Vanilla Sky – Film Replikleri, Yakın Dönem Sinema Tarihinde İz bırakan Filmlerden V…

“Vanilla sky”

“Her yeni bir dakika hayatı değiştirmek için yeni bir fırsattır.”

Yıl: 2001

Yapımcılar: Cameron Crowe, Tom Cruise, Paula Wagner.

Yönetmen: Cameron Crowe

Oyuncular: Tom Cruise, Penelope Cruz, Cameron Diaz.

Tür: Aşk, Gerilim, Bilim Kurgu.

  • Aç gözlerini David gözlerini aç !
  • Sandım ki bomboş sokakta yapayalnızım, psikiyatrist sensin daha iyisini yapabilirdin.
  • Ben doktorum birbirimizi aynı kategoriye sokmayalım. Zengin veletlerin çoğu nasıl ruhsuz değilse psikologların da çoğu rüyaya değer vermezler.
  • Zaten yaşamda beş temel duygu vardır derler. Şimdi söyle bana ona karşı hissettiğin duygu neydi? Suçluluk muydu? Nefret mi? Utanç mı? Yoksa intikam mı, aşk mı?
  • “Evine yalnız dönen bir adamın yaşadığı acıyı asla bilemezsin”. Çünkü acı olmadan tatlıyı anlayamazsın. Tatlı tatlı gibi değildir.
  • Bebek keyfine bak! Yine acı tatlı olayı…
  • Babam bundan da bahsetmişti. Birinci bölüm, birinci sayfa, birinci paragraf. Yüz sorudan doksan dokuzun cevabı nedir? Para!
  • Sana göre mutluluk nedir David?
  • Bana göre burada seninle olmaktır.
  • Biriyle yattığın zaman bilinçli veya bilinçsiz olarak vücudunun bir söz verdiğini bilmiyor musun?
  • Tekrar soruyorum David, senin için mutluluk nedir?
  • Hakiki bir yaşam sürmek istiyorum. Daha fazla hayal istemiyorum.
  • Bir keresinde bana ne demiştin hatırlıyor musun? Her yeni bir dakika hayatı değiştirmek için yeni bir fırsattır. Seninle yeniden karşılaşacağız.

 

 

New York Çeteleri / Gangs of New York – Sinema Tarihinde İz Bırakan Filmlerden IV…

New York çeteleri – Gangs of New York

Yıl: 2002.

Yapımcı Firma: Touchstone Pictures, Miramax.

Yönetmen: Martin Scorsese.

Oyuncular: Leonardo Di Caprio, Daniel Day- Lewis, Cameron Diaz.

Tür: Suç, Dram, Tarihi.

“ Amerika sokaklarda doğdu.”

New York Çeteleri

  • Benim meydan okumamda dövüşün kadim yasalarına göre, bu seçilmiş topraklarda beş noktadaki, bütün nüfuzu elinde tutmak ve iyi yerleştirmek var. Biz yerliler bu iyi ülkeyi ve de yabancı sürüleri düzenlemek için gereken hakkımızla doğduk.
  • Savaşın kadim yasalarınca Yerliler diye anılanların meydan okumalarını kabul ediyorum. Sizler halkımıza her köşede bela oluyorsunuz fakat bugünden sonra bize bela olamayacaksınız. Bilinsin ki bu ülkede bizlere vurmaya çalışan eller hızlı bir şekilde kesilir!
  • O zaman İsa siz Romalılara karşı elime rehberlik etsin.
  • Büyük sivil savaşın ikinci yarısında İrlanda Tugayları caddelerinin arasında yürürken New York şehri aşiretlerle dolayıydı. Savaş Şefleri, Zengin ve Yoksul, gerçek bir şehir değildi. Daha çok bir ocaktı. Belki bir gün şehirler şekillendirilir. En sinir bozucu konuşma da askere çağırdıkları anda yapılırdı. Birleşmiş tarihteki kura ile ilk askere alma.
  • Şu yoksul çocuğun yüzüne bir bakın o Tanrının ahlaktan vazgeçtiği arkamdaki bakımsız ve sefalet yerde yaşıyor.
  • Her sene reformcular gelir. Her sene bu noktalar daha da berbat olur. Sanki kirli kalmaktan memnunlarmış gibi
  • Yedinci günde tanrı dinlendi ama bunu yapmadan önce İngiltere’nin üzerinde çömeldi ve ortaya ne çıkarttı? İrlanda’yı!
  • Bütün bu gördüklerinin bir dereceye kadar bana ait; dilenciler kapkaççılar burada. Bu cennette su kenarındaki kör kaplanlar, balıkçılar ve de düşünürler. Kadın- Adamlar ve de Çekikler. Hepsi borçlu, hepsi ödemeli. Çünkü yükselen gelgit’te ancak böyle ayakta kalabilirsin.
  • 47 yaşındayım. Bunca yıl hayatta kalmayı nasıl başardım biliyor musun? Bunca yılı korkuyla, korkunç davranış gösterileriyle geçirdim. Biri benden çalarsa onun ellerini keserim. Biri beni incitir ise onun dilini keserim. Biri bana karşı koyarsa onun kafasını koparıp mızrağa dikerim. O kadar yükseğe dikerim ki bütün caddelerden görünür düzenini korumak böyle şeyler gerektirir. Korku!
  • Bizim zafere değil, Roma galibiyetine ihtiyacımız var. Daha fazla oy pusulamız kalmadı.
  • Politikanın ilk kuralını hatırla sonuçları pusulalar belirlemez sayımı yapanlar belirler. Saymaya devam edin…

Gece Güzelleri, La Belle des Nuits

Gece Güzelleri

Sinema Tarih Buluşması, Fransız Ustalardan

Genç Claude Gündüzleri öğrencilerine müzik öğretmekte ve geceleri yapıtlar beslemeye çalışmaktadır.

Onun gözünde çevresinde müzikten gerçekten anlayan kimse yoktur.

Ama genç besleyici düşlerinde Paris operasında taşlandırıldığı ve alkışlandığı, en güzel kadınların gönlünü fethettiği bir dünyada yaşamaktadır.

Claude düşleri bir süre sonra gerçekliğe karışmaya başlar ve ideal yaşayan dünyalar arasındaki sınır bulunur.

Claude hangi dünyaya tutunacaktır?

Gece Güzelleri

1952 Fransa.

87 dakika, Siyah-Beyaz.

Yönetmen: direktör René Clair.

Senaryo: René Clair.

Görüntü Yönetmeni:Thirard, Robert Juillard.

Kurgu: Louisette Hautecoeur.

Müzik: Georges Van Parys.

Oyuncular: Gerard Philipe, Martine Carol, Gina Lollobrigida.

Yapımcı: Franco london Films

Rene Clair 1898’de Paris’te doğdu. 1. Dünya Savaşı’na gönüllü ambulans subayı olarak katılan Clair, geçirdiği bir bunalımdan sonra 1918’de kendini bir Dominikan manastırına kapattı.

1919’da La Insurgente gazetesinde muhabirlik yapan Clair, sinemayla aktör olarak “Le Vuit de la Vie” filmi ile tanıştı. Clair 1924’de yönetmen ve senarist olarak ilk filmi “Paris qui Dort” u çevirdi.

Fransız komedi geleneğini tek başına dirilten adam olarak bilinen Clair 1923 ve 50’li yılların arasında 20 kadar filme imza atmıştır.

Bir Kadın Meselesi, Une Affair de Femmes

 

Bir Kadın Meselesi

Sinema Tarih Buluşması, Fransız Sineması

Madame Latour, Alman işgali altındaki Fransa’da tüm komşuları gibi ailesini yokluk ve sıkıntı içinde doyurmaya çalışan evli ve çocuklu bir kadındır.

Bir gün arkadaşına yardım etmek için yaptığı bir kürtaj denemesi başarılı olur.

Latour ismini duyan ve aynı operasyonu kendileri için isteyen diğer kadınlara yardım etmekte önceleri tereddüt eder fakat kolay kazancın çekiciliğine karşı koyamaz.

Ne var ki maddi açıdan ona büyük getirisi olan bu iş, Latour’un içinden çıkamayacağı bir duruma sokacaktır.

Marie-Louise Giraud’un gerçek yaşam öyküsü üzerine kurulu filmde Claude Chabrol günümüzde hala tartışılan iki sorunu işgal altındaki Fransa fonunda perdeye taşıyor. Yalnız başına mücadele veren her kadının sorunsalı ve kürtaj meselesi. Kürtaj cinayet midir,  yoksa kadın özgürlüğü sınırları içinde halan bir seçim hakkı mıdır?

“ Bir Kadın meselesi “ 1989 En İyi Yönetmen, En İyi Aktris Sezarları, 1988 Venedik Film Festivali En İyi Aktris Ödülü ve 1990 Altın Küre En İyi Yabancı Film Ödülü başta olmak üzere dünya çapında pek çok ödül almıştır.

“Bir Kadın Meselesi”

1991 Fransa

108 Dakika Renkli

Yönetmen: Claude Chabrol

Senaryo: Claude Chabrol, Colo Tavarnier

Görüntü Yönetmeni: Thirard, Jean Rebier

Kurgu: Monique Fardoulis

Müzik: Mathieu Cahbrol

Oyuncular: İsabelle Huppert, Francois Cluzet II, Marie Trintignanat, Nils Tavernier, Lolita Chammala

Yapımcı: Marin Kamitz

Claude Chabrol 1930’da Paris’te doğdu. 1950’ler boyunca Chair du Cinema Dergisi’nde sinema eleştirmenliği yapan Chabrol erken 60’lardaki yeni dalga filmlerinin arkasındaki finansal itici güç ve 1958 de çektiği ilk filmi “Le Beau Serge” ile akımın önemli isimlerinden biri haline geldi.

35 yıllık sinema kariyerinde 45 filme imza atan Chabrol insan psikolojisine odaklanan karanlık öykülerin yönetmeni olarak tanınmıştır.

 

Bir-Kadin-Meselesi
Bir Kadın Meselesi

Dünyanın Tüm Sabahları

Dünyanın Tüm Sabahları

Tous Les Matins du Monde.

Sinema Tarih ve Müzik buluşmasında Fransız ustalardan.

Versailles Saray Bestecisi Yaşlı Marine Marais, müziğinin ruhsal fakirliğinden muzdariptir. Marais, bir başka viola da gamba virtüözü olan Mösyö de Sainte Colombe’u anımsar.

Sainte Colombe, Paris’in yozlaşmış yaşamına yüz vermemiş ve münzevi bir yaşam sürerek ikinci karısı için duyduğu aşkı melankolik kompozisyonlarına yansıtmıştır.

Saint-Colombe, Marais’yi gençliğinde yetiştirmeyi kabul etmiş, Marais ise bu inceliği onun kızlarından birini baştan çıkarak ödemiştir. Marais’in Sainte Colombe’un anlayabilmesi için yıllar gerekecektir.

Dunyanin-Tum-Sabahlari-

Eski bir Fransız özdeyişinden esinlenerek adlandırılan, “Dünyanın Tüm Sabahları” hem roman hem de film olarak çok başarılı ve eşine az rastlanır bir örnek olarak kabul gören bir baş yapıttır. Günümüz Fransız edebiyatının en önemli yazarlarından Pascal Quignard´ın en popüler kitabıdır.

Günümüzde Kült Filmler kategorisine de sokulan bu film Fransız sinemasının en önemli yapıtlarından biridir.  En iyi film ve en iyi yönetmen başta olmak üzere 7 dalda Oscar ödülü de kazanan Altın Küre ve Altın Ayı Ödüllerinde de başarısını devam ettiren “Dünyanın Tüm Sabahları” görkemli anlatımı ile müzik ve sinema ilişkisinin güzelliğini de tüm boyutlarını yeniden keşfediyor.

Dünyanın Tüm Sabahları

1991 Fransa yapımı

Süre: 115 dakika

Renkli

Yönetmen: Alain Corneau

Senaryo: Alain Corneau

Görüntü Yönetmeni: Yves Angelo

Kurgu: Marie Josephe Yoyotte

Müzik: Jordi Savali

Oyuncular: Jean-Pierre Marielle, Gerard Deperdieu, Anne Brochet, Guillaume Deperdieu, Carole Richert, Michel Boquet, Jean-Claude Dreyfus.

Film Yapım: Film Par Film, Diwali Films, DD Production, Sedif, FR3.

Alain Corneau

1943’de doğan Alain Corneau yönetmenliğe soyunmadan önce jazz müzisyenliği yaptı. Sinemaya girdiğinde ise Costa Gavras’ın asistanlığını yaptı. İlk filmi 1974 yapımı hapisteki bir uyuşturucu satıcısının hikayesini anlatan “France Societe Anonyme” ile adını duyurdu.

Rudolph Valentino – Sessiz Sinemanın Latin Aşığı

Asıl adı “Rodolfo Alfonso Raffaello Piero Filiberto Guglielmi” olan Rudolph Valentino 6 Mayıs 1895 de Castellaneta İtalya’da 4 çocuklu orta sınıf bir İtalyan ailesinin 3. çocuğu olarak doğdu.

Çok kısa sürede ünlü bir dansçı olan Rudolph 1919 da çıktığı bir turne esnasında aktör “Norman Kerry” ile tanıştı ve onun  tavsiyesi ile  bazı kısa filmlerde ufak roller alarak sinema kariyerine başladı.

Rudolph Valentino 1913 de Amerikaya göç ederek New York’a geldi.

Rudolph Valentino İlk evliliğini yarı – Cheroke  Yerlisi  yıldız “Jean Acker” ile yaptı. Kısa sürede ayrılan çift hakkındaki  dedikodulara göre daha düğün gecesi kendini otel odasına kilitleyen genç karısı aralarında hiç bir cinsel birleşme olmasına izin vermediği için evlilikleri yürümemiştir.

1921 de vizyona giren Yönetmen “Rex Ingram” ın ünlü filmi “The Four Horsemen of The Apocalypse = Cehennemin Dört Atlısı” filmi ona aradığı şöhreti getirdi.

1922 yılında sanat yönetmeni ve kostüm tasarımcısı “Natacha Tambova” ile evlendi.

Aynı sene “Lila Lee” ve sessiz sinemanın ünlü vamp yıldızı “Nita Naldi” ile birlikte oynadıkları “Blood and Sand” filmi gösterime girerek Valentino’yu dönemin en ünlü erkek Starı yaptıysa da 1923 yılında bağlı bulunduğu Paramount Pictures ile düştüğü anlaşmazlık sonucu bir süre hiç film çeviremedi.

1925 yılında Paramounth aktörün United Artists ile anlaşmasına izin verdi ve bu dönemde Alexander Pushkin’in bir hikayesinden uyarlama  “The Eagle” ve daha önce çektiği “The Sheik” filminin devamı olan ve ünlü Macar asıllı yıldız “Vilma Banky” ile beraber rol aldığı “The Son of The Sheik” filmlerini çekti.

Stüdyo’nun kıskançlığından dolayı film setlerine girmesine izin vermediği eşi Natacha’dan 1922 yılında boşandı ve Polonya asıllı yıldız “Pola Negri” ile yaşamaya başladı. 

Bir süre sonra artık bir sinema ikon’una dönüşen Valentino hakkında otel odasında bulunan pudra kutuları yüzünden eş cinsel olduğu dedikoduları çıktı.

Bu dedikodulara çok üzüldüğü söylenen aktör New York’daki Ambassador Otelinde mide kanaması geçirdi.

Başarılı bir ülser ameliyatına  rağmen operasyondan sekiz gün sonra 23 Agustos 1926 da henüz 31 yaşında yaşama veda etti.

Başlı başına dramatik bir gösteri olan New York’ daki  cenaze törenine 100000 kişilik bir hayran ordusu katıldı.

Cenazeye siyah elbiseli muhafızlar eşlik ediyordu (bunların Musolini tarafından gönderilen faşist askerler olduğu söylenmişse de daha sonra sadece kiralanan figüranlar oldukları ortaya çıkmıştır), insanların camlarda ağlaşarak seyrettiği törenden sonra cenaze trenle gömüldüğü Hollywood’a nakledildi.

Zehirlendiği de iddia edilen Rudolph Valentino’nun hayranları ölüm yıldönümülerinnde ünlü filmindekine benzer şeyh elbiseleri giyerek “Hollywood Forever Cemetery” deki mezarını yıllarca ziyaret ettiler. 

Rudolph-Valentino
  ” The Son of The Sheik – Şeyh’in Oğlu” Poster

 

Rudolph_Valentino-4
Rudolph_Valentino
Rudolph-Valentino-
“The Sheik”

Mavi Melek – Der Blaue Engel

Mavi Melek – Der Blaue Engel

Sinema tarihine damga vuran filmler serisi.

Sesli Sinemanın başlangıcı 1930 ve 1960 dönemi.

“Mavi Melek = Der Blaue Engel – 1930”

Yönetmen: Josef von Sternberg, Senaryo: Robert Liebmann, Karl Zuckmayer, Karl Vollmoeller, Görüntü: Günther Rittau, Hans Scheeberger, Müzik: Frederic Hollander, Otto Hunte, Emil Hasler,  Oyuncular: Emil Jannings, Marlen Dietrich, Kurt Gerron

Süre: 98 dakika

Menşe: Almanya.

Sessiz sinemanın etkisini tümüyle yetirdiği bir dönemin başlangıcında çekilen bu Alman filmi İngiltere ve özellikle Amerika’da büyük yankılar uyandırmıştır.

Ünlü yazar  Heinrich Mann’ın romanından uyarlama olan bu film o sıralarda ABD’de yaşayan ve Alman Kara Film’lerinin Amerika’daki ilk uygulamalarını gerçekleştiren yönetmen Sternberg’e memleketinden gelen bir öneri olarak sunuldu.

Mavi Melek Projesi için düşünülen isimler, filmin de büyük ölçüde başarısını borçlu olduğu müthiş oyuncu Emil Jannings ve Brigitte Helm idi. Almanya’ya giden Sternberg orada 30’lu yaşlarına merdiven dayamış ve oynadığı filmlerle henüz başarıyı yakalayamamış olan Marlene Dietrich ile tanıştı ve erkekleri etkileyerek yok edişe sürükleyen vamp kadın Lola-Lola rolünü büyük bir sürpriz yaparak ona verdi. İkilinin yedi yıl sürecek olan duygusal beraberlikleri de böylece başlamış oldu.

Saplantılı bir aşk ve buna bağlı bir yok oluş hikayesini anlatan filmin konusu ise kısaca şöyledir; bir gece kulübünde şarkı söyleyen Lola-Lola  Profesör Unrat ile tanışır ve onun saygın kişiliğinden etkilenerek bir nevi hami olarak algılarken Profesör Unrat Lola-Lola’ya şehvetli bir aşk ile bağlanacaktır.

Bir aşk ve baştan çıkarma öyküsünün anlatıldığı filmin sonunda Unrat tüm bu saygın kişiliğini ayaklar altına alarak kaçınılmaz bir yok oluşa sürüklenecektir.

Alman sinemasının o dönemlerde çok düşkün olduğu düşüş, yok oluş ve mazoşizm temalarını  işleyen bu filmin kostüm ve dekorları da çok başarılıdır. Müzikleri ise tüm dünyayı dolaşmış ve hala günümüzde de dinlenmektedir. Dietrich’in erkeğin cinselliğinin kullanılarak aşağılanmasına aldırmayan femme fatale rolü sinemayı yıllar boyu etkilemiştir.

Mavi-Melek-1

Stanley Kubrick, Sinemanın Mozart’ı

Stanley Kubrick

Stanley Kubrick, 26 Temmuz 1928’de New York’da doğdu.

Ortaokul yıllarında satranç ve fotoğrafla ilgilenmeye başladı. Liseyi bitirir bitirmez Look dergisinde fotoğrafçı olarak işe alındı. 1951 yılında arkadaşı Alex Singer’ın teşvikiyle sinemaya yöneldi. Orta metrajlı belgeseller yaptıktan sonra 1953’te kişisel kaynaklarıyla finanse ettiği ilk filmi Fear and Desire‘ı çekti. Kubrick, daha sonradan bu filmi çok amatör ve başarısız bulmuş, kimsenin görmemesi için kopyaları toplattırmıştır. 1954’te ikinci filmi Killers Kiss‘i de akrabalarından para toplayarak gerçekleştirdi. Bu iki film, izleyici ve eleştirmenler tarafından pek ilgi görmese de senaristlik, yapımcılık ve kurgu işlerini bizzat kendisi üstlenen Kubrick’e önemli deneyimler kazandırdı.

Stanley Kubrick, kara film türündeki The Killing‘de (1956) ilk defa profesyonel bir ekiple çalıştı.

Soygun yapan bir çetenin, güzel bir kadın yüzünden felakete sürüklenmesini konu alan bu filmle Hollywood’un ilgisini çekebildi. Daha sonra Kirk Douglas’la  Paths of Glory (1957) ve Spartacus (1960) gibi büyük yapımlara imza attı. Fakat, Spartacus’un çekimleri sırasında fazla kontrolcü davrandığı ve görüntü yönetmeninin işine müdahale ettiği gerekçesiyle Douglas’la araları açıldı. Fakat film çok iyi iş yaptı ve o yıl Russell Metty ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’ dalında Oscar ödülünü kazandı.

Stanley Kubrick, stüdyoların para kazanmak için gerçekleştirdiği gösterişli fakat sığ projeleri yapmak istemiyordu. Spartacus’tan sonra, filmlerini istediği gibi yönetebilmek için bağımsız çalışmaya karar verdi.

1962’de Lolita filmini çekmek için İngiltere’ye gitti. Bu filmden sonra, İngiltere’ye yerleşti.  Sanatını zirveye taşıdığı bütün kült filmlerini – Dr. Strangelove, 2001: A Space Odyssey, A Clockwork Orange, Barry Lyndon, The Shining, Full Metal Jacket ve Eyes Wide Shut – burada gerçekleştirdi. Hayatını sinemaya adayan Kubrick, evini son model teknik aletler ve tam teşkilatlı bir kurgu seti ile donatmıştı.

Sinema çevresinde münzevi bir kişi olarak tanınan Kubrick, bir çok yazar, teknik eleman ve oyuncuyla evinde ya da telefonda görüşüyordu.

Fikrin bulunmasından senaryo yazımına, yapımcılıktan sanat ve görüntü yönetmenliğine, kurgudan dağıtıma kadar filmlerinin her aşamasıyla ilgileniyordu. Stüdyo yapımcıları ve beraber çalıştığı insanlar onun dehası ve vizyonunu hayranlıkla takip ediyorlardı.

Stanley Kubrick, milyon dolarların döndüğü film endüstrisinde çalışmalarını tam bir sanatsal bağımsızlıkla yürütebilen ender yönetmenlerdendir.

Filmleri:

Lolita (1962): Nabakov’un aynı adlı romanından uyarlanan bu film epey tartışmalara yol açmıştır. Aslında Kubrick, 12 yaşındaki üvey kızıyla cinsel ilişkiye giren bir adamın hikayesini filmleştirirken izleyiciyi düşünerek oto sansür de uygulamıştı.

Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964): Yanlışlıkla nükleer felakete yol açan bir grup politikacı hakkında kara komedi türünde yapılmış olan film, nükleer savaş gerçeğini hem komik hem de korkutucu bir şekilde işler. Filmde, bir Nazi bilimadamının tavsiyeleri doğrultusunda hareket eden Amerikan yöneticilerin gerçek zihinsel seviyeleri gözler önüne serilir. ‘En İyi Film, Yönetmen ve Senaryo’ dallarında Oscar’a aday gösterilen bu film Kubrick’in en önemli başyapıtlarındandır.

2001: A Space Odyssey (1968): Bu film gelmiş geçmiş en iyi uzay bilimkurgu filmi olarak sinema tarihine geçmiş ve daha sonra bu türde yapılan bütün filmleri etkilemiştir. Kubrick, 5 yılını verdiği 2001’in senaryosunu Arthur C. Clarke’la beraber yazdı. Film, tarihöncesi zamanlarda uzaylılar tarafından dünyaya bırakılan bir ‘kara taş’ın maymunların evrimine yol açmasıyla başlar ve ardından uzay çağına geçiş yapar. Ayda bulunan ikinci kara taşın ardından bir grup astronot Discovery adlı uzay gemisiyle Jupiter’e doğru yolculuğa çıkarlar. Film, geminin kontrolünü elinde bulunduran bilgisayar (HAL) ile astronot David Bowman’ın çatışması ve Bowman’ın yıldız kapısından geçerek uzayda boyut değiştirmesi ile son bulur. Kubrick, 2001’le ‘En İyi Görsel Efekt’ Oscar’ı almıştı. İnsan ırkının bu gizemli yolculuğunun şiirsel görüntüleri ve görkemli tasarımları eşlik eden  olağanüstü bir klasik müzikle tamamlanır.

A Clockwork Orange (1971): Kışkırtıcı, şok edici bir film.

Stanley Kubrick bu filminde, insanın içindeki nedensiz kötülüğü ve şiddet arzusunu apaçık gösterirken, seçme hakkının en önemli özgürlük olduğunu vurguluyor. Toplumun en korkulan kişilerini temsil eden Alex, hırsızlıktan tecavüze, vandalizmden cinayete kadar her türlü suçu işler. Hapse atıldıktan sonra hükümetin suçluları ıslah etmek için geliştirdiği beyin yıkama metoduyla iyi bir vatandaş haline getirilir. Peki bu metod gerçekten işe yaramış mıdır?  A Clockwork Orange, İngiltere’de gösterime girdiğinde yasaklanmış ve izleyicilerden büyük tepki almıştır.

 Barry Lyndon (1975): Kubrick, 18. yüzyılda geçen bu filmi, şimdiye kadar yapılmış dönem filmlerinin yeterince iyi olmadığından yakınarak gerçekleştirdi. Film, fakir bir İrlandalı olan Barry Lyndon’ın çeşitli hilelerle sosyal merdivenleri çıkıp zenginliğe ulaştıktan sonra karanlık eylemleri yüzünden tekrar başladığı seviyeye düşmesini konu alır. Kubrick bu filmde, dönemin atmosferini en gerçekçi şekilde yaratabilmek için doğal ışık kullandı ve mekan seçimlerinde 18. yüzyıla oldukça sadık kaldı. Bu özellikleriyle Barry Lyndon, kostümlü balo hissi veren diğer dönem filmlerinden ayrılıyordu.

The Shining (1980): Stephen King’in aynı adlı eserini beyazperdeye uyarlama. Jack Torrance, bütün kış karlar altında kalan bir otelin bakıcılığını üstlenir. Karısı ve telepatik yeteneği olan oğlu Danny ile dağdaki ıssız otele yerleşen Jack, eskiden burada yaşamış olan insanların hayaletleriyle karşılaşır. En sonunda çıldırarak karısı ve oğlunu öldürmeye çalışır.

Full Metal Jacket (1987): Savaşın vahşiliği ve anlamsızlığı üzerine yapılmış en iyi filmlerden biridir. Amerikan askerlerini savaşa hazırlayan bir kampta başlayan film, Vietnam’da öldürme isteğiyle kendinden geçen askerlerin nasıl vahşileştiğini gösterir. Şiddet dolu sahneleri ve sert diyalogları ile savaş kabusunu yan tutmadan olduğu gibi anlatan bu film, Kubrick’in felsefesini bütün olgunluğuyla gözler önüne serer.

Eyes Wide Shut (1999): Kubrick son filminde, New York’da yaşayan elit bir çiftin cinsel yolculuklarını anlatır. Evlilik ve sadakat temalarını irdeleyen film, gerilim dolu atmosferi ve erotik sahneleriyle izleyiciyi yine sarsmıştır. Eyes Wide Shut, karısının sadakatinden şüphelenen Dr. William Harford’ın, bir fahişenin evinden gizli bir seks tarikatının ritüeline sürüklendiği macerasını anlatır.

Kubrick, her projeden önce yaptığı uzun araştırmalarla ünlüydü.

İletişimsizlik, savaş ve insanlıkdışı eylemler, onun filmlerinde yer alan belirgin temalardır. Bu yüzden eserleri trajedi ve komedi arasında bir yerde durur. Çağın entellektüel bilgilerinden de yararlanan Kubrick, insanın gelebildiği ya da gelemediği noktaları sürekli araştırmıştır.

Kubrick gerçeğin çok yüzlü olduğu görüşünü savunur. Fakat bu olaylara ve durumlara subjektif bakmak anlamına gelmez. Daha çok gerçeğin doğasına bilinçli bir şekilde yaklaştığı söylenebilir. Kubrick gelişen olayları olduğu gibi gösterirken, neyin doğru neyin yanlış olduğunun yorumunu izleyiciye bırakır.

Kubrick’in gerçekçiliği, hayatın önemsiz detaylarını gösteren doğalcı bir gerçekçilik değildir. Filmlerinde gereksiz diyaloglara asla yer vermez. Ona göre sinemanın gücü diyaloglardan değil bilinçaltına hitap eden güçlü imgelerden gelir. Anlam ise sonradan oluşmaktadır. O, filmlerinin müzik gibi duygular aracılığıyla kolektif bilinçaltına ulaşmasına çalışmıştır. Kubrick’in filmlerinde stil, sadece teknikle oynama amacıyla değil bir fikri vurgulamak için özenle tasarlanmıştır.

Bu anlamda 2001, Kubrick’in görsel deneyimini son noktaya taşıdığı en deneysel filmidir.

Filmleri, özenli ve titizce gerçekleştirilmiş teknik özellikleriyle, ilginç ve kafa karıştırıcı anlatımıyla ve kışkırtıcı temalarıyla hiçbir zaman kolay analiz edilemez.

1999 senesinde, 71 yaşında aramızdan ayrılan Kubrick, 40 yılı aşkın meslek yaşantısında yıllar içinde yavaş yavaş birer kült film haline gelen 16 film gerçekleştirmiştir..

 

 

 

 

Luc Besson’ dan bir klasik…

Luc Besson

“The Big Blue- Le Grand Bleu” Türkçe adıyla “Derinlik Sarhoşluğu”.

Yunanistan ve Sicilya denizlerinin derinliklerinde çekilen eşsiz manzaraları ve  Eric Serra, Bill Conti imzası taşıyan 80’lerin elektronik müziği eşliğinde yönetmen Luc Besson’un şiddet dolu filmleri Nikita ve Léon’dan çok farklı.

Luc Besson’ un gizem ve romantizm dolu bu film karanlık ve esrarlı bir sona kavuşarak Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac dahil, o dönem kuşağını derinden etkilemiş.

Jacques Mayol (Jean-Marc Barr) ve Enzo Molinari (Jean Reno) , birbirlerini çocukluklarından beri tanıyan iki arkadaştır. Sicilya’da yaşamakta olan Enzo, serbest dalış rekorunu 6 yıldır elinde bulundurmaktadır ve rakipsizdir. Peru’da yaşayan Jacques’a haber gönderip kendisiyle yarışmak istediğini söyler. Sicilya’ya gelen Jacques, arkadaşını kolaylıkla yener. Aralarındaki rekabet sürekli artar ve iki adam, inanılmaz derinliklere dalarlar. New York’da yaşayan Jacques’ın sevgilisi Johana (Rosanna Arquette) Sicilya’ya gelir ve bu anlamsız savaşın sonlanmasını ister.

Luc Besson’ un bu baş yapıtı fantastik bir yolculuğu, romantik komedi iskeleti üzerinde ve inanılmaz güzellikteki bir görseliğin eşliğinde anlatmayı başarıyor.

Luc Besson başlangıçta filmin kast’ı konusunda çok tereddüte düşmüş. Jacques Mayol rolünü Christopher Lambert ve Mickey Rourke’ a önermiş. Hatta kendisi oynamayı bile düşünmüş. Taki Jean-Marc Barr önerilene kadar. Ama Besson da filmde dalgıçlardan biri olarak bir Cameo rol oynamayı ihmal etmemiş.

THE BIG BLUE 1980’li yılların gişede de en başarılı Fransız yapımı; yalnız Fransada 9,193,873 adet bilet satmış.

Filmin Luc Besson ve Jean Reno’ya getirdiği şöhret malum ama Jean-Marc Barr filmden sonra öyle önemli bir projede yer alamamış ta ki 1991yılında Danimarkalı yönetmen Lars von Trier’ e rastlayana kadar…

Europa, filmi uzun süreli bir arkadaşlığın temelini atmış, Barr, hem Trier’in çocuklarının vatfiz babası olmuş ve hem de Breaking the Waves (1996), Dancer in the Dark (2000), Dogville (2004), Manderlay (2005), The Boss of It All (2006) ve Nymphoomaniac (2013), gibi yapıtlarında rol almayı başarmış.

Luc-Besson
Luc-Besson

 

İzzet Günay; Türk Filmlerinin Kibar Oyuncusu

İzzet Günay 21 Ağustos 1934 de İstanbul Sarıyer’de Mükerrem Hanım ile Necati Bey’in çocukları olarak Dünya’ya geldi.

Kendinden başka Hikmet isimli bir ağabeyi daha vardır. Sarıyer iskelesinde memurluk yapan babası çok şık ve zarif bir İstanbul Beyefendisidir. 1948 yılında çok genç yaşta hayata veda eder.

İzzet Günay başta kitap okuma zevki olmak üzere birçok özelliklerini babasından aldığını söylemektedir.

Daha 6 aylıkken babası Salacak iskelesine tayin edilince iskeleye en yakın evi alırlar ve ailenin bütün hayatı bu evde geçer. 

Genç yaşta iki çocukla dul kalan annesi büyük zorluk ve fedakarlıklarla iki çocuğunu yetiştirir. Ne yazık ki oda genç yaşta bir trafik kazasında hayatını kaybeder.

Ağabeyi Fikret Bey ise küçük İzzet’in okuyabilmesi için büyük bir fedakarlıkta bulunarak eğitimini bırakır ve çalışmaya başlar.

Orta okuldan sonra 1949 yılında Deniz Lisesine kaydolursa da kısa sürede askerliğin ona göre bir meslek olmadığını fark ederek ayrılır ve Haydarpaşa Lisesine girer. 

Haydarpaşa Lisesini bitirdikten sonra 1954-1955 yıllarında Cağaloğlu’ndaki İmar Müdürlüğünün Harita Şubesinde teknik ressam olarak çalışmaya başlar.

Çok iyi dans eden ve dans dersleri de veren İzzet Günay o dönemde mimar olmak istemekte, fakat ekonomik şartlardan dolayı çalışmaya ara vererek Üniversiteye gidemez.

1957 yılında askerliğini bitirerek terhis olduktan sonra Küçük Sahne’de “Kara Ağaçlar” altında piyesi ile tiyatroya adım atar.

Onu seçen kadroda “Haldun Dormen”, “Asaf Çiğiltepe”, “İlhan İskender” gibi isimler vardır. Haldun Dormen’in Cep Tiyatrosu okuluna kabul edildikten sonra bazı irili ufaklı roller alır ve “Kamp On Yedi” oyununda kendini göstererek asıl kadroya geçer.

Fare kapanı oyununda oynadığı mimar rolü en sevdiği rollerden biri olmuştur.

En son oynadığı “Altın Yumruk” oyunundan sonra sinemaya geçer.

1961 de Atlas sinemasında sahneye koydukları “Tatlı İrma” müzikali büyük bir başarı yakalar.  Bunun ardından 1962 yılında yapılan “Sound of Music = Pasifik Şarkısı” müzikali ise o kadar başarılı olmaz. 

Bir gün kulise o dönemlerde Hulki Saner’in asistanlığını yapan Orhan Aksoy gelir ve İzzet Günay’ı sinemaya davet eder.

1959 da baş rollerde Belgin Doruk, Zeki Müren ve Ayfer Feray’ın oynadığı “Kırık Plak” filmindeki Zeki Müren’in şoförü rolünü Tarık Dursun K.’ya borçludur.

Her gün tiyatronun önünden geçen Tarık Dursun baktığı afişlerde resmini gördüğü Günay’ın farklı tipini hemen fark ederek Osman Seden’e bahseder.

Seden’in yazıhanesine yapılan ziyaretin ardından filme başlayan İzzet Günay’ın sinemaya geçişi işte bu kısa rolle olur.

Sonra 1962 de “Çifte Nikah” da Ayhan Işık ve Leyla Sayar ile oynar. Ardından, “Çalınan Aşk”, “Tığ Gibi Delikanlı” filmleri gelir.

İlk baş rolünü ise Fatma Girik ile konuşan bir arabayı konu alan “Varan Bir” filminde oynar.  İkinci başrolü ise “Beni Osman Öldürdü” filminde gelir.

“Osman Seden” in “Beni Osman Öldürdü” filmi ilk kez çok geniş bir artist kadrosunu bir araya toplayan bir filmdir; Hulusi Ketmen, Ali Akpınar, Atilla Yelkenci, Öztürk Serengil, Sadettin Erbil, Ahmet Tarık Tekçe, Mümtaz Ener, Hüseyin Güler, Mürevvet Sim, Muallla Sürer, Türkan Şoray, Vahi Öz, İzzet Günay, Devlet Devrim, Hüseyin Peyda, Birsen Menekşeli, Aziz Basmacı, Leman Akçatepe, Muhterem Nur, Hüseyin Baradan, Sunay Uslu Tümay Tunçalp, Meriç Başaran, Kenan Kurt gibi.

1964 yılında Memduh Ün’ün yönettiği ve Yıldız Kenter’le birlikte oynadığı “Ağaçlar Ayakta Ölür” filmindeki rolünden dolayı Altın Portakalı ödülünü kazanır.

İlk evliliğini Dormen Tiyatrosunda Haldun Dormen’in sekreteri olarak çalışan Semine hanım ile yapar. 1963 yılında İzmir de Meral Selçuk’un evinde evlenirler.

5 Şubat 1928 de Fatihte doğan, emekli subay Zeki Bey ile Emine Hanım’ın tek çocuğu Semine Hanım liseden sonra güzel sanatlar akademisini bitirmiş iyi eğitimli bir hanımdır. Tiyatroda tanışan ve çok kitap okumak, sanat eserlerine karşı ilgi duymak gibi ortak yanları olan iki genç evlendikten sonra Teşvikiye’ye Kalıpçı sokağa taşınırlar.

Yerli sinemanın az rastlanan mutlu çiftlerinden biri olan Günay çiftinin mutluluğu uzun sürmedi. Altı yıl önce sürmenaj geçiren ve devamlı olarak tansiyondan şikayet eden Semine Hanım 1 Mayıs gecesi beyin kanaması geçirerek 4 mayıs 1968 cumartesi günü 20:25 de hayata gözlerini kapadı.

İzzet Günay 1970 de İstanbul’un tanınmış ailelerinden birinin uzun süre İngiltere’de yetiştirilmiş kızı İpek Umar’a gönlünü kaptırdı. Kendi aralarında nişanlanan çift daha sonra ailelerinin elini öpmeye giderler ve evlenirler.  Şubat 1972 de oğlu Ömer doğar.

İzzet Günay sakin bir hayatın iyice yerleşmiş prensiplerin adamıdır, efendi adamdır, kibardır, naziktir, dakik’tir, muntazam’dır ve programlıdır.

Hayatında davranışlarında büyük çıkışlara gereksiz davranışlara pek rastlanmaz. Hayatında fazla bir değişiklik de görünmez. İşinin haricinde evden çıkmayı pek sevmez.

Döneminin yerli film artistleri arasında giyimine en fazla dikkat eden oyuncudur. Giyinme bakımından yerli filmciliğin kıralı İzzet Günay’dır. Siyah renk çoraptan başka renk çorap giymez ve yurt dışından giyinir.

Antika eşya ve kitaba çok meraklıdır, pul koleksiyonu yapar, iyi olan her tür müzik dinler,

Unutamadığı anıları: geçirdiği deniz kazası, tiyatro da ilk sahneye çıkışı, ilk filminin ilk sahnesi, evlenişi, yedek subayda geçirdiğim araba kazası, ilk aşık oluşu ve eşinin ölümü. Golf oynamayı da çok sever.

Yılda yaklaşık 12 film olmak üzere 120’ye yakın film çeviren İzzet Günay 1972 yılında seks furyası başlayınca sinemayı bırakır.

Bu kararın ardında o dönem birçok sinema oyuncusunun yaptığı gibi sahneye çıkmaya karar verir.

Ayhan Işık, Fatma Girik, Sadri Alışık, Öztürk Serengil ve birçok sinema oyuncusu o dönemde sahneye çıkarak sinemada kazandıklarının çok daha fazlasını kazanmışlardır.

Böylece İzzet Günay da 1973 ile 1980 arasında Maksim gazinosunda çalışır.

Filmleri:

Yarın Ağlayacağım

Kader Yolcuları

Ekmekçi Kadın

Yalancı

Kumarbaz

Şeker Hafiye

Severek Ölenler

Elveda Sevgilim

Cici Bayanlar

Kolla Kendini Bebek

Macera Kadını

Yumruklar Konuşursa

Gurbet Türküsü

Kızılcık Dalları

 

 

 

RSS
Follow by Email