SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI – I

posted in: Senaryo | 0

SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI

Senaryo yazarı sinema için yazacağı öykülerini kendi hayal gücüne dayanarak özgün bir  şekilde tasarlayabileceği gibi, edebiyattan, tiyatrodan, müzikallerden, televizyondan, video oyunlarından, çizgi romanlardan uyarlayarak da tasarlayabilir. Film festivallerinin çoğu bu öykü kategorizasyonunu yaparak senaryo ödüllerini verir.

Özgün Öykü:

Özgün öyküde yazar kendi hayal gücüne, yaşam deneyimlerine ve bilgi dağarcığına göre bir tema çerçevesinde özgün öyküsünü tasarlar. Özgün öyküler sinemasal endişeler göz önüne alınarak yazıldıkları için sinemasal anlatıma daha yatkındırlar.

Özgün öykü, güncel yaşamdan, gazete ve televizyon haberlerinden, İnternet’ten, anılardan, yaşam tecrübelerinden esinlenecek bir fikir çerçevesinde sinemasal öykü saptandıktan sonra, bu öyküleme kuralları uygulanarak geliştirilir.

Zamanla sinemanın gelişmesi ile yönetmenler sinemayı gerçek bir sanat dalı olarak görmeye başlamışlar ve bu görüş bağlamında eserler vermek istemişlerdir. Böylece Edebiyata ait olan “author” (yazar) konseptinin sinemaya “auteur” olarak adapte edildiğini görüyoruz.

Auteur sözü ilk olarak 1950’li yıllarda André Bazin tarafından Cahiers du cinema (Sinema Defterleri) isimli Fransız sinema dergisinde kullanıldı. Bu belirli aralıklar devam etti ve daha sonraları terim Fransız eleştirmenler ve filmciler arasında yaygınlaşmaya başladı. Claude Chabrol, Françoiş Truffaut, Jean-Luc Godard ve Jacques Demi gibi isimler çalışmalarıyla terimi yaygınlaştırdı.

Fransız yeni dalga eleştirmenleri filmi bir dil, yönetmeni de kalem yerine kamerayı kullanan bir yazar olarak gördüler. Böylece auteur yönetmenler, kişisel ifade yetenekleriyle kendi özgün hikayelerini yaratarak eserlerini vermeye başladılar. Auteur yönetmen filmine kendi  işaretini koyar imzasını atar. Stüdyo müdahalelerine ve kolektif sürece rağmen filmde auteur yaratıcı sesi daha belirgindir. Bunun sonucu olarak film sadece yönetmenin ismi ile anılmaya başlar. Akira Kurosawa, Miyazaki, Antonioni, Bergman, Cassavetes, Spielberg, David Lean, Scorsese, Tarantino, Polanski, Wong Kar Wai filmi gibi. Çünkü izlediğiniz filmin dili yönetmeni bilmeseniz dahi onu tanıyabileceğiniz kadar belirgindir.

 

öykü 2
Hayao Miyazaki

 

1962 yılında Amerikan film eleştirmeni Andrew Sarris, terimi Amerika’ya tanıttı. Çoğu ünlü yönetmen auteur olarak anılmaya başladı. Bunlar, 1958’den 1960’ların sonuna dek süren Fransız Yeni Dalga akımına dahil değildiler. Fakat kendilerini Hollywood’un stüdyo sisteminden ayırt edebilen özelliklere sahip isimlerdi.

 

Öykü 4
John Cassavetes

 

Auteur teorisi Hollywood’da fazla popüler olmamıştır. Çünkü, Hollywood’un stüdyolarında yapımcıların filmlere hükmettiği bir anlayış vardı ve film çekimi çok profesyonel ve kollektif bir işti, yani orada film çok daha fazla ticari bir meta olma özelliği taşıyordu.  Senaryo yazarları da filmin tek bir kişiyle bağdaştırılmasından hoşlanmıyorlardı.

“Devam edecek”

SİNEMA OYUNCULUĞU İÇİN PRATİK TAVSİYELER

posted in: Oyunculuk | 0

Sinema oyunculuğu için önemli olan kriterler

Sinema Oyunculuğu’ nda normal olmak!

Sinema oyunculuğu bir çok oyuncu adayına “normal – kendi” olma durumunun dışında fazla şey gerektirmeyeceği düşünülerek cazip gelebilir.

Tiyatro oyunculuğunun gerektirdiği şekilde fazla fiziksel efor harcamayı gerektirmediği zannedilebilir.

Oyunculuğun gerçekleştiği mekan bir doğa sahnesi veya bir stüdyo olabilir. Her ne kadar diğer oyuncular, teknik ekip, ışıklar, kameralar vs sizi çevrelediyse de, karşınızda gerçek seyirci yoktur. Yönetmen “motor” dediği anda kendi kişiliğinizden izole olur, senaryoda yazılmış kişinin benliğine bürünürsünüz.

Eğer bu konuda başarısız olursanız karşıda gerçek seyirci olmadığı için her zaman geri dönüş imkanı vardır diye düşünmeyiniz; her tekrar zaman ve zaman da para demektir!

Sinema Oyunculuğu’ nda akılda tutulması gereken en önemli husus sinema projelerinin büyük bütçeler gerektirdiğidir!!!

Kamera önünde doğal olmak durumundadır oyuncu. Yapılan eylemin iyi bir denetim içinde kullanılması doğallığı kazandırır. Yapmacık hiçbir şey yapılmamalıdır. Bu oyunculuğa aykırıdır. Kamera önünde yapılacak her eylemin bir mantığının olması şarttır.

Yerini Korumak

Sinema projelerinde el kameralarının kullanımı her geçen gün biraz daha artmaktadır. Özellikle bu kameraların kullanıldığı durumlarda (etrafınızda sürekli dönen bir kamera olduğunu hayal ediniz) bir oyuncunun yerini muhafaza edebilmesi en önemli ve en zor durumlardan biridir.

Kamera çekime başlamadan önce sahnedeki yeriniz yönetmen yardımcılarından biri tarafından yere renkli bir bantla bir X veya T şeklinde işaretlenir.

Göreviniz sadece o noktaya yürüyüp orada kalmak çekim başladığı anda doğal bir şekilde kamerayı takip etmektir.

İp ucu: Evinizde bir üç-ayak ve video kamera yardımı ile deneme yapabilirsiniz.

Geriye Kayma

Bu terim konusunda genellikle bir yanlış anlama vardır. “Geriye Kayma” terimini bir nevi “denge” anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz; hiçbir zaman sahnede canlandırdığınız karakterin gücünü ve enerjisini azaltmanız kesinlikle kastedilmemektedir.

Ses

Bir tiyatro sahnesinde sesin güçlü kullanımı tiyatro oyunculuğunun en önemli öğesidir diyebiliriz.

Sinema filmi çekimlerinde ise bir oyuncunun etrafı yaka mikrofunu, boom mikrofon vs gibi çeşitli, son derece duyarlı ses toplama ve kayıt cihazları ile çevrilmiştir. Bu ekipmanlar en düşük seviyede bile yayılan sesleri toplayıp kaydetme yeteneğine sahiptirler.

Dolayısıyla gerçek yaşamı birebir canlandırmaya çalışan sinema filmlerinde rol alan oyuncunun sesini günlük yaşamda kullandığı vokal seviyede kullanması idealdir.

Komedi

Komedi oynamak göründüğünden çok daha zordur. Bir komedi oyuncusunun en fazla dikkat etmesi gereken husus seyirciyi gülmeye zorlamamaktır.

Elinizde mükemmel bir komedi senaryosu olabilir ama karakterinizi her an izleyiciden bir kahkaha bekler şekilde kurgularsanız sahnenin spontaneliğini bozarsınız.

Komik Olmaya Çalışmayın!

Komik bir repliği nasıl söylemek gerekir?

Tekrar ediyoruz…Sakın komik olmaya çalışmayın!

Eğer repliğinizin komik olduğuna yürekten inanırsanız kahkahalar kendiliğinden gelir…

 

SENARYO YAZARI OLMAK İÇİN…

posted in: Senaryo | 0

Senaryo yazarı…

Her sanatçı kendi tarihini kendisi yazar, ama… Kabaca, (hatta hamasi bir anlatımla) bir senaryo yazarı olmak için gereken…!!!

ENTELEKTÜEL OLMAK; Sanatçı her şeyden önce bilgi taşıyan bir entelektüeldir.

Her şeyi bilimselleştirebilen burjuvazinin tek denetleyemediği “serseri mayın” imge ve onu bir ham malzeme olarak kullanan sanatçıdır.

İlgi, gözlem, yetenek vs. senarist olmak isteyen kişiye bağlı unsurlardır.

Senaryo ise gözlem, araştırma, genel kültür, yaratıcı yazma yeteneği, ve hayal gücü gerektiren zorlayıcı bir çalışmadır.

Biz burada senaryo yazma tekniğini ve kurallarını basit ve anlaşılır bir dille anlatmaya çalışacağız.

Senaryo yazarı olacak hedef kitlemizi ise şöyle tanımlayabiliriz;

  1. Senaryo yazımı hakkında hiçbir fikri olmayıp denemek isteyenler.
  2. Birkaç denemede bulunmuş ama konuya hakim olmayıp daha fazla bilgiye ihtiyaç duyanlar.
  3. Profesyonel senaryo yazarlığı yolunda ilerleyen ama konuyla ilgili her tür bakış açısına açık olanlar.

Filmin belirlenen genel ve alt amaçlarına, teknik ve yapım olanaklarına, hedef izleyici kitlesine göre, yapımın özünü unutmadan, belli kurallara uyarak oluşturulan 35-100 sayfalık bir metindir senaryo.

“Senaryo, görüntü ve sese dönüşecek bir düşüncenin, bir olayın yazıya dökülmüşüdür”

(Eliot 1972:64).

İyi bir filmin her şeyden önce iyi bir senaryosu vardır. İyi bir senaryonun ise iyi bir hikayesi.

Senaryo yazmak isteyenler, ilk önce iyi bir hikaye anlatıcısı olmayı hedeflemelidir.

Drama’nın sınıflandırmalarını, tanımlanmış unsurlarını ya da senaryo formatlarını öğrenmek bu sürecin  parçasıdır. Fakat yeni başlayan biri ilk önce hikayenin ne olduğunu anlamalıdır.

Hikaye, bir çatışmanın (conflict) oluşması, gelişmesi ve sonunda en yüksek noktaya ulaşarak (climax) bir çözüme (resolution) varmasıdır. İşte iyi bir hikaye anlatıcısı olmak çatışmanın ne olduğu, nerelere doğru gelişebileceği ve nasıl sona ereceği problemini anlaşılır bir şekilde ortaya koymaktır.

Bir anlamda senaryo yazımı bulmaca çözmeye benzer.

Bu bulmacayı çözmek için, iyi bir senaryo yazarının yazarlık, felsefe, tarih, film yapım teknolojisi, kurgu, oyunculuk gibi konularda da bilgili olması gerekir.

Görsel bir anlatım tekniği olan “Senaryo” yazımı kendine özgü özellikler taşır;

  • Gerçek yaşamdan alınarak, kurmaca olarak (fiction) veya başka bir sanat dalından (roman) etkilenerek sinemanın kural ve koşulları dikkate alınarak öyküleme – dramatik yapı kurulur.
  • Kurulan bu yapı içinde belli düşünceler çerçevesinde, karakterler yaratılıp ilişkiler kurularak olay yaratılır, bu olay geliştirilerek sonuca varılır.
  • Diğer bir yönden senaryo görüntü, ses ve sahneleme yöntemlerinin detaylarını kapsayan teknik bir çalışmadır.
  • Görüntü; oyuncu, kamera hareketleri, çekim ölçekleri, dekor, ışıklandırma, özel etkiler (special effects) gibi öğeleri, ses ; diyalog, müzik, ses efektleri (sound effects) gibi öğeleri kapsar.
  • Tüm bu öğelerin yapımın gerçekleşmesi sürecinde nasıl uygulanacağını detayları ile anlatarak yapımı gerçekleştiren bir yazılı şema olarak düşünülebilir.
  • İşte bu şemanın sinemasal açıdan bağlı olması gereken bazı kurallar vardır.
  • Bu kurallar hakkında sinema kuramcılarının ve ünlü senaryo yazarları çok çeşitli öneriler geliştirmişlerdir.
  • Sanatın formüllerle ifade edilebileceğini söylemek hayli zordur  ama kuralları bilmek ortaya konan çalışmayı irdeleyip analiz edebilmek için gereklidir. Bu analiz ve sorgulama da uygulayıcının her şeyden önce kendini tanımasına ve ne yapmak istediğini iyi bilmesine yardımcı olurken uygulamayı da kolaylaştırır.

Yukarıda belirttilenlere bağlı olarak senaryo yazarı olmak isteyenlere burada birkaç kısa öneride bulunalım;

  1. Orijinal olun,
  2. İlk eserinizin kusursuz olmasını beklemeyin,
  3. Düşünce özgürlüğünüz kullanın,
  4. Senaryoyu ciddiye alın.

  [metaslider id=”3482″]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yurttaş Kane Filmi ve Görüntü Yönetmeni Gregg Toland

posted in: Kamera | 0

Yurttaş Kane Filmi, şimdiye kadar yapılmış en önemli filmlerden biri olma özelliğini taşıyan bir yapıt. Günümüzden yaklaşık 77 sene önce çekilmesine ragmen modern filmlere – “Star Wars”, “Birdman”, “Renevant” –  ve Robert Altman gibi sinemacılara, ilham vermiş ve vermeye devam ediyor.

Yurttaş Kane Filmi’nin bu benzersiz özelliği konusu yanısıra (belki de konusundan daha fazla) uygulanan sinematografik anlatımda yatıyor.

Günümüzde de kullanılan ve o dönem için bir devrim sayılabilecek birçok anlatım tekniği, Orson Welles’in dehasının eseri olduğu gibi filmin görüntü Yönetmeni  Gregg Toland’ ın da eseri.

Gregg Tolland 1904 yılında dünyaya geldi. Orson Welles fotoğrafçılık hakkında bildiği her şeyi Gregg Toland’dan öğrendiğini söylemiş. Gerçekten bu ikili Yurttaş Kane Filmi’ni çekmeden önce bir hafta süreyle Welles’in evinde görüntüleme teknikleri – objektifler, kamera hareketleri, aydınlatma vs – üzerinde çalışmışlar.

Welles tüm kariyeri boyunca Toland’dan övgü ile bahsederek; çalıştığı en mükemmel ve hzılı kameraman olduğunu vurgulamış.

Filmin jeneriğinde kendi adının altına Tolland’ın da adını yazarak onu onurlandırmayı ihmal etmemiş.

 

yurttaş kane filmi3
Yurttaş Kane Jenerik

 

Tolland’ın filmografisinde çoğu Oscar’a aday olan; Les Misérables – Sefiller (1935), Çıkmaz Sokak (1937), Ölmeyen Aşk (1939), Gazap Üzümleri (1940), The Long Voyage Home – Eve Yolculuk (1940), Yurttas Kane (1941), The Little Foxes – Küçük Tilkiler (1941), Bir Meleğin Aşkı (1947) gibi filmler yer alıyor.

Welles ne kadar büyük bir dahi ise, Gregg Toland Welles’in kafasındaki fikirleri görüntüye dönüştürmek açısından o kadar dahidir.

Eğer Orson Welles görüntü yönetmeni olarak başka bir isimle çalışsaydı belki de karşımızda başka bir film olacaktı.

Yurttaş Kane Filmin’de kullanılan görüntüleme tekniklerini kısaca şöyle sıralayabiliriz;

  • Subjektif – Öznel kamera bakış açısı.
  • Geniş açılı ve dar açıklıklı bir objektifle elde edilen Alan Derinliği çok yüksek sahneler (aynı karede ön, orta ve arka plan net) sayesinde seyircinin ilgisini kamera hareketleri ve karakterin çerçeve içindeki hareketleri yardımı ile istenen noktaya yönlendirmek
  • Alışılagelmişin dışında bir aydınlatma tekniği; geri plandan yapılan yüksek kontrastlı aydınlatma, Alman dışa vurumcu geleneğin eseri olan ‘Film Noire – Kara Filmler’de uygulanan düşük anahtar ışıklı aydınlatma.
  • Görüntü karesinde tavanı da görecek şekilde (setlerde tavan olması gerektiğini hatırlatırcasına ki “Citizen Kane” de kullanılan tavanlar kumaştan yapılmış ve oyuncuların tam tepesine mikrofonlar yerleştirilmiş, – yani boom mikrofonlar yerine!) alt açıdan yapılan çekimler.
  • Karmaşık kamera hareketleri
  • Yakın plan yüz çekimleri.
  • Düz anlatım yerine flash-back ve flash- forwardlarla yapılan girişik anlatım.
  • Aksiyonu takip eden kesintisiz, uzun süreli çekimler. Oyuncuyu takip eden çekimler (o dönemde Steadicam gibi görüntü sabitliğini sağlayan taşınabilir aksesuarların olmadığını hatırlayalım ve “Birdman”  filminin benzer çekimlerini düşünelim!).
  • Orson Welles şöhretini radyoda ünlü “War of the Worlds – Dünyalar Savaşı” yayını ile yapan bir sanatçıydı. İyi bir kulağı vardı ve her türlü yeniliğe açıktı;
  • Citizen Kane filminin ses tasarımı da dönemine göre devrimci bir nitelik taşıyordu; diyaloglar birbirinin üstüne düşüyor ve karakterlerden birinin diyalogu bitmeden diğerinin diyalogu başlıyordu. Buna ilave olarak sahneler arasındaki bağlantı ya ses efektleri ile ya da devam eden diyaloglarla sağlanıyordu.

Kısaca belirmek gerekirsa Citizen Kane filmi hala geçmiş ve günümüzde yer alan hayli geniş bir yelpazedeki sinemacılara ilham verebilecek bir el kitabı olma özelliğini taşımaya devam ediyor.

 

[metaslider id=”2794″]

 

 

 

 

 

 

 

“Yurttaş Kane = Citizen Kane – 1941”

posted in: Sinema Tarihi | 0

Yurttaş Kane 

Yönetmen: Orson Welles,

Senaryo: Herman J. Mankiewicz, Orson Welles,

Görüntü: Gregg Tolland,

Müzik: Bernard Herrmann,

Oyuncular: Orson Welles, Joseph Cotton, Dorothy Comingore, Ray Collins.

Süre: 119dakika

Menşe: ABD

 

“Yurttaş Kane” filmi Orson Welles’in kişiliğinden dolayı daha çekilmeye başlamadan bir olay haline dönüşmüştür.

1915 yılında Wisconsin de doğan Orson Welles’in babası bir yazar annesi ise piyanistti. Annesi 1923, babası ise 1927 de ölen ve Amerikanın dahi çocuklarından kabul edilen ve daha ziyade kendi kendini yetiştirmiş bir kimliği olan Orson’un  kültürü ilk aile çevresinde ve daha sonraları Avrupa ve ABD de etkileşime girdiği bazı kültürel kurum ve çevrelerce şekillendirildi.

16 yaşında okuldan ayrılıp Dublin Gate Theatre da oyuncu oldu.

19 yaşında ilk tiyatrosunu kurup Shakespear oynayan genç adam, radyo da anlatıma dayalı bazı programlar da yapıyordu. 23 yaşında H.G. Wells’in Dünyalar Savaşı romanından uyarladığı ve radyonun normal yayın akışını keserek verdiği1938 Cadılar Bayramı programı ile Amerikalıları gerçekten Merihli’lerin istilasına uğradıklarına inandırarak ülke çapında panik yarattı.

Daha büyük başarılara imza atmak isteyen Welles Hollywood’a geçerek RKO şirketi ile (kendisine, istediği senaryoyu seçme, istediği bütçe ile çekme ve kurgulama hakkı tanıyan) o döneme göre inanılmaz bir kontrat imzaladı.

Welles in ilk uzun metrajlı filmi olan bu film son derece etkileyici ve güçlü bir kişinin Charles Foster Kane”in  (basın kıralı William Randolph Hearts veya silah kıralı Basil Zaharof’a ait olduğu söylenen) portresini çizer.

Tüm Barok stilizasyonuna, derin odaklanmasına ve karmaşık (sürekli Flash-back’lerle geriye dönülerek) anlatımına rağmen anlatılan daha senaryo aşamasında kurgulanmış bir kişidir.

Film üzerinde ‘girilmez’ yazan Xanadou Şatosu’nun kapısında giren kamera ile başlar ve kamera bizi ölüm döşeğinde yatan adama götürür. Adam son nefesinde elindeki cam topu yere düşürürken ağzından Rose Bud = Gül Koncası sözleri dökülür.

Charles Foster Kane’in ölümünün ardından kişiliği ve yaptıkları hakkında bir haber filmi başlar ve bu film bize onun hayatını özetler.

Daha sonra gazeteci Thompson bu gizemli kişilik ve özellikle son sözleri olan Rose Bud hakkında araştırma yapmak için şatoya gönderilir.

Thompson Kane in hayatında yer alan kişilerle konuşur ve gizemi çözmeye çalışır.

Xanadou Şatosunda yıllar boyu biriken antika mobilyalar, heykeller, tablolar satılmaya veya hayır kurularına bağışlanmaya başlar, bu arada seyirci Kane’ in çocukken bindiği kızağı görür üzerinde Rose Bud yazmaktadır. Kane ölürken çocukluğunu, o dönemdeki saf ve katıksız mutluluğunu hatırlamıştır.

Ne var ki kızağı Thompson göremez ve seyircinin çözdüğü sırrı gazeteci ve dolayısıyla kamu oyu öğrenemeyecektir.

Filmde kullanılan çekim teknikleri, örneğin derin odaklama, daha önce kullanılmışsa da  Welles ve Görüntü Yönetmeni Toland bu teknik ve yöntemleri filmin karmaşık yapısı içinde ustaca birleştirerek yarım yüzyılı aşan bir süredir tartışılan bir film ortaya çıkarmıştır.

Devam edecek…

 

Krzysztof Kieslowski ve Sineması

posted in: Film Yönetimi | 0

Krzysztof Kieslowski Lódz Film Okulundan 1969 yılında mezun oldu.

Hayatının büyük bir  kısmını savaş sonrası Polonyaya yerleşen komünist rejim altında  baskı ve sansürün getirdiği acıları duyumsayarak yaşadı.

Kariyerine belgesel filmler çekerek başladı ve ilk uzun metraj filmini,“Blizna”, 1976 yılında çekti.

İlk filmlerinde politik boyutlar taşıyan sosyal gerçeklikler üzerine yoğunlaştı ise de rejimin getirdiği baskı ile kendine bir nevi oto sansür uygulayarak alışılageldik tarzına; şans, kader, kimlik, karakterler arasındaki içsel bağlantılar gibi temalarla işlenen ve metafizik öğeler de taşıyan, gelişi güzel paradoksların, elde edilen ikinci şansların, ölümün, paralel evrenlerin dünyasını keşfe çıkan filmlerine yöneldi.

Krzysztof Kieslowski’nin filmleri 1985 yılında çekilen “No End” filmi ile iki periyoda ayrılır; “No End” öncesi ve sonrası.

1985 yılından itibaren senaryo yazarı Krzysztof  Piesiewicz (önceleri bir avukat, sonraları bir politikacı) ve besteci Zbigniew Preisner ile çalışmaya başlar.

Bu iş birliği Kieslowski’nin tüm kariyeri boyunca devam eder. Kieslowski’nin doğasından gelen etkileyici metafizik soneleri bu dönemde artık olağanüstü başarılı ses ve renk senfonilerine dönüşür ve ilginç bir şekilde tüm filmlerinde (“The Dekalog” hariç) bir kadın protagonist yer alır.

Ünlü yapıtları “Three Colors: Üç renk” üçlemesine gelindiğinde kırılgan yapılı yönetmen içinde bulunduğu sinema ortamının getirdiği stres ve büyük bir adanmışlıkla yürüttüğü yağun çalışma temposu ile  hayli yorgun düşmüş ve yıpranmıştır ama kapasitesini zorlayarak deli gibi çalışmaya devam eder.

Üç renk – Beyaz” (1994) filmini çekerken “Üç Renk: Mavi” (1993) filminin kurgusunu yapmakta ve “Üç Renk – Kırmızı” (1994) filminin senaryosunu yazmaktadır.

“Kırmızı” filmi Cannes Film Festivalinde prömiyerini yaparkan emekli olmak istediğini ve Cennet, Cehennem ve Araf (“Cennet” 2002 yılında Tom Tykwer tarafından yönetildi, başrolde Cate Blanchett yer aldı) hakkında yeni bir üçlemeye başlayacağını söyler.

Yönetmen o sırada 52 yaşındadır.

54 yaşında açık kalp ameliyatı sırasında genç sayılacak bir yaşta yaşama veda eder.

Kieslowski mezun olduğu Lódz Film okuluna ancak üçüncü başvurusunda kabul edilmişti.

Biraz da bu yüzden olsa gerek sinema okullarını pek yüceltmez; “Sinema okulları size sürekli film izletir, İzlediğiniz filmler hakkında konuşursunuz, analiz yaparsınız, Birbirleri ile karşılaştırırsınız o kadar. Lodz film okulunda da diğerleri gibi sinema tarihi, estetik, fotoğrafçılık, oyuncu yönetimi vs gibi disiplinler aşama aşama öğretilir. Tabii ki bu öğretilenler hep teoride kalır. Pratikte bunların bir filme nasıl uygulanacağı ise sizin kişisel deneyimlerinize kalır” der.

 

[metaslider id=”2747″]

 

Müzik ve Film – Film Müziği

posted in: Film Yönetimi | 0

Müzik ve film  söz konusu olduğunda, müzik  bir filmin “ışık gibi” gibi olmazsa olmazı olarak düşünülebilir; zira filme anlam katan en önemli unsurlardan biridir.

Bazen bir sokak gürültüsü de “9. Senfoni” gibi devasa bir eserin yerini tutabilir çünkü müzik insanın ruhunda yaşayan bir unsur olduğundan hayatın her daim içindedir. Filmler “gelecek ya da gerçek üstü bir dil ile anlatıldıklarında da” bu ruhtan kopamazlar.

Filmde asıl olan şey ise “müziğin bir diyalog muş gibi” kullanılmasıdır.

Özellikle kısa filmlerde; filmin doğası gereği (kısa bir süre içinde anlatım) sözden mümkün olduğunca arıtılıp, “evrensel bir duygu çerçevesinde” yorumlanması önemlidir. Bir sahnede karakter sözünü söylemeden müzik sözü söyler, ya da söz kesilse de, film bitse de, müzik bitmez ve izleyici sinema salonundan ayrılırken müzik dudaklarından usulca dökülür.

Müzik ve sinema arasında bir yapısal benzerlik olduğunu söyleyebiliriz; ikisi de belli bir akışa sahiptir.

Filmin bazı dramatik noktalarını vurgulayan bölük pörçük parçalardan ziyade filmin bütününe yapılacak müzik çok daha başarılı olacaktır.

Bir filmde müzik kullanımı için aşağı da sıralanan üç farklı yol denenebilir;

  • Müzik kütüphanelerine başvurmak (özellikle düşük bütçeli filmlerde kullanılan yöntem),
  • Daha önce yazılmış bir besteyi kullanmak,
  • Film için bestelenmiş özgün bir eseri kullanmak.

Yönetmen, yapımcıyla iş birliği içinde, daha önceki çalışmalarına dayanarak belli bir besteci ile beraber çalışma tecrübesini tercih edebilir.

Bestecinin filmin hangi aşamasında olaya dahil olacağı da sürekli tartışılmakta olan bir konudur.

  • Besteci film senaryosu aşamasında da çalışmaya başlayabilir. Bu bazen iyi (besteciye eser üzerinde hayli uzun çalışma süresi vereceği için) bazen de problemli bir yöntemdir, zira besteci filme çekim aşamasından önce dahil olarak kendi yorumunu getireceği için, film çekilirken yönetmenin yorumuna göre esinleneceği tema tamamen değişebilecektir.
  • Ya kaba kurgu aşamasında ya da film tümüyle bittikten sonra. Genellikle kaba kurgu sonunda besteci filmi izleyerek çalışmalarına başlar.

Filmi izleyen ve filmin nerelerinde müzik gireceğini yönetmen ve yapımcı ile tartışarak saptayan besteci, film ve karakterler üzerinde kendi temalarını yarattığında uygun müziği besteleyecektir.

Filmin nerelerinde müzik gireceği ve çıkacağı senaryolarda belirtilmelidir.

Seçilecek müzik büyük ölçüde filmin türüne ve içeriğine bağlıdır; gece karanlığında yalnız yürüyen korkmuş bir insana, adımlarına uyan vuruşlardan oluşan müzik mi, yoksa kalp atışları mı, ya da sadece gecenin sesi mi eşlik etmelidir?

Bir şüphe ve korku içinde bekleme sahnesi  sessizliği mi yoksa esrarengiz bir müziği mi gerektirir? Sevdiklerinin ölümü karşısında insanın içinden dalga dalga yükselen acıyı en iyi bir senfonik orkestra mı, yoksa tek bir enstrüman mı anlatır?

Bir savaş sahnesine eşlik eden müzik bir marş mı olmalı, yoksa savaşın sert ve dramatik sesleri daha mı etkili olur ? Ana tema olarak bir şarkı mı kullanılmalı?

Bir çok film müzikal temalarının yaygın ünü sayesinde başarıya ulaşmıştır. “Dr. Jivago (Lara’nın Teması)”, “Love Story – Aşk Hikayesi”, “The Good , The Bad and The Ugly – İyi Kötü, Çirkin”, “Star Wars – Yıldız Savaşları”,”Issız Adam (Ayla Dikmen Şarkıları), “Game of Thrones – Taht Savaşları” dizisi.

Polonyalı ünlü yönetmen Krzystof Kieslowski (Üç Renk Üçlemesi – Kırmızı, Beyaz, Mavi) ve günümüz yönetmenlerinden Darren Aronofsky (Black Swan – Kara Kuğu) filmlerinde müziği neredeyse diyaloglardan daha etkin bir şekilde kullanan isimlere örnektir.