Belgesel Filmler ve Türleri

posted in: Senaryo | 0

Belgesel Filmler

Belgesel senaryoları da kurmaca uzun- kısa metraj film senaryolarında kullanılan ana kurallara dayanarak yazılır ama belgesellerin doğalarından gelen kendilerine has bazı farklılıkları vardır.

Belgesel Filmler kurmaca olmayan gerçeklere dayanır; gerçek olaylar, gerçek duygular, gerçek insanlar, kültürler anlatılır. Belgesel senaryoları daha esnektir, kurmaca film senaryolarının yazımında kullanılan izleyicinin tüm ilgisini yakalamak amacıyla tasarlanmış sıkı kurallar, ön kabuller, belgesel senaryolarında yoktur. Bir belgesel kalbinde o filmi yapmanın amacı olan bir mesaj taşımakla beraber gerçek dünyada geçerli olan kurallara uyar.

Birçok belgeselciye göre belgesel yapımı kendinden gelişen organik bir prosestir ve filmci olayları yaşarken filmini yapar. Özellikle filmci kendi kontrolu dışında cereyan eden olayları – siyasi miting, kalkışma, protesto, gösteri, doğa olayı vs gibi – kaydediyorsa elindeki yazılı metnin –eğer varsa- pek değer taşımayacağı iddia edilir.

Önceden yazılmış bir senaryo, iyi bir film ile kötü bir film arasındaki farkı yaratan ana etkendir diye düşünmekte yarar vardır. Senaryo bir yolculuğu çıkarken yanınıza aldığınız haritaya benzer; yolculuk esnasında karşılaşacağınız engelleri, sürprizleri aşmak için kullanılır. Yaptığınız çalışmaları birleştirerek hikâyeyi oluşturur ve bazen sapılacak ikinci veya üçüncü bir yol olduğunu göstererek yazarı yolculuk boyunca kaybolmaktan korur.

Senaryo sorunsalının ardından şöyle bir soru da sorabiliriz; Belgesellerin doğru olması gerekir mi?

Gerçeğin, bilginin veya gerçekliğin ne olduğu konusunda hemfikir olamadığımızdan, belgesel film yapımcılarının bu konudaki tercihleri değişik olabilir.

Bu bağlamda sinema kuramcıları Belgesel Filmleri türlere ayırarak sorunsalı çözmeyi tercih etmişlerdir.

Belgesel film yapımcılarının gerçeği iletmek için kullandıkları yönteme göre belgeselleri altı alt türe kategorize etmek mümkündür.

Şiirsel Belgesel

Bu Belgesel Filmler ‘de bir hikâyeyi oluşturmak için geleneksel olarak kullanılan doğrusal hikâye akışı terk edilmiştir. Mekânsal özellikler, ritim, tempo, akış tonu gibi özelliklerden yararlanılarak görüntüler arasında bağlantı kurularak hikâye anlatılır.

Açıklayıcı Belgesel

İlk kez 1920’lerde şiirsel belgeselle birlikte ortaya çıkan bir türdür. İzleyiciye sunulacak belirli bir argüman veya bakış açısı çerçevesinde ilerler. Genel olarak, yukardan bakan otoriter bir sestir. Anlatılanın gerçekten doğru olduğunu kanıtlayan görüntülerle hikâye izleyiciye taşınır.

Propaganda belgeselleri bu türe örnek gösterilebilir.

Gözlemsel Belgesel

“Cinema Verite – Gerçekçi Sinema” hareketi tarafından desteklenen bir Belgesel Film türüdür.  Kameranın konularını kesintisiz olarak yakalamasına izin vererek gerçeği gözlemleyen ve izleyiciye aktaran bir türdür. 

Katılımcı Belgesel

Her etkinin bir tepkisi vardır. Doğrudan Sinema’nın müdahale etmeden gözlem tarzı ile hikâye aktarımı ortaya çıkınca, tam tersi bir duyarlılık da ortaya çıktı. Katılımcı belgesellerde film yapımcısı, denekler ile röportaj yaparak izleyici de hikâyeye katılmaya davet eder.

Refleksif Belgesel

Alt türlerin en Brecht’cisi olan refleksif belgesel, film yapımcısının özneyle olan ilişkisiyle değil izleyiciyle olan ilişkisiyle ilgilidir. Perdenin arkasındaki erkeği (veya kadını) seyirciye göstererek doğrudan hikâyeye katılmasını sağlar.

Dramatik Belgesel

1980’lerde refleksif alt türle birlikte ortaya çıkan dramatik belgesel, gerçeği göreceli olarak vurgular ve film yapımcısı konuyu kişisel olarak ele almayı tercih eder. Yani oyuncular ve kostümler düzenlenmiş mekanlar kullanarak bir olayı – örneğin tarihsel bir olayı- canlandırır.

Bu türün ülkemizde en iyi örneklerini veren Yönetmen Tolga Örnek’ tir. 

Tolga Örnek
Hititler

“Hititler”, 2001 ve “Gelibolu” 2005 belgeselleri.

Tabii bu türlerin hepsinden birer parça alarak karışık olarak kullanılan Hibrid belgesel diyebileceğimiz bir türde Belgesel Filmler mevcuttur.

Kaynakça: Introduction to Documentary, Bill Nichols

 

 

Kurgu, Montaj, Editing Nedir? Sinemasal Önemi Nedir?

posted in: Senaryo | 0

Kurgu

Bir senaryo çerçevesinde, senaryonun gerektirdiği şekilde çekimleri yapılan film ya da video görüntülerin izleyene anlatılması istenildiği biçimiyle, arka arkaya sıralanmasına (Bağlanmasına-Eklenmesine)  Kurgu  (Montaj) denir.

Bir başka anlatımla çeşitli çekimlerin, çeşitli kurallara ve yollara uygun olarak, arka arkaya, belli bir anlayışa uygun olarak sıralanmasına Kurgu denir.

Daha başka bir deyişle de kurguyu, bir filmin çevrilişi sırasında elde edilen film parçacıkları arasında seçim yapmak, bunları senaryodaki sıralara göre dizmek, bu çekimlerin uzunluklarını saptamak, çekimlerin içerik yönünden ilişkilerini göz önüne almak, bunları belirli bir anlatıma göre düzenlemek işidir diye tanımlayabiliriz.

Kurgu eyleminin yapılabilmesi için, gösterimi yapılacak film haline gelebilecek eylemlerin yapılması şarttır. Önce Film yapımına karar verecek “Prodüktöre-Yapımcıya” gereksinim vardır. Yapımcı, film çekiminin gerçekleşmesi için buna uygun elemanları toplar. Bunlar; senarist, yönetmen, oyuncular, görüntü yönetmeni ve teknik elemanlardan oluşan parçalardır. Kurgusal çalışma aslında bir filmin yapımına karar verildiği an başlar.

Yapımcı, nasıl bir film yapılacağını, bu filmin nasıl bir ekiple çalışacağını, ekibi nasıl yönlendirip filmi tamamlayacağını kurgular.

Senarist, anlatmak istediği konuyu sinemasal boyutta en etkin nasıl anlatabileceğinin kurgusunu yapar.

Yönetmen, bir senaryonun en etkin biçimde nasıl bir teknik uygulayarak yorumsal anlatımını gerçekleştireceğinin kurgusunu yapar.

Oyuncular, senaryo çerçevesinde üstlendikleri karakterin nasıl yorumlanacağının kurgusunu yapar.

Görüntü yönetmeni, Yönetmen iş birliği içinde anlatılmak istenilen planların elindeki objektif düzeneği içinde ve ışık yardımıyla en etkin görüntüsünü gerçekleştirebilmenin kurgusunu yapar.

Bütün bu olgular sonunda stüdyo işlemleri başlar. Gereği gibi özenle ve emekle çekilmiş Sinema-Belgesel-Tanıtım-Reklam filmleri kurgu aşamasındadır artık.

Kurgu’yu gerçekleştirecek olan kurgu görevlisidir. Yönetmen Kurguya nezaret eder. Gerçi kurgu yapabilen başarılı yönetmenler de vardır (Şerif Gören). Bir yönetmenin Kurgu yapabilmesi, filmine katkı vererek etkin bir görsel anlatımı gerçekleştirmesi demektir.

Kurgu’ nun kurgu konsolu  başında, çekilen sahne ve planların arka arkaya sıralanması biçiminde olduğunu düşünmek doğru olmakla birlikte, bağlanacak planların değişik ve anlatıma katkı verecek bir teknikle daha da etkin hale gelmesi de mümkündür.  Film sanki tekrar çekiliyormuş gibi bir duygu da yaratır böylece. Ayrıca çekim esnasında oluşmuş plansal hataların da önüne geçilmiş olur. Oyuncular da kusurlu olabilir. Bunlar çeşitli tarz plan bağlantıları ile giderilebilir. Bu da kurgucu yeteneğinin ve becerisinin göstergesi olur.

Burada asıl amaç filmi, belli bir akış içinde (belli bir Tempo) coşkulu, dinamik ve anlaşılır biçimde Sinema Salonunda-Tv de izlenecek hale getirmektir.

Zaman içinde iyi çekimi yapılmış filmlerin kurguda başarısız olduğu, bazen de kötü çekilmiş filmlerin çok iyi bir kurgu ile başarılı oldukları gözlenmiştir. Bu tamamen kurgucunun becerisinin, yeteneğinin ve bilgisinin durumuna bağlıdır. İyi bir kurgucunun her zaman filme katkı verecek kurgusal fikirleri olmalıdır. Ayrıca kendi düşüncesi içinde, yapacağı kurgu ile ilgili zihinsel egzersiz yapar. Plan bağlantılarındaki geçişleri (üst üste binme – dissolve) , (zincirleme – lap dissolve vs.) ve kesmeleri (cut) yönetmenin anlatımının ve anlaşılmasının sağlanmasına uygun şekilde tasarlar. Çünkü kurgunun izleyen tarafından kesin algılanmasının sağlanması gerekmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazı Alfabesi ve Senaryo

posted in: Senaryo | 0

Yazı Alfabesi ve Senaryo

Romancıların, başka yaratıcılarla çalışmayı pek bilmedikleri(!) şeklindeki ortaklaşmacı yaratım bu duygusu edebiyattan sinemaya yapılacak uyarlama çalışmalarında sık sık ortaya çıkar.

Edebiyatçılar, ürünlerini sinemaya aktaracak sinemacıları hep kuşku ile karşılamışlardır. Bu kuşku, tek başlarına yarattıkları eserin onlar tarafından bozulabileceği kaygısı yüzündendir. Oysa bu yanlıştır. Çünkü kimse bir eseri bozmak için işe başlamaz.

Bu yüzden senaristler, roman yazarlarının tekelci yaklaşımlarından uzaklaşmalıdırlar.  Romancı yayınevine romanını teslim ettikten sonra, romanın başına matbaa veya dağıtımda çok az şeyler gelir. Oysa sete çıkan bir senaryonun başına çok şey gelebilir. Senarist bunları bilmek ve ona göre davranmak zorundadır…

Senaryo filme giden yolda bir ön aşamadır…

Yani kâğıt üstündeki bir senaryo, sadece daha sonra hareketli görüntülerle kayda alınacak görüntülerin, 29 harfle yazılmış bir taslağıdır. Bu taslak, bir anlamda, daha sonra yapılacak bir bina için bir mimarın çizdiği plandan yapılmış bir makete benzer. Bir maket bir bina için ne kadar somutsa, kâğıt üzerindeki bir senaryo da bir film için o kadar somuttur.

Kendi kendimize, “Peki, sinemacılar herhangi bir dilin yazı alfabesini kullanmak zorunda mıdırlar?  Ve bir yazı alfabesi yeterli midir?” diye iki soru sorabiliriz.  Birinci soruyu “hayır” diye yanıtlamak mümkün değildir.

Sinemacılar, filme giden yolda pratik, kolay ve güçlü bir iletişim sağlayan bir araç olarak yazı alfabesini kullanırlar.

Fakat yazı alfabesi onların ihtiyaçlarını tam olarak karşılamayabilir. Bu yüzden, sinemacılar, filme giden yolda başka birçok kültür veya sanatın dil veya tekniklerini de (mimarlık, fotoğraf, grafik vs.) kullanırlar. 

Yeri gelmişken bir film yönetmenini de tanımlamakta yarar var. Bu gerekli, çünkü bazı senarist adayları senarist ve yönetmen olma duyumlarını da birbirine karıştırmaktadırlar.

Şüphesiz bir film yönetmeni de film yapma süreci içinde, bir senaryo üstünde belli bir iş bölümü altında çalışan, alanlarında uzman yaratıcıların zihinsel ve fiziksel ürünlerini (bir sentezle) birleştiren bir yaratıcıdır.

Film yönetmeni bir anlamda çeşitli yaratıcıların orkestrasını yöneten bir şef gibidir.  Bir senarist de aslında kâğıt üstünde aynı orkestrasyonu yapar.

Aradaki fark, senaristin vardığı sonuçları kâğıda, yönetmenin ise filme kaydetmesidir. 

Çizgi Roman Adaptasyonları; SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI-IV

posted in: Senaryo | 0

Çizgi roman adaptasyonları:

Çizgi roman özellikle bilgisayar teknolojilerinde olan gelişmelerden sonra günümüz sinemasının en zengin öykü kaynaklarından biri haline gelmiştir.

Çizgi roman karakterlerinin sinemaya adaptasyonu 1940’lı yıllarda başlayan eski bir olgudur.

Captain America çizgi roman’ının filme adaptasyonu 1944 yılında yapılmıştır.

Bu çizgi roman adaptasyonu furyası 70’li yıllarda hız kazanmış ve The Incredible Hulk 1978, Superman 1978, Batman 1989, X-Men 2000, Spider-man 2002 yılında sinemaya adapte edilmiştir.

Bu filmlerin başarısından sonra, çizgi romanların filmleştirilmesi olgusu devam eder; Ghost World (2001), From Hell (2001), American Splendor (2003), Sin City (2005), 300 (2007), Wanted (2008), Whiteout (2009), Thor (2011), Galaksinin Koruyuculari (2014), Ant-Man (2015), Daredevil (2015), Doktor Strange (2016), Deadpool (2016), Legion (2017) vs.

Çizgi romanların adaptasyonu romanlardan farklıdır; bazı çizgi roman adaptasyonları belirli bir hikâye çizgisini adapte etmek yerine, kahramanın geçmişine giderek ona “ruh” verir ve kahraman üzerinden ilerler.

Bazı adaptasyonlarda olay örgüsüne temel olarak yayınlamış sayıların belirli bir tanesinin hikaye çizgisini kullanır; ikinci X-Men, X-Men: God Loves, Man Kills ve üçüncü X-Men, Dark Phoenix Saga, Spider-Man 2, Spider-Man No More!, Batman Begins, Batman: Year One, The Dark Knight, Batman: The Long Halloween vs.

Televizyon Adaptasyonları:

Kuvvetli bir hikâye çizgisi olan Televizyon serileri başarılı bir şekilde uzun metraj filmlere adapte edilirler. The X-Files, Miami Vice bunun en iyi örnekleridir.

Bazı başarılı televizyon showları da uzun metraj sinema filmlerine ilham verebilir; Saturday Night Live programı The Blues Brothers, Fat Albert, Mr. Bean gibi filmlerin kaynağıdır.

Video Oyunları:

Video oyunları 1980’li yıllardan başlayarak sinemaya uyarlanmıştır. Video oyunlarında uyarlanan filmler genellikle düşük bütçeli B film kategorisne girer ama Mortal Kombat, Lara Croft: Tomb Raider, Silent Hill, Resident Evil ve Prince of Persia gibi filmler beğenilerek iyi bir gişe başarısı yakalamışlardır.

Diğer bazı adaptasyon kaynakları:

The Transformers film serileri ve G.I. Joe filmi Hasbro oyuncaklarının sinemaya uyarlanmasıdır. Hasbro, Battleship filminde başlayarak oyuncak uyarlaması film serilerine devam edeceğini açıklamıştır.

Yunan mitolojisi ve İncil gibi dini kitaplar da uyarlama kaynaklarıdır.

Diyalog ağırlıklı veya fantastik radyo programları da filmlere uyarlanmıştır; Fibber McGee, Life with Father gibi filmler radyo dizi programlarından uyarlanan filmlerdir.

-SON-

 

[metaslider id=”3740″]

 

 

Edebiyat; SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI – III

posted in: Senaryo | 0

Edebiyat ve Adaptasyon:

 Adaptasyon’lar, edebiyat eserlerinin yaratıcı bir şekilde yorumlanmasını gerektirir; bir romanın tüm içeriğinin filme dahil edilmesi imkansızdır. Film yapımcıları anlatıyı sinema’ya uygun hale getirebilmek için içeriği seçici olarak yorumlar ve değişiklik yaparlar.

Adaptasyonun çekiciliği daha çok metnin özüne ait bir çekiciliktir.

Romanların filme adaptasyonu, edebiyatın değerini düşürmenin aksine, onun pozisyonunu güçlendirir ve yükseltir. Kanıt olarak da filme adaptasyonu yapılan kitapların satışlarının artması gösterilebilir.

Adaptasyonlarda, en çok tartışılan konu filmin orijinal esere (roman) ne kadar sadık kaldığı konusudur.

Edebiyat ve sinema anlatımı farklı gösterge sistemleri kullanırlar.

Edebiyatın tek aracı dil iken, sinemada dil kullanımı yanısıra ve de daha baskın olarak görsel (resim) ve işitsel (müzik) anlatı kullanılır.

Özellikle görsel anlatının olanakları bugünün bilgisayar teknolojileriyle neredeyse sınırsızdır.

İki ortam arasındaki bu anlatım farkı ve süre içeriğin bütünüyle filme taşınmasını olanaksız kılar.

edebiyat
“Doktor Jivago”

 

Örnek, romandan sinemaya yapılan adaptasyonların getirdiği tartışmalar konusunda ünlü örneklerden biri de Rus Yazar Boris Pasternek’ın 1957 yılında İtalya’da (Rusya’dan kaçırılarak) basılan ünlü romanı “Doctor Zhivago – Doktor Jivago”nun sinema uyarlamasıdır.

Bu uyarlama 1965 yılında yönetmen David Lean tarafından gerçekleştirilmiştir.

Orijinal baskısı 592 sayfa olan roman Doktor ve Şair Zhivago’nun ekim devrimi ve 1. Dünya savaşı sırasında yaşadıkları çerçevesinde gelişen aşk ilişkilerini anlatır.

Omar Sharif, Julie Christie, Geraldine Chaplin gibi oyuncuları rol aldığı film üç saati aşan uzun süresi, insani ilişkileri göz ardı edip sadece karakterlerin aşk ilişkileri üzerinde yoğunlaşarak romana sadık kalınmadığı açısından hayli eleştirilmiştir.

Ama film dünya çapında 112 milyon Amerikan doları hasılat yaparak (bütçe 11milyon Amerikan doları) bir rekora imza atmış ve filmin şarkısı “Lara’s Theme” yıllarca insanların dilinden düşmemiştir.

Romanlarda okuyucu karakterler hakkında bilgi ile donatılırken sinema anlatısında sınırlı bir bilinçlilik düzeyi olduğundan söz edilir.

Yani Sinemada mizansen ve kurgunun yardımıyla merak yaratmak amacıyla izleyicinin bilgisi sınırlanır ve bir müddet belli bir duygusal durumda kalması sağlanır.

Bu durum, görsel ve duygusal deneyimin yaratılmasında sinemanın en güçlü aracıdır ve bu teknik daha sonra birçok modern romancı tarafından kullanılmıştır.

Günümüz romancıları sinemanın getirdiği büyük olanakları farkında olup bunlardan yararlanabilmek için anlatılarını sinemasal anlatı tekniğine göre değiştirmişlerdir.

Modern romanda sinema da olduğu gibi baş ve son bölümlerde “katarsis” noktaları vardır.

Anlatı ve tasvir edilen orijinal atmosfer görsel anlatıma çevirmeye çok uygundur.

edebiyat3

 

edebiyat2 (1)
“Grinin Elli Tonu”

Örnek: Stephen King (Esaretin Bedeli), Stephenie Meyer (Alacakaranlık Efsanesi Serisi), Nicholas Sparks (Seninle Bir Ömür), F. Scott Fitzgerald (Muhteşem Gatsby), J.R.R. Tolkien (Yüzüklerin Efendisi Serisi), J. K. Rowling (Harry Potter Serisi), E. L. James (Grinin Elli Tonu), Matthew Quick (Umut Işığım), Hans Christian Andersen (Karlar Ülkesi) vs.

Bazı sinema kuramcıları, edebiyat metinlerinin başka bir anlatıya transfer edilme yöntemlerini tanımlamaya çalışmıştır.

Örneğin Geofrey Wagner, üç tip adaptasyon yöntemi olduğundan bahseder:

  • “Yer değiştirme” (Transposition) – bir metnin öğeleri dolaysız olarak perdeye aktarılır,
  • “Yorum” (commentary) – orijinal kaynak çeşitli şekillerde değiştirilir,
  • “Benzetme” (analogy) – sahneleri değiştirmekten çok daha öteye gider ve sonunda orijinal eseri tanımak bile zorlaşır.

Tabi bu sınıflandırmalar hiçbir zaman kesin kurallar değildir. Film yapımcıları bu yöntemlerin dışında kalan çok farklı adaptasyon yöntemleri de kullanırlar.

Romandan sinemaya adaptasyon yapan birçok sinemacı metnin anlamını şekillendiren ‘vizyon’ ile ilgilenmişlerdir.

Bu vizyon drama ve karakterleri üretir, yazarın bilinçaltındaki mesajları okuyucuya ulaştırır ve bize hikâyenin neden anlatıldığına dair bilgi verir.

Tiyatro oyunlarının da sinemaya adaptasyonu sık karşılaşılan bir olgudur.

Özellikle William Shakespeare sinemacıların en sevdiği oyun yazarıdır. “Romeo ve Juliet” değişik şekillerde birçok kez sinemaya uyarlanmıştır. Broadway’in hit oyunları da müzikal veya drama tarzında sinemaya adapte edilmiştir.

 

edebiyat5
“Aşık Shakespeare”

 

Devam edecek…

Adaptasyon’lar; SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI – II

posted in: Senaryo | 0

Adaptasyon

Edebiyat ve tiyatro eserlerini sinemaya adaptasyonu (uyarlanması) sinema tarihinin başlangıcından beri sıklıkla uygulanan bir yöntemdir.

Adaptasyon geçmiş çağlardan bu yana her anlatı sisteminin gelişiminde rol oynamıştır.

Tarih boyunca, sözlü masallardan yazılı edebiyata ve yeni bir sanat olan sinemaya kadar, adaptasyon anlatı geleneğinin sürdürülmesini sağlamış, sinemanın şekillenip yayılmasına hizmet etmiştir.

Andre Bazin’e göre, “bugünün sanatı, medyumların karşılıklı alışverişleri ve söylemlerin etkileşimlerini içermektedir”.

Sinema, başlangıcından beri 19. yüzyıl romanlarından sıklıkla faydalanmış ve  bu dönemin büyük romanlarının kabul görmüş kalıpları sinema anlatısını derinden etkilemiştir.

Bu romanların popülerliği sayesinde emekleme çağını yaşayan sinema endüstrisi seyirciyi yeni kurulan sinema salonlarına çekmeyi de başarmıştır.

adaptasyon2
Gone With The Wİnd

 

Örnek, 1939 yılında gösterildiği sinema salonları önünde uzun kuyruklar oluşturan bir film, 80’li yıllara gelinceye kadar bütün zamanların en çok iş yapan filmi unvanını koruyan ‘Gone With The Wind – RÜZGÂR GİBİ GEÇTİ’ vizyona girer.

Clark Gable, Leslie Howard ve Vivien Leigh’in oyunculuklarını üstlendiği bu film Atlanta’lı kadın yazar Margareth Mitchell’ in yine aynı isimli tek romanının uyarlamasıdır ve  Hollywood yapımcısı David O’Selznick’in en ünlü projesi ve uyguladığı reklam kampanyaları ile de tam bir yapımcılık başarısıdır.

Kitabın filme alınacağının söylendiği ilk andan itibaren Amerika’da büyük bir heyecan yaratmış olan bu projede artık bir halk kahramanı haline dönüşen Rhett Butler ve Scarlett O’Hara’yı kimlerin canlandıracağı büyük merak uyandırmıştır.

Daha sonraları halkın baskısı ile Rhett karakteri için Clark Gable tartışmasız bir isim haline gelmişse de Scarlett bir türlü seçilememiştir.

Bu rol için bir yandan Lucille Ball, Joan Bennett, Claudette Colbert, Bette Davis gibi ünlü isimler tartışılırken bir yandan da ülke çapında yarışmalar tertiplenmiştir.

Son dakikada, hatta filmin bazı sahneleri çekilirken, Sir Laurence Olivier’in eşi, şöhretini tiyatroda yapmış bir İngiliz aktrist olan Vivien Leigh’in seçimi bomba etkisi yaratmıştır.

Hikaye Kuzey – Güney arasındaki güç paylaşımının sonucu çıkan Amerikan iç savaşının oluşturduğu fon çerçevesinde geçen bir aşk hikayesi olarak aynı zamanda o dönem Amerikan sinemasının romantik – duygusal bir örneğini temsil eder.

Böylece gelişen sinema bir süre sonra adaptasyon ile yavaş yavaş romanla benzer özellikler kazanarak romanın görevini de yerine getirmeye soyunmuştur diyebiliriz.

Adaptasyon, bir metnin (roman, hikâye, tiyatro oyunu, bilgisayar oyunu, çizgi roman vb. gibi) filme uyarlanabilirliği ile ilgili teorik ve pratik sorunları içerir.

Bu durum da sinema ile diğer medyumlar arasındaki anlatım farklılıklarından doğan kaçınılmaz bir sorundur.

SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI – I

posted in: Senaryo | 0

SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI

Senaryo yazarı sinema için yazacağı öykülerini kendi hayal gücüne dayanarak özgün bir  şekilde tasarlayabileceği gibi, edebiyattan, tiyatrodan, müzikallerden, televizyondan, video oyunlarından, çizgi romanlardan uyarlayarak da tasarlayabilir. Film festivallerinin çoğu bu öykü kategorizasyonunu yaparak senaryo ödüllerini verir.

Özgün Öykü:

Özgün öyküde yazar kendi hayal gücüne, yaşam deneyimlerine ve bilgi dağarcığına göre bir tema çerçevesinde özgün öyküsünü tasarlar. Özgün öyküler sinemasal endişeler göz önüne alınarak yazıldıkları için sinemasal anlatıma daha yatkındırlar.

Özgün öykü, güncel yaşamdan, gazete ve televizyon haberlerinden, İnternet’ten, anılardan, yaşam tecrübelerinden esinlenecek bir fikir çerçevesinde sinemasal öykü saptandıktan sonra, bu öyküleme kuralları uygulanarak geliştirilir.

Zamanla sinemanın gelişmesi ile yönetmenler sinemayı gerçek bir sanat dalı olarak görmeye başlamışlar ve bu görüş bağlamında eserler vermek istemişlerdir. Böylece Edebiyata ait olan “author” (yazar) konseptinin sinemaya “auteur” olarak adapte edildiğini görüyoruz.

Auteur sözü ilk olarak 1950’li yıllarda André Bazin tarafından Cahiers du cinema (Sinema Defterleri) isimli Fransız sinema dergisinde kullanıldı. Bu belirli aralıklar devam etti ve daha sonraları terim Fransız eleştirmenler ve filmciler arasında yaygınlaşmaya başladı. Claude Chabrol, Françoiş Truffaut, Jean-Luc Godard ve Jacques Demi gibi isimler çalışmalarıyla terimi yaygınlaştırdı.

Fransız yeni dalga eleştirmenleri filmi bir dil, yönetmeni de kalem yerine kamerayı kullanan bir yazar olarak gördüler. Böylece auteur yönetmenler, kişisel ifade yetenekleriyle kendi özgün hikayelerini yaratarak eserlerini vermeye başladılar. Auteur yönetmen filmine kendi  işaretini koyar imzasını atar. Stüdyo müdahalelerine ve kolektif sürece rağmen filmde auteur yaratıcı sesi daha belirgindir. Bunun sonucu olarak film sadece yönetmenin ismi ile anılmaya başlar. Akira Kurosawa, Miyazaki, Antonioni, Bergman, Cassavetes, Spielberg, David Lean, Scorsese, Tarantino, Polanski, Wong Kar Wai filmi gibi. Çünkü izlediğiniz filmin dili yönetmeni bilmeseniz dahi onu tanıyabileceğiniz kadar belirgindir.

 

öykü 2
Hayao Miyazaki

 

1962 yılında Amerikan film eleştirmeni Andrew Sarris, terimi Amerika’ya tanıttı. Çoğu ünlü yönetmen auteur olarak anılmaya başladı. Bunlar, 1958’den 1960’ların sonuna dek süren Fransız Yeni Dalga akımına dahil değildiler. Fakat kendilerini Hollywood’un stüdyo sisteminden ayırt edebilen özelliklere sahip isimlerdi.

 

Öykü 4
John Cassavetes

 

Auteur teorisi Hollywood’da fazla popüler olmamıştır. Çünkü, Hollywood’un stüdyolarında yapımcıların filmlere hükmettiği bir anlayış vardı ve film çekimi çok profesyonel ve kollektif bir işti, yani orada film çok daha fazla ticari bir meta olma özelliği taşıyordu.  Senaryo yazarları da filmin tek bir kişiyle bağdaştırılmasından hoşlanmıyorlardı.

“Devam edecek”

SENARYO YAZARI OLMAK İÇİN…

posted in: Senaryo | 0

Senaryo yazarı…

Her sanatçı kendi tarihini kendisi yazar, ama… Kabaca, (hatta hamasi bir anlatımla) bir senaryo yazarı olmak için gereken…!!!

ENTELEKTÜEL OLMAK; Sanatçı her şeyden önce bilgi taşıyan bir entelektüeldir.

Her şeyi bilimselleştirebilen burjuvazinin tek denetleyemediği “serseri mayın” imge ve onu bir ham malzeme olarak kullanan sanatçıdır.

İlgi, gözlem, yetenek vs. senarist olmak isteyen kişiye bağlı unsurlardır.

Senaryo ise gözlem, araştırma, genel kültür, yaratıcı yazma yeteneği, ve hayal gücü gerektiren zorlayıcı bir çalışmadır.

Biz burada senaryo yazma tekniğini ve kurallarını basit ve anlaşılır bir dille anlatmaya çalışacağız.

Senaryo yazarı olacak hedef kitlemizi ise şöyle tanımlayabiliriz;

  1. Senaryo yazımı hakkında hiçbir fikri olmayıp denemek isteyenler.
  2. Birkaç denemede bulunmuş ama konuya hakim olmayıp daha fazla bilgiye ihtiyaç duyanlar.
  3. Profesyonel senaryo yazarlığı yolunda ilerleyen ama konuyla ilgili her tür bakış açısına açık olanlar.

Filmin belirlenen genel ve alt amaçlarına, teknik ve yapım olanaklarına, hedef izleyici kitlesine göre, yapımın özünü unutmadan, belli kurallara uyarak oluşturulan 35-100 sayfalık bir metindir senaryo.

“Senaryo, görüntü ve sese dönüşecek bir düşüncenin, bir olayın yazıya dökülmüşüdür”

(Eliot 1972:64).

İyi bir filmin her şeyden önce iyi bir senaryosu vardır. İyi bir senaryonun ise iyi bir hikayesi.

Senaryo yazmak isteyenler, ilk önce iyi bir hikaye anlatıcısı olmayı hedeflemelidir.

Drama’nın sınıflandırmalarını, tanımlanmış unsurlarını ya da senaryo formatlarını öğrenmek bu sürecin  parçasıdır. Fakat yeni başlayan biri ilk önce hikayenin ne olduğunu anlamalıdır.

Hikaye, bir çatışmanın (conflict) oluşması, gelişmesi ve sonunda en yüksek noktaya ulaşarak (climax) bir çözüme (resolution) varmasıdır. İşte iyi bir hikaye anlatıcısı olmak çatışmanın ne olduğu, nerelere doğru gelişebileceği ve nasıl sona ereceği problemini anlaşılır bir şekilde ortaya koymaktır.

Bir anlamda senaryo yazımı bulmaca çözmeye benzer.

Bu bulmacayı çözmek için, iyi bir senaryo yazarının yazarlık, felsefe, tarih, film yapım teknolojisi, kurgu, oyunculuk gibi konularda da bilgili olması gerekir.

Görsel bir anlatım tekniği olan “Senaryo” yazımı kendine özgü özellikler taşır;

  • Gerçek yaşamdan alınarak, kurmaca olarak (fiction) veya başka bir sanat dalından (roman) etkilenerek sinemanın kural ve koşulları dikkate alınarak öyküleme – dramatik yapı kurulur.
  • Kurulan bu yapı içinde belli düşünceler çerçevesinde, karakterler yaratılıp ilişkiler kurularak olay yaratılır, bu olay geliştirilerek sonuca varılır.
  • Diğer bir yönden senaryo görüntü, ses ve sahneleme yöntemlerinin detaylarını kapsayan teknik bir çalışmadır.
  • Görüntü; oyuncu, kamera hareketleri, çekim ölçekleri, dekor, ışıklandırma, özel etkiler (special effects) gibi öğeleri, ses ; diyalog, müzik, ses efektleri (sound effects) gibi öğeleri kapsar.
  • Tüm bu öğelerin yapımın gerçekleşmesi sürecinde nasıl uygulanacağını detayları ile anlatarak yapımı gerçekleştiren bir yazılı şema olarak düşünülebilir.
  • İşte bu şemanın sinemasal açıdan bağlı olması gereken bazı kurallar vardır.
  • Bu kurallar hakkında sinema kuramcılarının ve ünlü senaryo yazarları çok çeşitli öneriler geliştirmişlerdir.
  • Sanatın formüllerle ifade edilebileceğini söylemek hayli zordur  ama kuralları bilmek ortaya konan çalışmayı irdeleyip analiz edebilmek için gereklidir. Bu analiz ve sorgulama da uygulayıcının her şeyden önce kendini tanımasına ve ne yapmak istediğini iyi bilmesine yardımcı olurken uygulamayı da kolaylaştırır.

Yukarıda belirttilenlere bağlı olarak senaryo yazarı olmak isteyenlere burada birkaç kısa öneride bulunalım;

  1. Orijinal olun,
  2. İlk eserinizin kusursuz olmasını beklemeyin,
  3. Düşünce özgürlüğünüz kullanın,
  4. Senaryoyu ciddiye alın.

  [metaslider id=”3482″]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Senarist ve Senaryo…

posted in: Senaryo | 0

 

senarist1

Senarist ve senaryo…

Senaryo…Üretim tarzı açısından diğer edebiyat eserlerinden farkı.

“Senarist kimdir?” ve “Senaryo nedir?” sorularını sorduğumuzda kısaca;

“Senarist bir sanatçıdır”,

“Senaryo bir sanat eseridir”, diye cevaplayabiliriz.

Fakat bu iki genel soru ve cevap senaristin kim ve senaryonun ne olduğu konusunda bizi bilinçlendiremez.

Çünkü aynı soruları edebiyat alanında “roman” ve “romancı”, tiyatro alanında “oyun yazarı” ve “oyun teksti” için de sorsaydık, yine benzer cevapları alacaktık.

Peki fark nedir?

Sorularımızı ancak her üç (drama) alanının üretim tarzları göz önüne alınarak özelleştirdiğimizde yanıtlarımız anlam kazanır.

Bu yüzden sorularımızı sinema için özelleştirip, diğer drama alanlarıyla üretim ilişkileri düzeyinde kıyaslayarak ilerlememiz çok daha doğrudur.

Bilindiği gibi sinema, yaklaşık 110 yıl önce filme kaydedilen hareketli görüntülerle, teknoloji ve teknik kullanılarak yeniden üretilen (röprodüksiyonel) bir sanattır.

Sinemanın bu “yeniden çoğaltılan” özelliği roman için de geçerlidir. O da matbaanın icadından (yaklaşık) iki yüzyıl sonra şekillenmiş bir sanattır.

Her iki dramatik biçim, çeşitli aşamalardan geçerek izler-çevrelerine (seyirci veya okuyucu) ulaşır. Romancı da senarist de ürünlerini bir alfabe kullanarak yazarlar ve daha sonra yayıncı veya film yapımcısına teslim ederler.

Ardından roman için matbaa, senaryo için çekim aşaması başlar.

Fakat her iki dramatik ürünün geçtiği çoğaltım aşamaları pratikte birbirinden oldukça farklıdır.

Çünkü romancı, hangi teknolojiyi (kalem-kağıt, daktilo veya bilgisayar) kullanırsa kullansın, sonuçta bir dilin alfabesini ve dil bilgisi kurallarını kullanıp, dramatik bir edebi söylem yaratır ve eserini kağıda geçirir.

Romancı, romanın yazım sürecinde (genellikle) tek başına çalışır ve romanını bitirir. Metni yayın evine teslim ettikten sonra romancının işi bitmiş sayılır.

Gerisi artık “dış metin” dediğimiz, daha çok yayın evinin takip ettiği, birkaç aşamadan geçen ve romanın bir kitap haline getirilmesi sürecidir.

Roman daha sonra dağıtıma girer ve okuyucusuna ulaşır.

Senarist de kullandığı dilin alfabesi ve dil bilgisini kullanarak senaryosunu yazar.

Fakat senarist bu araçları sinematografik (yani görsel) bir söylemin nasıl yaratılacağını ifade etmek için kullanır.

Senaryo bittiğinde senaristin işi bitmiş olsa da senaryo daha filme giden yolun başındadır.

Senarist, yazdığı senaryoyu yapımcıya teslim ettikten sonra bu senaryo üstüne çalışmaya başlayacak diğer yaratıcılar (film, görüntü, sanat ve müzik yönetmenleri, oyuncular, vs.) onun üzerinde yoğunlaşarak film haline getireceklerdir.

Yani, senaryo filme giden yolda yaratıcı bir ön aşamadır.

Önemli bir aşamadır ama bir film değildir.

Yaratıcıların çoğu eserlerini genellikle tek başına bitirmek isterler.

Romancılar bu duyguyu çok iyi bilirler.

Fakat sinemada yaratıcılar bir arada çalışarak bir filmi ortaya çıkartırlar.

Senaristin bir romancıdan ayrılan en önemli yanı budur; yani sinema kolektif bir iştir, egoist bir sanat değildir…

Senarist kağıt üzerine yazdığı senaryosunun, daha sonra başka yaratıcılar tarafından film haline getirileceğini baştan bilir ve ona göre çalışır.

Senaristin bunu bilmesi, bir romancının bir romanı tek başına yazma duygusundan oldukça farklı bir duygudur.

Sinema yazınında, senaryo için, “Dünyanın hiçbir kütüphanesinde filmi çekilmemiş ama klasik olmuş bir senaryo yoktur” diye, çok kullanılan bir söz vardır. Bu doğrudur, çünkü bir senaryonun yazılıp daha sonra okuyucu için basılmasının pek bir anlamı yoktur.

Senaryolar ancak film olunca sinema (ve kültür) tarihinde yerlerini alırlar…

Aşağıdaki slide gösterisinde özgün senaryo dalında Oscar ödülü kazanmış bazı filmler yer alıyor.

 

[metaslider id=”2272″]

 

 

 

Film Senaryosu Nedir? Sinemada önemi nedir? Senarist Kimdir?

posted in: Senaryo | 0

senaryo-sinema sinema
Senaryo-sinema

Senaryo ve Senarist Hakkında

Sinema toplumlardan kabul gördükçe sinema kuramcıları sinemayı iç ve dış eylemlere dayanan insani duyguların yanı sıra, felsefi görüş ve düşünceleri de başarı ile iletebilen bir sanat dalı olarak tanımlamaya başladılar.

Sinema dramaturgisinin gelişme sürecinde film senaryo’sunun ne olup olmadığı sürekli tartışıldı.

Kimilerine göre roman ve tiyatro gibi edebiyattı, kimilerine göre de bir filmin nasıl çekileceğini anlatan ve edebiyatla ilgisi olmayan teknik bir metindi.

Bu iki görüşün de kendilerine göre haklı tarafları vardır.

Filmin edebi senaryo’su edebiyat kurallarına uyması gereken edebi bir metindir.

Ama çekim senaryo’su teknik gereksinimleri de göz önüne alan ve filmin nasıl çekileceğini anlatan bir şema, bir plandır.

Sinemanın başlangıç materyali kaçınılmaz bir şekilde edebiyat ve tiyatro olmuş, Alexandre Dumas ve Victor Hugo’nun roman karakterleri uzun süre filmcilere malzeme sağlamıştır.

Film yapımcıları bazı romanları uyarlama yapmaya devam ederken, bazı romanları ayrıntılı film sinopsisi olarak kullanma yöntemine gitmişlerdir.

Karakter, ana fikir, macera vs. yaratımında roman yazarlarını kullanmışlardır.

Bunun en tipik örneği Amerikan polisiye romanlarıdır. Bu kitaplar genellikle iki amaçla yazılır; roman olarak okunmak için, Hollywood yapımcılarının seçimine sunmak için. Bu yaklaşımda yazarın bir yazar olduğu unutularak sadece teknik ayrıntıları kuran bir senarist olduğu düşüncesi yatar.

Bir film senaryo’suna en fazla benzeyen edebi metin tiyatro oyunudur diyebiliriz ama ilkesel olarak onları birbirinden ayıran farklılıkları göz ardı etmeden…

Film yapımcıları da bu özelliğin farkındadır. Bu durum yeni bir sanat dalının, kendinden önce var olan bir sanat dalını, kendi yolunu bulup kurallarını saptayıncaya kadar geçen sürede, taklit etme ve olanaklarından yararlanma yöntemi olarak düşünülebilir.

Tiyatro oyunu ve film senaryo’su yazılış amaçları, dramatik yapıları, dilleri açısından birbirlerine çok benzerler ama gösterim yerleri açısından birbirlerinden farklıdırlar.

Tiyatro oyunu tiyatro sahnesinde gösterilirken, film sinema perdesinde gösterilir.

Biri direkt izleyiciye hitap ederken, diğeri kamera objektifine hitap eder.

Bu durum tiyatro oyuncusu ile sinema oyuncusu arasındaki farklar gibi tartışmaya açık bir alan yaratacaktır.

Öte yandan tiyatro ile sinema arasında sergileniş açısında da büyük farklar vardır. Tiyatro tek bir sahneye hapsolmuşken, sinemanın olanakları sınırsızdır. Filmin birbirinden çok farklı  mekanlarda çekilmesi, müziğin anlatıma katkısı ve bir film için ona has özgün müzik yaratılabilmesi, bilgisayar efektlerinin getirdiği konu zenginliği vs. Tiyatro diyalogların mükemmelliğine dayanırken, sinema görselliğin mükemmelliğine dayanır.