Rene Clair 1898’de Paris’te doğdu. 1. Dünya Savaşı’na gönüllü ambulans subayı olarak katılan Clair, geçirdiği bir bunalımdan sonra 1918’de kendini bir Dominikan manastırına kapattı.
1919’da La Insurgente gazetesinde muhabirlik yapan Clair, sinemayla aktör olarak “Le Vuit de la Vie” filmi ile tanıştı. Clair 1924’de yönetmen ve senarist olarak ilk filmi “Paris qui Dort” u çevirdi.
Fransız komedi geleneğini tek başına dirilten adam olarak bilinen Clair 1923 ve 50’li yılların arasında 20 kadar filme imza atmıştır.
Madame Latour, Alman işgali altındaki Fransa’da tüm komşuları gibi ailesini yokluk ve sıkıntı içinde doyurmaya çalışan evli ve çocuklu bir kadındır.
Bir gün arkadaşına yardım etmek için yaptığı bir kürtaj denemesi başarılı olur.
Latour ismini duyan ve aynı operasyonu kendileri için isteyen diğer kadınlara yardım etmekte önceleri tereddüt eder fakat kolay kazancın çekiciliğine karşı koyamaz.
Ne var ki maddi açıdan ona büyük getirisi olan bu iş, Latour’un içinden çıkamayacağı bir duruma sokacaktır.
Marie-Louise Giraud’un gerçek yaşam öyküsü üzerine kurulu filmde Claude Chabrol günümüzde hala tartışılan iki sorunu işgal altındaki Fransa fonunda perdeye taşıyor. Yalnız başına mücadele veren her kadının sorunsalı ve kürtaj meselesi. Kürtaj cinayet midir, yoksa kadın özgürlüğü sınırları içinde halan bir seçim hakkı mıdır?
“ Bir Kadın meselesi “ 1989 En İyi Yönetmen, En İyi Aktris Sezarları, 1988 Venedik Film Festivali En İyi Aktris Ödülü ve 1990 Altın Küre En İyi Yabancı Film Ödülü başta olmak üzere dünya çapında pek çok ödül almıştır.
“Bir Kadın Meselesi”
1991 Fransa
108 Dakika Renkli
Yönetmen: Claude Chabrol
Senaryo: Claude Chabrol, Colo Tavarnier
Görüntü Yönetmeni: Thirard, Jean Rebier
Kurgu: Monique Fardoulis
Müzik: Mathieu Cahbrol
Oyuncular: İsabelle Huppert, Francois Cluzet II, Marie Trintignanat, Nils Tavernier, Lolita Chammala
Yapımcı: Marin Kamitz
Claude Chabrol 1930’da Paris’te doğdu. 1950’ler boyunca Chair du Cinema Dergisi’nde sinema eleştirmenliği yapan Chabrol erken 60’lardaki yeni dalga filmlerinin arkasındaki finansal itici güç ve 1958 de çektiği ilk filmi “Le Beau Serge” ile akımın önemli isimlerinden biri haline geldi.
35 yıllık sinema kariyerinde 45 filme imza atan Chabrol insan psikolojisine odaklanan karanlık öykülerin yönetmeni olarak tanınmıştır.
Sinema Tarih ve Müzik buluşmasında Fransız ustalardan.
Versailles Saray Bestecisi Yaşlı Marine Marais, müziğinin ruhsal fakirliğinden muzdariptir. Marais, bir başka viola da gamba virtüözü olan Mösyö de Sainte Colombe’u anımsar.
Sainte Colombe, Paris’in yozlaşmış yaşamına yüz vermemiş ve münzevi bir yaşam sürerek ikinci karısı için duyduğu aşkı melankolik kompozisyonlarına yansıtmıştır.
Saint-Colombe, Marais’yi gençliğinde yetiştirmeyi kabul etmiş, Marais ise bu inceliği onun kızlarından birini baştan çıkarak ödemiştir. Marais’in Sainte Colombe’un anlayabilmesi için yıllar gerekecektir.
Eski bir Fransız özdeyişinden esinlenerek adlandırılan, “Dünyanın Tüm Sabahları” hem roman hem de film olarak çok başarılı ve eşine az rastlanır bir örnek olarak kabul gören bir baş yapıttır. Günümüz Fransız edebiyatının en önemli yazarlarından Pascal Quignard´ın en popüler kitabıdır.
Günümüzde Kült Filmler kategorisine de sokulan bu film Fransız sinemasının en önemli yapıtlarından biridir. En iyi film ve en iyi yönetmen başta olmak üzere 7 dalda Oscar ödülü de kazanan Altın Küre ve Altın Ayı Ödüllerinde de başarısını devam ettiren “Dünyanın Tüm Sabahları” görkemli anlatımı ile müzik ve sinema ilişkisinin güzelliğini de tüm boyutlarını yeniden keşfediyor.
Dünyanın Tüm Sabahları
1991 Fransa yapımı
Süre: 115 dakika
Renkli
Yönetmen: Alain Corneau
Senaryo: Alain Corneau
Görüntü Yönetmeni: Yves Angelo
Kurgu: Marie Josephe Yoyotte
Müzik: Jordi Savali
Oyuncular: Jean-Pierre Marielle, Gerard Deperdieu, Anne Brochet, Guillaume Deperdieu, Carole Richert, Michel Boquet, Jean-Claude Dreyfus.
Film Yapım: Film Par Film, Diwali Films, DD Production, Sedif, FR3.
Alain Corneau
1943’de doğan Alain Corneau yönetmenliğe soyunmadan önce jazz müzisyenliği yaptı. Sinemaya girdiğinde ise Costa Gavras’ın asistanlığını yaptı. İlk filmi 1974 yapımı hapisteki bir uyuşturucu satıcısının hikayesini anlatan “France Societe Anonyme” ile adını duyurdu.
“Sinemada bir yönetmen bireyselliğini her şeyden önce zaman duygusuyla, ritimle ifade eder. Ritim, ayırt edilebilir stilistik özelliklerle bir esere renk verir. Ritim bir filmde doğal olarak ortaya çıkmalı, yönetmenin doğuştan gelen yaşam duygusunun bir işlevi olmalı ve zaman arayışıyla bağdaşmalıdır.”
In the cinema a director expresses his individuality first and foremost through his sense of time, through rhythm. rhythm gives colour to a work by distinguishable stylistic characteristics. Rhythm must arise naturally in a film, a function of the director’s innate sense of life and commensurate with his quest for time.
“Belli bir anlamda geçmiş, bugünkünden çok daha gerçektir. Başka bir deyişle daha istikrarlı, daha esnektir. Şimdiki zaman, parmakların arasında kum gibi kayar ve kaybolur, ancak hatırlandığında var olur. ”
“In a certain sense the past is far more real, or at any rate more stable, more resilient than the present. The present slips and vanishes like sand between the fingers, acquiring material weight, only in its recollection.”
Sinema görsel bir anlatım olmasına rağmen Sinema Senaryolarında diyalog senaryonun en önemli unsurlarından biridir. İnsan jest ve mimiklerin yanı sıra ağzından çıkan ses ve kelimelerle iletişim kurar. Bir filmde yer alan karakterler ses, söz, jest ve mimik bütünlüğü içinde kendilerini ifade ederler. Sinemanın en görsel türlerinde bile diyalogların işlevi vardır. Hatta sessiz filmlerde bile mimikler ve ara yazılarla aktarılan bir çeşit diyalog olduğunu söyleyebiliriz.
Diyaloglar film senaryosunun dramatizmini oluşturan kahramanların kendilerini ifade etmesine sağlar ve giriştikleri değişik işlemleri anlamamıza yardımcı olur.
Filmin konuşma örgüsü izleyicinin bireysel belleğine hitap ettiği için günlük yaşamın konuşma örgüsüne benzerlik gösterir ama yaşamsal gerçeklik ile filmsel gerçeklik birbirinden farklıdır…
Tiyatro hikayesi diyaloglarla gelişirken, söz sinemada çok daha ekonomik kullanılır.
Sinema senaryolarında diyalog’ lar tiyatro ve edebi eserden farklı olduğu- bir yerde buna avantajı da diyebiliriz – bu nokta çok önemlidir. Çünkü sinema, tiyatro veya romanın diyaloglarla ifade edebileceği birçok şeyi görsel anlatımla ifade edebilir. Senaryo yazarı az sözle çok şey anlatabilir; özlü, anlamlı, betimsel ve dinamik diyalogların seçimi yazarın işini çok kolaylaştıracaktır
Sinemada tüm eylemler bir hedefe ulaşmak için yapılır.
Karakterinizi gerekli olmadıkça konuşturmayın; amatörlerin yaptığı en büyük hatalardan biri budur. Sadece bir sahnede oldukları için konuşan karakterler yaratmaktır.
Sinema Senaryolarında diyalog’lar, gerçek hayattaki gibi rastlantısal, konunun dışına çıkan, tekrarlayan ve çoğu zaman gereksiz konuşmalar değildir. Dramatik diyaloglar planlı ve amaçlı bir şekilde düzenlenir.
Karakterlerin ne söyledikleri değil, ne yaptıkları önemlidir.
Örneğin çapkın bir karakter ilişkide olduğu değişik kadınlara “seni seviyorum” diyebilir. Ancak onu tanımlayan eylemleridir.
Dramalarda yalan söylemek iyidir. Yalan söyleyen diyaloglar seyirci açısında her zaman ilginçtir. Çünkü izleyici için karşı tarafın bu yalanı anlayıp anlamayacağını öğrenmek bir merak kaynağıdır. Merak da izleyiciyi olaya bağlı tutar.
Çatışma; Sinema senaryolarında diyalog kurmanın en kolay yollarından biri çatışmadır. Sinemanın anlatımı çatışmaya dayanır; bir karakter bir şey isterken diğer karakter başka bir şey ister ve bu da hikayeyi ilerletir.
Yönetmen: Josef von Sternberg, Senaryo: Robert Liebmann, Karl Zuckmayer, Karl Vollmoeller, Görüntü: Günther Rittau, Hans Scheeberger, Müzik: Frederic Hollander, Otto Hunte, Emil Hasler, Oyuncular: Emil Jannings, Marlen Dietrich, Kurt Gerron
Süre: 98 dakika
Menşe: Almanya.
Sessiz sinemanın etkisini tümüyle yetirdiği bir dönemin başlangıcında çekilen bu Alman filmi İngiltere ve özellikle Amerika’da büyük yankılar uyandırmıştır.
Ünlü yazar Heinrich Mann’ın romanından uyarlama olan bu film o sıralarda ABD’de yaşayan ve Alman Kara Film’lerinin Amerika’daki ilk uygulamalarını gerçekleştiren yönetmen Sternberg’e memleketinden gelen bir öneri olarak sunuldu.
Mavi Melek Projesi için düşünülen isimler, filmin de büyük ölçüde başarısını borçlu olduğu müthiş oyuncu Emil Jannings ve Brigitte Helm idi. Almanya’ya giden Sternberg orada 30’lu yaşlarına merdiven dayamış ve oynadığı filmlerle henüz başarıyı yakalayamamış olan Marlene Dietrich ile tanıştı ve erkekleri etkileyerek yok edişe sürükleyen vamp kadın Lola-Lola rolünü büyük bir sürpriz yaparak ona verdi. İkilinin yedi yıl sürecek olan duygusal beraberlikleri de böylece başlamış oldu.
Saplantılı bir aşk ve buna bağlı bir yok oluş hikayesini anlatan filmin konusu ise kısaca şöyledir; bir gece kulübünde şarkı söyleyen Lola-LolaProfesör Unrat ile tanışır ve onun saygın kişiliğinden etkilenerek bir nevi hami olarak algılarken Profesör Unrat Lola-Lola’ya şehvetli bir aşk ile bağlanacaktır.
Bir aşk ve baştan çıkarma öyküsünün anlatıldığı filmin sonunda Unrat tüm bu saygın kişiliğini ayaklar altına alarak kaçınılmaz bir yok oluşa sürüklenecektir.
Alman sinemasının o dönemlerde çok düşkün olduğu düşüş, yok oluş ve mazoşizm temalarını işleyen bu filmin kostüm ve dekorları da çok başarılıdır. Müzikleri ise tüm dünyayı dolaşmış ve hala günümüzde de dinlenmektedir. Dietrich’in erkeğin cinselliğinin kullanılarak aşağılanmasına aldırmayan femme fatale rolü sinemayı yıllar boyu etkilemiştir.
Belgesel senaryoları da kurmaca uzun- kısa metraj film senaryolarında kullanılan ana kurallara dayanarak yazılır ama belgesellerin doğalarından gelen kendilerine has bazı farklılıkları vardır.
Belgesel Filmler kurmaca olmayan gerçeklere dayanır; gerçek olaylar, gerçek duygular, gerçek insanlar, kültürler anlatılır. Belgesel senaryoları daha esnektir, kurmaca film senaryolarının yazımında kullanılan izleyicinin tüm ilgisini yakalamak amacıyla tasarlanmış sıkı kurallar, ön kabuller, belgesel senaryolarında yoktur. Bir belgesel kalbinde o filmi yapmanın amacı olan bir mesaj taşımakla beraber gerçek dünyada geçerli olan kurallara uyar.
Birçok belgeselciye göre belgesel yapımı kendinden gelişen organik bir prosestir ve filmci olayları yaşarken filmini yapar. Özellikle filmci kendi kontrolu dışında cereyan eden olayları – siyasi miting, kalkışma, protesto, gösteri, doğa olayı vs gibi – kaydediyorsa elindeki yazılı metnin –eğer varsa- pek değer taşımayacağı iddia edilir.
Önceden yazılmış bir senaryo, iyi bir film ile kötü bir film arasındaki farkı yaratan ana etkendir diye düşünmekte yarar vardır. Senaryo bir yolculuğu çıkarken yanınıza aldığınız haritaya benzer; yolculuk esnasında karşılaşacağınız engelleri, sürprizleri aşmak için kullanılır. Yaptığınız çalışmaları birleştirerek hikâyeyi oluşturur ve bazen sapılacak ikinci veya üçüncü bir yol olduğunu göstererek yazarı yolculuk boyunca kaybolmaktan korur.
Senaryo sorunsalının ardından şöyle bir soru da sorabiliriz; Belgesellerin doğru olması gerekir mi?
Gerçeğin, bilginin veya gerçekliğin ne olduğu konusunda hemfikir olamadığımızdan, belgesel film yapımcılarının bu konudaki tercihleri değişik olabilir.
Bu bağlamda sinema kuramcıları Belgesel Filmleri türlere ayırarak sorunsalı çözmeyi tercih etmişlerdir.
Belgesel film yapımcılarının gerçeği iletmek için kullandıkları yönteme göre belgeselleri altı alt türe kategorize etmek mümkündür.
Şiirsel Belgesel
Bu Belgesel Filmler ‘de bir hikâyeyi oluşturmak için geleneksel olarak kullanılan doğrusal hikâye akışı terk edilmiştir. Mekânsal özellikler, ritim, tempo, akış tonu gibi özelliklerden yararlanılarak görüntüler arasında bağlantı kurularak hikâye anlatılır.
Açıklayıcı Belgesel
İlk kez 1920’lerde şiirsel belgeselle birlikte ortaya çıkan bir türdür. İzleyiciye sunulacak belirli bir argüman veya bakış açısı çerçevesinde ilerler. Genel olarak, yukardan bakan otoriter bir sestir. Anlatılanın gerçekten doğru olduğunu kanıtlayan görüntülerle hikâye izleyiciye taşınır.
Propaganda belgeselleri bu türe örnek gösterilebilir.
Gözlemsel Belgesel
“Cinema Verite – Gerçekçi Sinema” hareketi tarafından desteklenen bir Belgesel Film türüdür. Kameranın konularını kesintisiz olarak yakalamasına izin vererek gerçeği gözlemleyen ve izleyiciye aktaran bir türdür.
Katılımcı Belgesel
Her etkinin bir tepkisi vardır. Doğrudan Sinema’nın müdahale etmeden gözlem tarzı ile hikâye aktarımı ortaya çıkınca, tam tersi bir duyarlılık da ortaya çıktı. Katılımcı belgesellerde film yapımcısı, denekler ile röportaj yaparak izleyici de hikâyeye katılmaya davet eder.
Refleksif Belgesel
Alt türlerin en Brecht’cisi olan refleksif belgesel, film yapımcısının özneyle olan ilişkisiyle değil izleyiciyle olan ilişkisiyle ilgilidir. Perdenin arkasındaki erkeği (veya kadını) seyirciye göstererek doğrudan hikâyeye katılmasını sağlar.
Dramatik Belgesel
1980’lerde refleksif alt türle birlikte ortaya çıkan dramatik belgesel, gerçeği göreceli olarak vurgular ve film yapımcısı konuyu kişisel olarak ele almayı tercih eder. Yani oyuncular ve kostümler düzenlenmiş mekanlar kullanarak bir olayı – örneğin tarihsel bir olayı- canlandırır.
Bu türün ülkemizde en iyi örneklerini veren Yönetmen Tolga Örnek’ tir.
“Hititler”, 2001 ve “Gelibolu” 2005 belgeselleri.
Tabii bu türlerin hepsinden birer parça alarak karışık olarak kullanılan Hibrid belgesel diyebileceğimiz bir türde Belgesel Filmler mevcuttur.
Görüntü üzerinde etkin olan faktörlerden biri de kuşkusuz renktir. Renklerin izleyicilerde değişik duygular yaratabilme gücünden yararlanarak görüntü renkleri ile oynamak film çekimlerinde sıklıkla yapılan uygulamalardan biridir. Bir film hikayenin anlatmak istediğine bağlı olarak bütünüyle belirli bir renk dengesinde hazırlanabileceği, belirli sahneleri yine dramatik yapıya bağlı olarak belli renklere boyanabilir.
Sinema görüntülerinde kullanılan sıcak (sarı, kırmızı, yeşil vs.) renkler çekici soğuk (mavi, cyan, gri vs.) renkler ise itici renklerdir.
Ayrıca bir hikâye geçmişe döndüğünde belirli bir renk dengesi örneğin; sıklıkla sepya veya sarı, bazen siyah-beyaz bu dönemi vurgulamak için kullanılır. Bazen bir filtre yardımı ile de sahneye tümüyle bir renk baskınlığı vermek olasıdır.
BEYAZ: Sinema görüntülerinde en olumlu renk beyazdır. Başlangıcı, henüz yazılmamış boş bir sayfayı temsil eder. Bekaretin de sembolü beyazdır.
SİYAH: En koyu renktir ve bitiş, yok oluş ve vazgeçmek demektir. Hikâyenin son sayfasıdır, artık yazacak hiçbir şey kalmamıştır. Renk seçiminde ise aşırı duygu ve davranışların dizginlenmesini temsil eder. “Cool ve ince görünme arzusu dışında” siyahı seçen insanlar kendi kaderlerine isyan ederken, hayatta hiçbir şeyin istedikleri gibi olmadığını düşünürler. Sinema görüntülerinde en çok tercih edilen renklerden biridir.
MAVİ: Uzun süre gökyüzüne bakan insanların bedeninde mutluluk verici serotonin hormonunun salgılandığı bilimsel bir gerçektir. Mavi renk kan basıncın, solunum hızını ve kalp atışlarını düşürür. Mavi renge bakan kişilerin bedeninde bir rahatlama ve gevşeme gözlenir. Sinemada mavi genellikle soğuk renkler kategorisine girer.
KIRMIZI: Enerji demektir, hayatı temsil eder. Kan basıncını yükseltir, solunumu ve kalp atışlarını hızlandırır.
Arzu, şehvet, cinsel istek demektir. Salgıları ve sinir sistemini etkilediği için güçlü libido, kazanma ve ilerleme isteği, güç ve kontrol arzusu demektir. Sembolik olarak savaş ve zafer için dökülen kan demektir. Bu açıdan erkekliği de temsil ettiğini düşünebiliriz. Fiziksel ve sinirsel bitkinlik, cinsel gücün kaybedilmesi reddedilmiş kırmızı ile ilişkilendirilir.
YEŞİL: Sinema görüntülerinde yeşil renk güven, kendine saygı ve kendi değerlerine odaklanma ve tutarlılığı temsil eder. Sembolik olarak kökenlerine bağlılık, gurur ve değişmezlik demektir. Demek ki Yeşil rengin içinde var olan gerilim kişinin gurur duygusunu güçlendirerek dış etkilere karşı bir duvar oluşturmasına yol açar. Bu korumacılık eleştiri, mantık, hafıza, ifade gibi değerleri geliştirerek kişinin kendisi ve başkaları için üretken yaşam beklentisi yaratır. Yeşil seven kişilerin sıklıkla gastrit, ülser gibi sindirim sistemi hastalıkları yaşamalarının sebebi bir yerde bu kontrolcü yaklaşımdan gelir.
SARI: Işık (güneş) ve neşeyi yansıtan parlak bir renktir. Kaygısızlığı ve psikolojik olarak rahatlamayı temsil eder. Kırmızı gibi uyarıcı bir renktir; kan basıncını artırır, solunum ve kalp atışlarını hızlandırır. Fakat bu durum kırmızı kadar yoğun ve kalıcı değildir. Sembolik olarak güneşe davet, neşe ve mutluluk demektir.
MOR: Kırmızı ve mavinin karışımından oluşan mor bu her iki rengin özelliklerini kendinde toplamıştır. Kırmızının heyecanını ve mavinin teslimiyetini birleştirerek özdeşleşmeyi temsil eder.
Moru seven kişiler kendi kişilikleri ile başkalarını kolayca etkilerken ilişki kurmaya da çok yatkındırlar. Fakat bu durum kişiyi sorumsuzluk duygusuna iten bir güdü olarak da düşünülebilir. Dolayısıyla yetişkin olmayan kişiler (çocuklar) dünyayı bir ölçüde olağan dışı kabul ettikleri için moru çok severler. Duygusal tutarsızlıklar taşıyan yetişkinlerin çoğu da etraflarını gerçek dışı bir dünya ile çevreledikleri için moru tercih ederler.
KAHVERENGİ: Sarı ve kırmızının karışımıdır. Bu renkte artık kırmızının güçlü etkisi azalmıştır, bedenle direkt ilişki olarak duyumsal durumu betimler. Bir şeylerin yokluğunu, güvensizliği, fiziksel ve ruhsal doyumsuzluğu hisseden insanlar kahverengiyi tercih ederler. Köklerin, ailenin, yuvanın önemini vurgulayan bir renktir.
GRİ: Belirleyici özelliği olamayan, nötr bir renktir. Zıtlıklar birbirinden ayırarak, sınırı ifade eder
Manage Cookie Consent
To provide the best experiences, we use technologies like cookies to store and/or access device information. Consenting to these technologies will allow us to process data such as browsing behavior or unique IDs on this site. Not consenting or withdrawing consent, may adversely affect certain features and functions.
Functional
Always active
The technical storage or access is strictly necessary for the legitimate purpose of enabling the use of a specific service explicitly requested by the subscriber or user, or for the sole purpose of carrying out the transmission of a communication over an electronic communications network.
Preferences
The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
Statistics
The technical storage or access that is used exclusively for statistical purposes.The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
Marketing
The technical storage or access is required to create user profiles to send advertising, or to track the user on a website or across several websites for similar marketing purposes.