebilirsiniz.

 

Ses ve Müzik Filmler’de Kullanımı

posted in: Film Yönetimi | 0

Bir eksperosyonist yönetmen olan Alfred Hitchcock filmlerinde Hollywood stüdyolarında geleneksel olarak kullanılan Ses ve Müzik yöntemine fazla uymadı. Bu yöntemde ses kuşağı üç kategoriye ayrılırdı; diyalog, ses efektleri ve müzik. Son miksajda bu üç farklı kuşak birleştirerek ana ses kuşağını oluşturur. Hitchcock bu farklı ses kuşaklarının ayrı ayrı işlevleri üzerinde durmayarak onları bir bütün olarak ve görüntüsel anlatımı pekiştiren bir dil olarak görmüştür.

Filmlerinde bazen müzik yerine doğal ses efektlerini, bazen efekt yerine müziği, bazen de bunların karışımlarını kullanmıştır; “Birds –Kuşlar” filminde kuş sesleri müziği, “Psycho – Sapık” filminde keman vuruşları bıçak darbelerini taklit eder.

Kuşlar filmindeki kuş sesleri çoğu kez kuş görüntülerinden daha ürkütücüdür.

Kentcuky Üniversitesinde ders veren bir müzik profesörünün oğlu olan ve filmlerinin müziklerini kendi yapan John Carpenter’a göre film müziği kesin olmalı ve ifade edilmeye gereksinim duymamalıdır.

Müziğin izleyici için sadece bir dinleti olmaktan çıkıp onu etkileyen ve yönlendiren bir araç olması gerektiğine inanır.

Jerry Bruckheimer, Michael Bay, Tony Scott Hollywood’un en yüksek bütçeli filmlerine (Pirates of Caribbean 2003, Transformers 2007, Top Gun 1986) imza atan yönetmen ve yapımcılardır. Aksiyon dolu filmlerindeki erkeksi ve militer hava filmlerin müziklerine de yansır. Hollywood tabiriyle ‘Sinerji’ denilen bu tarz, film yapımına ve pazarlamasına multimedya’ya yönelik bir yaklaşım getirir; (Film + Film Müziği + Video = Gelir.)

Ses ve Müzik’ i filmlerinde en etkin bir şekilde kullanan yönetmenlerin başında Daren Aronofsky gelir.

Darren Aronofsky “Pi” (1998), “Requiem for a Dream” (2000), “The Fountain” (2006), “The Wrestler” (2008), “Black Swan” (2010), “Noah” (2014) gibi filmlerinde ses tasarımını ifade aracı olarak kullanmıştır. Aronofsky hikayelerinde gerilimi, kahramanlarının yaptığı seçimler üzerinden yaratır; onları öyle yerlere, konumlara sokar, öyle yerlere taşır ki yaptıkları seçimler ya ölüm ya da akıl sağlığını yitirmekle sonuçlanacaktır.

Aronofsky ekranda yer alan tuhaf hikayelerle izleyicileri içine çektikten sonra ses efektleriyle onlar üzerinde çalışmayı sürdürür.

Kahramanın işkencesinin zaman zaman ses ve müzikdir.

Ses yoluyla hikaye anlatımının ustasıdır yönetmen.

‘Black Swan – Siyah Kuğu’ filmi bunun en mükemmel örneklerinden biridir.

Ses-ve-Muzik
Ses-ve-Muzik

Ses ve Müzik bu filmde adeta bir yan karakter gibidir.

Taleplerini kahramana empoze eder. Günlük yaşamda deneyimlediğimiz sesler -metro, şehir gürültüsü, insan fısltıları vs – anlatılan hikayeyi izleyici gözünde  netleştirirken kahramanın duygusal çalkantılıranı da tetikler.

Bu filmdeki seslerin katkısı olmadan, tehlike duygusu sönebilir ve yanılsamalar eksik kalarak bir karakterin hayal gücünün sınırlarını zorlaması engellenebilir.

Aronofsky Ses yoluyla sembolizmi de başarıyla kullanır.

“Pi” de kahramanın karşısındaki kişiye sesini duyuramaması veya bağırdığnda ağzından tek bir kelime bile çıkmaması kendi içinde boğulmuşluğunun ve izolasyonunun en güzel ifadesi değil midir? Bu durum gerçekten olduğu gibi de gösterilebilr veya bir metafor olarak da kullanılabilir. Bir anlamda, hiçbir şey söylemeden temayı duyurarak filmin anlamını izleyiciye vurucu bir şekilde aktarır.

Ses-ve-Muzik-2
Ses-ve-Muzik-2

 

 

Tom McCarthy ve “Spotlight” filmi.

posted in: Film Yönetimi | 0

Tom McCarthy

Thomas Joseph McCarthy 7 Haziran, 1966) da New Providence, New Jersey, de dünyaya geldi.

İrlanda asıllı bir ailenin oğlu.

Yönetmen, Senaryo Yazarı ve de oyuncu. 

Tom McCarthy genellikle Bağımsız Filmler üreten bir sinemacı.

The Station Agent (2003), The Visitor (2007), Win Win (2011), Spotlight (2015), Stillwater (2021)

gibi.

Yönetmen: Tom McCarthy

Yazarlar: Josh Singer, Tom McCarthy

Cast: Mark Ruffalo, Michael Keaton,Rachel McAdams, John Slattery, Stanley Tucci.

“Spotlight” En İyi Film, En İyi Senaryo dallarında 2015 yılında Oscar ve En İyi Senaryo dalında BAFTA ödülü kazanmış bir film.

En İyi Yönetmen dalında da Tom McCarthy Oscar ve BAFTA’ya aday gösterilmiş.

Epey zaman geçmesine rağmen güncelliğini günümüzde de koruyan bir hikayeye sahip.

Ve bu gidişle gelecekte de bu güncelliği koruyacak gibi ne yazık ki….

Spotlight, 2002 yılında Boston Globe gazetesinde yayımlanmaya başlayan uzun soluklu bir haber dizisininden yola çıkıyor.

 Sonunda Boston’u ardından tüm Amerika’yı ve Katolik dünyasını sarsan bir skandalın açığa çıkarılma öyküsüne dönüşüyor.

Gerçek bir olaydan yola çıkan film. 1976 yılında bir rahibin çocuk tacizi suçuyla karakola götürülmesi ardından serbest bırakılmasıyla başlıyor.

Bu olay başta büyük yayın organları olmak üzere Medyanın ilgisini çekmiyor.

 Sinemasal mekanın akışı içinde hikaye 2001 yılının Boston Globe gazetesinde tekrar hatırlanıyor.

Bu arada gazetenin başına- dışarıdan biri – olduğu için de hoş karşılanmayan yeni biri getirilmiştir. Marty Baron’un ilk işlerinden biri, gazetenin uzun soluklu ve derinlemesine araştırmalar yapan ‘Spotlight’ ekibine start vermek oluyor.

70’lerden beri kim bilir kaç kez meydana gelmiş olmasına rağmen, görmezden gelinen, ya da örtbas edilen onlarca vaka böylelikle yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlıyor.

‘Spotlight’ ekibinin uzun soluklu çalışması (2003 yılında Globe’un Pulitzer ödülü kazanmasını da sağlayan haber dizisi) hâkim çevreleri huzursuz ediyor.

Katolik Kilisesi’nin veya Kiliseyle iş birliği içindeki pek çok kişi ve kurumun, çocuk taciz ve tecavüzlerine nasıl göz yumdukları ve olayları profesyonelce nasıl örtbas edildiği gözler önüne seriliyor.

Sırf Boston’da yüze yakın rahibin taciz veya tecavüz ettiği neredeyse bine yakın çocuk olduğu gerçeği açığa çıkıyor.

Gazeteye basılan ilk haberle birlikte ise, yıllardır susan ya da susturulan ve ciddi travmalar yaşayan insanlar konuşmaya başlıyor. Katolik Kilisesi’nde taciz ve tecavüzün ne derece yaygın ve sıradan olduğu da böylece ispat edilmiş oluyor

Tom McCarthy, bu gazetecilik başarı hikâyesini dramatik sansasyonel tarza yönelmeden belgesel tadında izleyicilere aktarıyor.

Spotlight’ın ele aldığı meseleyi sunma konusunda da etik açıdan temkinli davrandığı söyleyebiliriz.

Film bize büyük ölçüde Alan J. Pakula’nın Robert Redford ve Dustin Hoffman’ın baş rolleri paylaştıkları 1976 yapımı ünlü filmi “Başkanın Bütün Adamları” nı anımsatıyor. Watergate skandalının ortaya çıkmasını sağlayan The Washington Post gazetesi muhabirleri Carl Bernstein ve Bob Woodward’ın yazdıkları kitaptan uyarlanan bir film “Başkanın Bütün Adamları”.

Her iki film de gazetecilerin, tanık bulma, delil toplama gibi süreçlere sadık kaldığı bir araştırmacı gazetecilik filmi

Tom McCarthy geçmişte kalan üstü örtülü gelmiş bir gazetecilik olayını gerçekliğe sadık kalarak perdeye aktarmayı tercih etmiş. Filmin karakterlerin tek özellikleri, araştırma yapıyor olmaları ve gerçeği kovalamaları. Günümüz filmlerinin aksine kişisel hayatlarına dair az sayıdaki sahne de yine tamamen konuya hizmet etmek üzere var.