Yunanca tragoidia’dan gelen bir kelimedir; tragos (keçi) ve oidie (türkü) sözcüklerinin birleşmesiyle “keçilerin türküsü” anlamında kullanılır.
Tiyatro türleri arasında en önemli iki tür olarak Trajedi ve Drama sayılabilir.
Trajedi, tür olarak kişilerde korku, heyecan ve acındırma duyguları oluşturarak ders vermeyi amaçlayan en eski tiyatro çeşididir. En önemli özelliği ile, Şiirsel olarak yazılması ve değişmez kurallara bağlı olmasıdır. Bu özelliği diğer tiyatro çeşitlerinden ayrılır.
Klasik trajedi Aristoteles tarafından kuramsallaştırılmıştır.
Trajediler genellikle beş perdelik oyunlardır.
Eski Yunan’da başlayan bu eserler ortalama 3 ya da 6 perde olurdu. Dekor bulunmaz, ancak sahnenin bir köşesinde olayların sebep ve sonuçlarını anlatan bir koro yer alırdı.
Klasik trajedilerde, karakterler, kral, kraliçe, prenses, eski Yunan’ın tanrı ve yarı tanrıları gibi en üst tabaka kişilerinden seçilirdi. Karakterler arasında geçen olaylarla, insanların tutkularının, zayıflıklarının, iradeye bağlı yüce davranışlarla çatışmaları etkileyici biçimde anlatırdı.
Özellikle karakterlerin bir “katarsis“, yani arınma sürecinden geçmeleri şarttı. Bu da ancak kahramanın büyük bir hata yapması, bu nedenle acı çekerek arınması ve bu süreç sonunda doğru özü bulmasıyla gerçekleşebilirdi.
Yunan tragedya yazarları, oyunlarında bu günah-ceza kavramları üzerinde sürekli durmuşlardır.
Yunanlılar için gurur, kesinlikle cezalandırılması gereken en kötü huylardan biriydi. Nemesis, gururlu olanları ve bu gururlarına kapılarak davranışta bulunanları şiddetle cezalandıran bir tanrıdır..
Trajedilerde olay, zaman ve çevrede birlik demek olan “üç birlik kuralı” benimsenmiştir. Ayrıntıya girmeden tek bir olay gösterilir. Olayın baş ve son tarafları, sebepleri ve sonuçları gerektiğinde koronun ağzından halka duyurulur. Buna “olay birliği” denir. Trajedide olayının bir günde bittiğinin gösterilmesine “zaman birliği, tek bir şehrin belli bir köşesinde başlayan, olayın yine orada bitmesine de çevre (mekân) birliği” denir.
Trajedi şairleri mısralarının derin anlamlı ve bilgelik içerikli olmasına özen göstermişler, parlak söylevleri andıran yüksek ve asil bir üslup kullanarak, kaba ve niteliği düşük sözlere yer vermemişlerdir. Bu bağlamda Trajedi ve Drama türleri arasında bir benzerlik de kurulabilir.
Trajedilerde töre ve gelenekler, ahlak, kader değer verilen bir olgulardır. Amaç, “insanın acılarının ifade edilerek seyircilerin ruhunda korku ve merhamet uyandırılması” dır.
Bazı klasik trajedi örnekleri olarak; Sophokles’in “Kral Oidipus”u, Euripides’in “Andromakhe”ı ve Ariskhylos’un Titan Prometheus’un hikâyesini anlattığı, “Zincire Vurulmuş Prometheus”u, sayılabilir.
Yunan ve Roma dönemi trajedilerinin kuramsallaştırdığı bu kurallar daha sonra modern tiyatroda değişikliğe uğrayarak uygulanmıştır. Bazı oyun yazarları özellikle bu kurallarla oynayarak farklı türler yaratmıştır. Örnek; Bertolt Brecht ve Epik Tiyatro.
Trajedi ve Drama türünün diğer bir örneği Drama da üstünde önemle durulması gereken bir türdür.
Drama:
Trajediyle komediyi bir araya getiren bir tiyatro çeşididir.
Modern tiyatronun sürekli olarak aristokrat zümrenin yaşayışını veya sadece hayatın gülünç taraflarının sahneye aktarılmasını yeterli bulmayarak yaşamı birçok tarafıyla temsil edebilme isteğinden doğmuştur.
Üç birlik kuralını kesinlikle reddeden bu türün eserlerinin uzunluğu üç perdeden beş perdeye değişebilir ve düzyazı ve şiirsel halde yazılabilir. Toplumcu ve milli konuları işlerken kanlı ve çirkin olayların yanı sıra, gerçekçi olayları da seyirciye göstermekten çekinmez.
Konuları tarihten ve hayatın acıklı veya gülünç, çirkin veya güzel her olayından alınabilen dramda umut, neşe, kuşku, tasa, facia, kader ve komik davranışlar bir arada bulunabilir. Her türlü karaktere yer verilirken, kahramanları (alt – üst) her sınıftan seçilebilir.
Dramın ciddi ve ağırbaşlı yazılmış şekline “piyes”, duygulandırıcı ve heyecan verici olanına “melodram” denir.
Melodram müzikli oyun demektir, yalnız günümüzde müzik kısmı atılmıştır.
Kahramanları cin, peri, dev gibi düşsel varlıklar olan ve belirsiz bir yer ve zamanda geçen “feeri” ise yine bir dram türüdür ve bir masalın sahneye konulmuş şeklidir.
95. Oscar Ödülleri’nde ilginç filmlerin başında bu şaşırtıcı derecede sıcak bir gay hikayesi geliyor.
Fas’ta İşlettikleri elbise dükkanını devam ettirmekte zorluk çeken yaşlı bir çift, genç bir çırağı işe alırlar. Bu genç çırak işe başladığında ağzından çıkan ilk kelimelerden biri “Hızlı çalışıyorum” olur. Bu aynı zamanda “Mavi Kaftan” ın yönetmeni Maryam Touzani’nin yaklaşımını da tanımlıyor; Touzani, basit öncülünü o kadar hızlı bir şekilde kuruyor ki, tüm filmi beş dakika içinde çözdüğünüzü düşünebilirsiniz. Karısıyla para konusunda kavga eden içine kapalı bir eşcinsel terzi, bu genç adama akıl hocalığı yapmaya başlar.
Ancak bu öncülü statükoyu havaya uçurmak için kullanmak yerine, Touzani titizlikle geriye doğru çalışıyor ve bu ilişkilerde tahmin edebileceğimizden çok daha fazlası olduğunu gösteriyor. Ve neredeyse her fırsatta beklentileri altüst eden şaşırtıcı derecede sıcak bir hikâye yaratıyor. “Mavi Kaftan”, cinselliğini geç keşfeden eşcinsel bir adam hakkında bir film olsa da, özündeki aşk hikayesi gerçekten onunla karısı arasında bir hikaye; birlikte geçirilen bir ömür boyunca oluşabilecek arkadaşlık ve anlayışla ilgili. Touzani’nin kaçınılmaz ikinci sınıf özelliği, evlilik kurumunun bir savunması; bir ömür boyunca bir insan diğerinin bilmediği yeni özelliklerini keşfedebilir
“Joyland” Pakistan’ın 95. Oscar Ödülleri Uluslararası Uzun Metrajlı Film Adayı da bir gey hikâyesi.
Filmde Ali Junejo, yedek dansçı olarak işe girdikten sonra trans bir sanatçıya (Alina Khan) aşık olan evli bir adamı canlandırıyor. Bastırılmış duyguların hassas ve çoğu zaman üzücü bir portresi olan “Joyland” hikayesinde kahraman içten gelen arzularıyla uzlaştıkça duygusal bir katarsise dönüşür
“Joyland”, Saim Sadiq’in ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesinde yazıp yönettiği 2022 yapımı Urduca ve Pencapça drama filmi. Filmde Ali Junejo, Rasti Farooq, Alina Khan, Sarwat Gilani ve Salmaan Peerzada rol alıyor.
Dünya prömiyerini 23 Mayıs 2022’de Cannes Film Festivali’nde Caméra d’Or için yarıştığı ‘Un Certain Regard – Belirli Bir Bakış’ bölümünde yaptı. Böylece “Joyland”, Cannes Film Festivali’nde prömiyeri yapılan ilk Pakistan filmi oldu ve gösteriminden sonra ayakta alkışlandı. Ayrıca festivalde en iyi LGBTQ, queer veya feminist temalı film dalında Jüri Ödülü ile Queer Palm ödülü kazandı.
Pakistan’da eş cinsellik yasaklanmış olsa da Film, 18 Kasım 2022’de Pakistan’da gösterime girdi. Akademi Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Uzun Metraj Film dalında Pakistan’ı temsil ediyor.
Gal Gadot 30 Nisan 1985 de İsrail’de doğdu. Babası mühendis annesi ise öğretmendi.
18 yaşında 2004 İsrail Güzeli seçildi. Ardında İsrail Ordusunda askerlik yaptı. IDC Herzliya sanat Kolejinde aldığı eğitim’den sonra Model ve şarkıcı olarak devam ettiği kariyerine 2009 yılında “Hızlı ve Öfkeli 4” filmi ile sinemayı da ekledi. Ünlü aksiyon serisine “Hızlı ve Öfkeli 5: Rio Soygunu” 2011 ve “Hızlı ve Öfkeli 6” 2013, filmleriyle rolü gitgide büyüyerek devam etti.
Gal Gadot 2016 yılına gelindiğinde “Batman v Superman: Adaletin Safagi” filminin süper kahramanlar takımına ‘Wonder Woman’ karakterini canlandırarak katıldı.
Film fazla beğenilmedi ama “Wonder Woman” ayakta alkışlanınca “Wonder Woman 2017” de solo oynayarak ‘kadın süper kahramanların filmleri gişe yapmaz’ sözünü çürüttü.
149 milyon USD bütçeyle çekilen film 821.9 milyon USD hasılat yaptı.
Wonder Woman Amerikan “DC Comics” çizgi roman firması tarafından yaratılan hayali bir karakter.
İlk kez “Justice League – Adalet Birliğinin”nin bir üyesi olarak 1941 ekiminde All Star Comics’de ortaya çıktı. 1986 yılında verilen kısa bir ara hariç sürekli yayınlandı. Ana vatanı bir Amazon adası olan Themyscira, kendisi de adanın Prensesi. Normal Dünyaya karıştığında iDiana Prince adını alıyor.
Serinin son filmi Wonder Woman 1984, 1980’lerin ortasında geçiyor.
Yeni tehlikeler ve müttefiklerle karşı karşıya olan Wonder Woman’ın maceralarını konu ediyor.
Diana Prince, bu kez iki yeni düşmanla karşı karşıyadır. Varlıklı iş insanı Max Lord ve bir trajediden sonra kötü adam haline gelen Cheetah. Bu sırada Steve Trevor, şaşırtıcı ve beklenmedik bir şekilde hayata geri döner…
Yılbaşında 214 salonda gösterime giren film tüm Pandemi dönemi film gösterim rekorlarını alt üst ederek ilk haftada USA da $16.7 milyon ve Global olarak $36.1 milyon bilet satışına ulaştı.
Zack Snyder’ın “Justice League (2021)” ve 2023 de gösterime girmesi planlanan “Shazam! Tanrıların Öfkesi” Gal Gadot’lu filmler. Bunun yanısıra Netflix aksiyon-komedi filmi “Red Notice (2021)” ve gizemli film “Death on the Nil’de (2022)” de rol aldı. Yerel medya kuruluşları tarafından “İsrail’in en büyük süperstarı” olarak adlandırılan Gadot,[16] 2018 yılında Time tarafından dünyanın en etkili 100 insanı listesine dahil edildi ve dünyanın en yüksek ücretli aktrislerinin yıllık sıralamasında iki
Gadot, 2008 yılında İsrailli emlak kralı Jaron “Yaron” Varsano ile evlendi. Çiftin 2011, 2017 ve 2021 doğumlu üç kızı var. İkili, 2019 yılında kendi film-televizyon yapım şirketi ‘Pilot Wave’i kurdular. Gadot ve Varsano, Tel Aviv, İsrail’de bir butik otele sahipti ve bu otel 2015 yılında Roman Abramovich’e 26 milyon dolara satıldı.
1,78 metre boyundaki Gal Gadot filmlerinde dublör kullanmıyor.
Kung Fu, Kickboxing, Capoeira ve Brezilya Jiu-Jitsu’su biliyor ve çok iyi kılıç kullanıyor.
Motosiklet hastası 2006 model siyah Ducati Monster-S2R’si var.
“Hızlı ve Öfkeli 4”“Batman v Superman: Adaletin Şafağı”“Justice League”“Wonder Woman”
Bir eksperosyonist yönetmen olan Alfred Hitchcock filmlerinde Hollywood stüdyolarında geleneksel olarak kullanılan Ses ve Müzik yöntemine fazla uymadı. Bu yöntemde ses kuşağı üç kategoriye ayrılırdı; diyalog, ses efektleri ve müzik. Son miksajda bu üç farklı kuşak birleştirerek ana ses kuşağını oluşturur. Hitchcock bu farklı ses kuşaklarının ayrı ayrı işlevleri üzerinde durmayarak onları bir bütün olarak ve görüntüsel anlatımı pekiştiren bir dil olarak görmüştür.
Filmlerinde bazen müzik yerine doğal ses efektlerini, bazen efekt yerine müziği, bazen de bunların karışımlarını kullanmıştır; “Birds –Kuşlar” filminde kuş sesleri müziği, “Psycho – Sapık” filminde keman vuruşları bıçak darbelerini taklit eder.
Kuşlar filmindeki kuş sesleri çoğu kez kuş görüntülerinden daha ürkütücüdür.
Kentcuky Üniversitesinde ders veren bir müzik profesörünün oğlu olan ve filmlerinin müziklerini kendi yapan John Carpenter’a göre film müziği kesin olmalı ve ifade edilmeye gereksinim duymamalıdır.
Müziğin izleyici için sadece bir dinleti olmaktan çıkıp onu etkileyen ve yönlendiren bir araç olması gerektiğine inanır.
Jerry Bruckheimer, Michael Bay, Tony Scott Hollywood’un en yüksek bütçeli filmlerine (Pirates of Caribbean 2003, Transformers 2007, Top Gun 1986) imza atan yönetmen ve yapımcılardır. Aksiyon dolu filmlerindeki erkeksi ve militer hava filmlerin müziklerine de yansır. Hollywood tabiriyle ‘Sinerji’ denilen bu tarz, film yapımına ve pazarlamasına multimedya’ya yönelik bir yaklaşım getirir; (Film + Film Müziği + Video = Gelir.)
Ses ve Müzik’ i filmlerinde en etkin bir şekilde kullanan yönetmenlerin başında Daren Aronofsky gelir.
Darren Aronofsky “Pi” (1998), “Requiem for a Dream” (2000), “The Fountain” (2006), “The Wrestler” (2008), “Black Swan” (2010), “Noah” (2014) gibi filmlerinde ses tasarımını ifade aracı olarak kullanmıştır. Aronofsky hikayelerinde gerilimi, kahramanlarının yaptığı seçimler üzerinden yaratır; onları öyle yerlere, konumlara sokar, öyle yerlere taşır ki yaptıkları seçimler ya ölüm ya da akıl sağlığını yitirmekle sonuçlanacaktır.
Aronofsky ekranda yer alan tuhaf hikayelerle izleyicileri içine çektikten sonra ses efektleriyle onlar üzerinde çalışmayı sürdürür.
Kahramanın işkencesinin zaman zaman ses ve müzikdir.
Ses yoluyla hikaye anlatımının ustasıdır yönetmen.
‘Black Swan – Siyah Kuğu’ filmi bunun en mükemmel örneklerinden biridir.
Ses-ve-Muzik
Ses ve Müzik bu filmde adeta bir yan karakter gibidir.
Taleplerini kahramana empoze eder. Günlük yaşamda deneyimlediğimiz sesler -metro, şehir gürültüsü, insan fısltıları vs – anlatılan hikayeyi izleyici gözünde netleştirirken kahramanın duygusal çalkantılıranı da tetikler.
Bu filmdeki seslerin katkısı olmadan, tehlike duygusu sönebilir ve yanılsamalar eksik kalarak bir karakterin hayal gücünün sınırlarını zorlaması engellenebilir.
Aronofsky Ses yoluyla sembolizmi de başarıyla kullanır.
“Pi” de kahramanın karşısındaki kişiye sesini duyuramaması veya bağırdığnda ağzından tek bir kelime bile çıkmaması kendi içinde boğulmuşluğunun ve izolasyonunun en güzel ifadesi değil midir? Bu durum gerçekten olduğu gibi de gösterilebilr veya bir metafor olarak da kullanılabilir. Bir anlamda, hiçbir şey söylemeden temayı duyurarak filmin anlamını izleyiciye vurucu bir şekilde aktarır.
Gerilim, Psikolojik Gerilim ve Polisiye türü filmler üreten ünlü Amerikalı Yönetmen ve Senaryo Yazarı.
Brian De Palma’nın renklerin görsel hikâye anlatımının önemli bir aracı olması yolunda günümüz yönetmenlerinin ilham kaynağı olduğu tartışılmaz bir gerçektir
Brian De Palma, altmışlı yılların çok önemli ve kendinden sonra gelen kuşakları etkilemeyi başaran bir yönetmenidir.
Değişik kategorilerde 14 sinema ödülüne sahiptir.
28 adet adaylığı vardır.
Bir kült klasiği olan Hi, Mom! ve Stephen King’in Carrie‘sinin aynı ismi taşıyan ikonik film uyarlamasının yanısıra 40 dan fazla film yönetmiştir.
Bunların arasında Snake Eyes – Yılan gözler, Carlito’s Way – Carlitonun Yolu, Body Double– Sahte Vücutlar, Scarface –Yaralı Yüz, The Untouchables – Dokunumazlar, Mission: Impossible- Görevimiz Tehlike gibi filmleri sayabiliriz.
De Palma’nın kendisi de son derece stilize edilmiş ve görsele dayanan bir anlatımı olan Alfred Hitchcock’tan derinden etkilenmiştir.
De Palma film karakterlerini izleyicilere tanımlamak için güçlü bir renk duygusu kullanır.
Renkleri bir ruh halini veya metamorfozu vurgulamak için de kullanır.
Yani renkler bir “eşik” tanımlamanın da aracıdır.
“Bir renk sadece bir zaman veya yer değil, bir ruh hali, bir metamorfoz, bir eşik anlamına da gelebilir.”
Carrie’de, maviler ve kırmızılar dönüşümlü kullanılırken, Sissy Spacek’in karakterinin anlık zafer hali (cool blues) ile işkencecilerinin çekimlerinde kullanılan kırmızı arasında güçlü bir kontrast oluşturulur.
Carrie – GÜnah Tohumu. Sisy Spacek
Carrie – Günah Tohumu. SISSY SPACEK ve PIPER LAURIE
O acımasız şaka uygulanırken Carrie’nin serin mavi dünyası kırmızı ışık ve fantastik parıltılar tarafından istila edilir ve izleyici filmin kaotik doruk noktasına görsel olarak yönlendirilir.
Başlıca tematik kaygılarından biri olan, “şiddetin karakterleri üzerindeki dönüştürücü etkisini” iletir.
De Palma uzun süre şiddete maruz kalan iyiliğin nasıl kötülüğe dönüştüğünü renklerle anlatır.
Soğuk-cool renklerden sıcak renklere geçiş gibi; sahne veya karakteri kaplayan mavi veya yeşilin rahatlatıcı dünyasının, kırmızı veya kahverengiye dönüşümü gibi.
Yaralı Yüz
Al Pacino ve Penelope Ann Miller. Carlito’s Way
Doğaüstü ile ilgisi olmayan filmlerde bile De Palma’nın renk kullanımı hipnotik, canlı ve halüsinasyoneldir.
De Palma’nın Estetik saplantılarından biri, filmin hayata benzeyen ama olmayan bir araç olarak yapaylığı; “filmselliği”dir.
Hitchcock gibi De Palma da sinemanın algı ve bilinç üzerinde oynadığı hilelerden etkilenmiştir.
Her iki öğe de yanlışlıkla bir cinayet kaydeden Hollywood ses kayıt teknisyeni hakkındaki ihmal edilmiş bir film olan BlowOut’ta (1981) açıkça görülür.
Filmin sinematografisi Vilmos Zsigmond’a yapım tasarımı da Paul Sylbert’e aittir.
Ve bu iki teknik sanatçı filmde bizimkine benzeyen ama yine de tamamen yabancı, ürkütücü bir psikolojik alanı başarıyla yaratırlar.
Blow Out. John Travolta
De Palma, rengi hem bir anlatı aracı olarak hem de sinema ve gerçekliğin doğasını, ikisinin birleştiği ve nerede ayrıldıklarını keşfetmenin bir yolu olarak izleyiciye sunar.
De Palma’nın sinematik hayallerini tasarlamak için renk psikolojisini nasıl kullandığını keşfetmek her film yapmak isteyen kişinin peşinde koştuğu bir hayaldir.
Hiç kimse kendi yaşamının dışında başkasının yaşamını yaşayamaz, ancak taklit edebilir.
Her birey başkaları için bir bilinmeyendir.
Her birey de en çok bizzat yaşadıklarından etkilenir.
Hafıza, bir oyuncu’ nun kendisi olamayan bir karakteri canlandırırken kullanabileceği duygusal hafıza’nın ana kaynağıdır.
Duygusal hafıza da insanın beş duyusunu – görme, işitme, dokunma, koku, tat alma – kullanarak hayali karakterler yaratmasını sağlayan algılayıcı hafızaya dayanır.
Algılayıcı Hafıza’ya bir örnek göstermek istersek; bir parkta sevgilinizle ilk buluşmanızı gerçekleştirdiğinizi ve onun size uzun saplı kırmızı bir gül hediye ettiğini düşünelim… Gülün kırmızı rengi, yapraklarının kadifemsi yumuşaklığı, sapının uzunluğu (kaç santim olduğunu bilmeseniz de “uzun bir sap” dersiniz), sapın üzerindeki elinize batan diken, vs gibi dokunma, görme, koklama duyularının yarattığı fiziksel algılamalar bu obje -gül- hakkında bir kayıt bırakır. Bir süre sonra, bu gül elinizde olmasa bile, onu hatırlamanız istendiğinde bu algılar geri dönerek size yol gösterecektir…
Duygusal Hafıza bize yaşamda gerçekleşen bir olayın duygularımız üzerinde yarattığı etkiyi hatırlatır. Oyuncu bu tarz hafıza ile onu etkileyen önemli bir olayın bizzat kendisi ve hakim objesi değidir ama bu olayı çevreleyen fiziksel ortamın yarattığı duyguları anımsar.
Böylece bir oyuncu performansında kendi öz deneyimlerini kullanırken orijinal, kendine özgü ve duygusal gerçeklik yüklü bir iş çıkaracaktır.
Yukarda belirttiğimiz parkta buluşma anısını geri çağırdığımızda algılanan şey buluşmanın gerçekleştiği çevreleyen ortamın – yaprakların hışırtısı, çiçeklerin kokusu, kuşların ötüşü, gökyüzünün rengi, gülün kokusu vs gibi – yarattığı duygusal anılardır.
Yani şöyle diyebiliriz; algılayıcı hafızanın ürünü duygusal hafızadır.
Duygusal hafıza da bize bir oyuncu olarak yol gösterecek en önemli yetenektir.
“Spotlight” En İyi Film, En İyi Senaryo dallarında 2015 yılında Oscar ve En İyi Senaryo dalında BAFTA ödülü kazanmış bir film.
En İyi Yönetmen dalında da Tom McCarthy Oscar ve BAFTA’ya aday gösterilmiş.
Epey zaman geçmesine rağmen güncelliğini günümüzde de koruyan bir hikayeye sahip.
Ve bu gidişle gelecekte de bu güncelliği koruyacak gibi ne yazık ki….
Spotlight, 2002 yılında Boston Globe gazetesinde yayımlanmaya başlayan uzun soluklu bir haber dizisininden yola çıkıyor.
Sonunda Boston’u ardından tüm Amerika’yı ve Katolik dünyasını sarsan bir skandalın açığa çıkarılma öyküsüne dönüşüyor.
Gerçek bir olaydan yola çıkan film. 1976 yılında bir rahibin çocuk tacizi suçuyla karakola götürülmesi ardından serbest bırakılmasıyla başlıyor.
Bu olay başta büyük yayın organları olmak üzere Medyanın ilgisini çekmiyor.
Sinemasal mekanın akışı içinde hikaye 2001 yılının Boston Globe gazetesinde tekrar hatırlanıyor.
Bu arada gazetenin başına- dışarıdan biri – olduğu için de hoş karşılanmayan yeni biri getirilmiştir. Marty Baron’un ilk işlerinden biri, gazetenin uzun soluklu ve derinlemesine araştırmalar yapan ‘Spotlight’ ekibine start vermek oluyor.
70’lerden beri kim bilir kaç kez meydana gelmiş olmasına rağmen, görmezden gelinen, ya da örtbas edilen onlarca vaka böylelikle yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlıyor.
‘Spotlight’ ekibinin uzun soluklu çalışması (2003 yılında Globe’un Pulitzer ödülü kazanmasını da sağlayan haber dizisi) hâkim çevreleri huzursuz ediyor.
Katolik Kilisesi’nin veya Kiliseyle iş birliği içindeki pek çok kişi ve kurumun, çocuk taciz ve tecavüzlerine nasıl göz yumdukları ve olayları profesyonelce nasıl örtbas edildiği gözler önüne seriliyor.
Sırf Boston’da yüze yakın rahibin taciz veya tecavüz ettiği neredeyse bine yakın çocuk olduğu gerçeği açığa çıkıyor.
Gazeteye basılan ilk haberle birlikte ise, yıllardır susan ya da susturulan ve ciddi travmalar yaşayan insanlar konuşmaya başlıyor. Katolik Kilisesi’nde taciz ve tecavüzün ne derece yaygın ve sıradan olduğu da böylece ispat edilmiş oluyor
Tom McCarthy, bu gazetecilik başarı hikâyesini dramatik sansasyonel tarza yönelmeden belgesel tadında izleyicilere aktarıyor.
Spotlight’ın ele aldığı meseleyi sunma konusunda da etik açıdan temkinli davrandığı söyleyebiliriz.
Film bize büyük ölçüde Alan J. Pakula’nın Robert Redford ve Dustin Hoffman’ın baş rolleri paylaştıkları 1976 yapımı ünlü filmi “Başkanın Bütün Adamları” nı anımsatıyor. Watergate skandalının ortaya çıkmasını sağlayan The Washington Post gazetesi muhabirleri Carl Bernstein ve Bob Woodward’ın yazdıkları kitaptan uyarlanan bir film “Başkanın Bütün Adamları”.
Her iki film de gazetecilerin, tanık bulma, delil toplama gibi süreçlere sadık kaldığı bir araştırmacı gazetecilik filmi
Tom McCarthy geçmişte kalan üstü örtülü gelmiş bir gazetecilik olayını gerçekliğe sadık kalarak perdeye aktarmayı tercih etmiş. Filmin karakterlerin tek özellikleri, araştırma yapıyor olmaları ve gerçeği kovalamaları. Günümüz filmlerinin aksine kişisel hayatlarına dair az sayıdaki sahne de yine tamamen konuya hizmet etmek üzere var.
Amerika’da MPPA sisteminin yürürlüğe girmesinden sonra Hollywood’da kan, şiddet, erotizm ve küfür dolu filmler yapılmaya başlandı. Bu serbestlik ortamında John Schlesinger “Midnight Cowboy” u (1969), Stanley Kubrick “A Clockwork Orange” ı (1971), Sam Peckinpah “Straw Dogs” ’u (1971), Adrian Lyne “9 1/2 Hafta” yı (1986) çektiler.
Hollywood filmleri sömürü sinemasının konularını daha kabul edilebilir yumuşak bir biçimde işledi.
Büyük bütçelerle ve sanatsal özellikleri de göz ardı etmeyerek Stüdyo Sömürü Filmlerini çekmeye başladı.
Örneğin Darren Aronofsky “Requiem for a Dream”, (2000) filminde 1930’larda popüler olan uyuşturucu filmlerinin özelliklerini kullandı.
“The Blair Witch Project” (1999), “The Silence Of The Lambs” (1991) yamyam filmlerinden etkilenerek yapıldı.
Kuzuların Sessizliği
Bazı sömürü filmlerinin yeni versiyonları da yapılarak Stüdyo Sömürü Filmlerinin yelpazesine eklendi.
“The Texas Chainsaw Massacre” (2003), “Assault on Precinct 13” (2005), “The Hitcher” (2007).
Stüdyo Sömürü Filmleri, giderek daha karmaşık olay örgüleri kullandılar. Modern ve estetik bir sinematografi aracıyla kanlı şiddeti kitlelere kabul ettirdiklerini görüyoruz.
Bu tarz Stüdyo Sömürü filmleri’ ne örnek vermek gerekirse; “Se7en” (1995), “Crash” (1996), “Fight Club – Dövüş Kulubü” (1999), “Irreversable” (2002), “The Dreamers” (2003), “Saw” (2004).
Quentin Tarantino sömürü sinemasından yararlanarak sinemaya yeni bir bakış açısı ve sanatsal boyut getirmiştir.
“Reservoir Dogs – Rezevuar Köpekleri “, “Pulp Fiction – Ucuz Roman” ve “Jackie Brown”, “Kill Bill” filmlerinin yaratıcısı Tarantino bu türü çok seven bir sinemacıdır. Kendisini bir sanatçı olarak gören Tarantino şiddeti filmsel bir motif olarak kullanır.
Şiddet ögesini kendi tarzında başarı ile kullanan yönetmenlerden biri de David Lynch’dir.
“Blue Velvet – Mavi Kadife” (1986), “Wild at Heart – Vahşi Doğanlar” (1990), “Twin Peaks: Fire Walk with Me” (1992), “Lost High Way – Kayıp Otoban” (1997) filmleri.
Sömürü sinemasının Mainstream-Ana Akıma karışmasıyla sinema adeta yüz değiştirmiştir.
Önceleri, sömürü filmlerinin Mainstream’e karşı bir duruşu vardı.
Mainstream sinema, toplumun ahlak kurallarını ve tutucu yaşam biçimini sağlamlaştırmak için çalışıyordu.
Sömürü sineması ise buna ters olarak gelenekleri yıkıp, seyirciye kuralların çiğnenmesinden kaynaklanan gizli bir zevk veriyordu.
Sömürü Sineması yaptığı sömürüyü, Mainstream sinemasına göre daha açık ve dürüst bir şekilde ortaya koyabilmiştir.
Böylece film dünyasına karşı eleştirel bir bakış açısı da getirebiliyordu.
Günümüz Televizyon endüstrisi de bu konuya el atmakta gecikmedi.
Bunun en popüler örneği “The Walking Dead” TV serileridir..
“The Walking Dead”olası bir global savaş, doğal felaket veya kıyamet sonrası dönemi anlatan (post-apolakiptik) Amerikan yapımı bir TV serisidir.
Yaşadıklarımız, duyduklarımız ve gördüklerimiz, bunlarla ilgili hayaller kurmamız, hayal gücümüzü geliştirir. İmgelem, var olmayan ya da olması olanak dışı şeyler oluşturmaktır. Bir oyunda diğer oyuncuyu öldüren kişi, asla karşısındakini öldürmemiştir. Benzer şekilde bir senaryoda bir karaktere cinayet işleten yazar olmayacak bir eylemden bahsetmiştir.
Bu bağlamda bir oyuncunun ve bir yazarın işlevi birbirine benzerlik kazanır. Her ikisi de yaratıcılık aşamasına gelindiğinde Senaryo ve Oyunculukta 4N1K yı kullanır. Sonuçta her ikisi için de bir yaratıcılık söz konusudur.
Oyuncu imgelem oluşturarak rolü gereği o insanı öldürebilmeli gerçek bir katil gibi davranış sergileyebilmelidir. Yazar da kâğıt üzerinde veya perdede gerçek bir katil yaratabilmelidir. İmgelemenin başarılı uygulanması, hayal gücünün etkin olmasına bağlıdır. Hayal gücünden yoksunluk oyuncunun veya yazarın kendine özgü yaratıcı gücünün gelişmemesine yol açar. Buna bağlı olarak başarı ve verimlilik asla gelmeyecek demektir.
Senaryo ve Oyunculukta 4N1K ve İmgelem derken hatırlamamız gereken Gözlem yapmanın imgelemenin en önemli olgusu olduğudur. Çevrede olup bitenleri, insanların karakter biçimlerini, olaylar karşısındaki tepki ve etkilerini çok iyi gözlemleyip bilinç altına yerleştirmek gerekir.
İmgelemin geliştirilmesi çalışmasında sorulması gereken beş soru, kesinlikle yanıtsız bırakılmamalıdır. Bu beş soru yaratıcılığın en gerekli unsurlarıdır. Başarı, soruların yanıtlarından algılanan durumları, kişilik özelliklerini ve yaşam biçimini role veya yaratılan karaktere uygulamaktan geçer.
Beş ana soru ve yanıtları, karakteri canlandırmada oyuncuya veya yazara, kesin başarı kazandırır. Şimdi bu beş ana soruyu ve açılımlarını inceleyelim.
Sorulması gereken sorular. Kim, nerede, ne zaman, nasıl, niçin?
NEREDE?
Hikayenin geçtiği ülke, şehir, bölge, mahalle, sokak, özel mekan. Yani hikâye veya tek bir olay nerede gerçekleşiyor?
NE ZAMAN?
Hikâyenin, zaman olarak geçtiği çağı, çağın özelliklerini, insanların karakter ve davranış biçimlerini incelemekle soruya yanıt aranır.
NASIL?
Kamera önünde ve sahnede uygulanacak eylemin nasıl ve ne tür davranış gerektirdiğini anlamaya çalışarak yanıt aranır. O kişi nasıl yürürdü? Nasıl otururdu? Vb.
NİÇİN?
Canlandırılacak kişiliğin amacının ne olduğunu zorlamak ve emelin amacını ortaya çıkarmak için yanıt aranır.
KİM?
Canlandırılacak karakterin yaşamının ve yaşının kaç olduğunu, çevresi ve insan ilişkileri ile onlara nasıl davrandığını, mesleğini ve fiziksel yapısının nasıl olduğunu belirler. Bu önemli soruların yanıtlarına ilave olarak şunları da bağdaştırıp incelemeli ve yanıtını aramalıyız.
1 – Ben (Kendim). Bu rolü ben oynayacağım veya senaryoda karakteri ben yaratacağım. Ben, olarak gerekli yorumum ne olmalıdır.
2 – Ben (Deneyimim). Benim yaşam deneyimim bu uğraşa ne gibi bir katkıda bulunacaktır.
3 – Yaşım. Yaşımın gerektirdiği durumu yorumumun içinde nasıl kullanacağım.
4 – Geçmişim. Geçmişimin içindeki anımsadığım hayallerimi nasıl kullanabilirim.
Tüm bu sorulara alınacak yanıtlar rolün yorumunu veya karakterin yaratılmasını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır.
Manage Cookie Consent
To provide the best experiences, we use technologies like cookies to store and/or access device information. Consenting to these technologies will allow us to process data such as browsing behavior or unique IDs on this site. Not consenting or withdrawing consent, may adversely affect certain features and functions.
Functional
Always active
The technical storage or access is strictly necessary for the legitimate purpose of enabling the use of a specific service explicitly requested by the subscriber or user, or for the sole purpose of carrying out the transmission of a communication over an electronic communications network.
Preferences
The technical storage or access is necessary for the legitimate purpose of storing preferences that are not requested by the subscriber or user.
Statistics
The technical storage or access that is used exclusively for statistical purposes.The technical storage or access that is used exclusively for anonymous statistical purposes. Without a subpoena, voluntary compliance on the part of your Internet Service Provider, or additional records from a third party, information stored or retrieved for this purpose alone cannot usually be used to identify you.
Marketing
The technical storage or access is required to create user profiles to send advertising, or to track the user on a website or across several websites for similar marketing purposes.