Gal Gadot ve Wonder Woman

Gal Gadot 30 Nisan 1985 de İsrail’de doğdu. Babası mühendis annesi ise öğretmendi.

18 yaşında 2004 İsrail Güzeli seçildi. Ardında İsrail Ordusunda askerlik yaptı. IDC Herzliya sanat Kolejinde aldığı eğitim’den sonra Model ve şarkıcı olarak devam ettiği kariyerine 2009 yılında “Hızlı ve Öfkeli 4” filmi ile sinemayı da ekledi. Ünlü aksiyon serisine “Hızlı ve Öfkeli 5: Rio Soygunu” 2011 ve “Hızlı ve Öfkeli 6” 2013, filmleriyle rolü gitgide büyüyerek devam etti.

Gal Gadot 2016 yılına gelindiğinde “Batman v Superman: Adaletin Safagi”  filminin süper kahramanlar takımına ‘Wonder Woman’ karakterini canlandırarak katıldı.

Film fazla beğenilmedi ama “Wonder Woman” ayakta alkışlanınca “Wonder Woman 2017” de solo oynayarak ‘kadın süper kahramanların filmleri gişe yapmaz’ sözünü çürüttü.

149 milyon USD bütçeyle çekilen film 821.9 milyon USD hasılat yaptı.

Wonder Woman Amerikan “DC Comics” çizgi roman firması tarafından yaratılan hayali bir karakter. 

İlk kez “Justice League – Adalet Birliğinin”nin bir üyesi olarak 1941 ekiminde All Star Comics’de ortaya çıktı.  1986 yılında verilen kısa bir ara hariç sürekli yayınlandı. Ana vatanı bir Amazon adası olan  Themyscira, kendisi de adanın Prensesi. Normal Dünyaya karıştığında iDiana Prince adını alıyor.

Serinin son filmi Wonder Woman 1984, 1980’lerin ortasında geçiyor.

Yeni tehlikeler ve müttefiklerle karşı karşıya olan Wonder Woman’ın maceralarını konu ediyor.

Diana Prince, bu kez iki yeni düşmanla karşı karşıyadır. Varlıklı iş insanı Max Lord ve bir trajediden sonra kötü adam haline gelen Cheetah. Bu sırada Steve Trevor, şaşırtıcı ve beklenmedik bir şekilde hayata geri döner…

Yılbaşında 214 salonda gösterime giren film tüm Pandemi dönemi film gösterim rekorlarını alt üst ederek ilk haftada USA da  $16.7 milyon ve Global olarak  $36.1 milyon bilet satışına ulaştı.

Zack Snyder’ın “Justice League (2021)” ve 2023 de gösterime girmesi planlanan “Shazam! Tanrıların Öfkesi” Gal Gadot’lu filmler. Bunun yanısıra Netflix aksiyon-komedi filmi “Red Notice (2021)” ve gizemli film “Death on the Nil’de (2022)” de rol aldı. Yerel medya kuruluşları tarafından “İsrail’in en büyük süperstarı” olarak adlandırılan Gadot,[16] 2018 yılında Time tarafından dünyanın en etkili 100 insanı listesine dahil edildi ve dünyanın en yüksek ücretli aktrislerinin yıllık sıralamasında iki

Gadot, 2008 yılında İsrailli emlak kralı Jaron “Yaron” Varsano ile evlendi. Çiftin 2011, 2017 ve 2021 doğumlu üç kızı var.  İkili, 2019 yılında kendi film-televizyon yapım şirketi ‘Pilot Wave’i kurdular. Gadot ve Varsano, Tel Aviv, İsrail’de bir butik otele sahipti ve bu otel 2015 yılında Roman Abramovich’e 26 milyon dolara satıldı.

1,78 metre boyundaki Gal Gadot filmlerinde dublör kullanmıyor.

Kung Fu, Kickboxing, Capoeira ve Brezilya Jiu-Jitsu’su biliyor ve çok iyi kılıç kullanıyor.

Motosiklet hastası 2006 model siyah Ducati Monster-S2R’si var.

Gal-Gado
“Hızlı ve Öfkeli 4”
Gal-Gadot
“Batman v Superman: Adaletin Şafağı”
Gal-Gadot
“Justice League”
Gal-Gadot
“Wonder Woman”

El Kameraları ile Yapılan Hareketli Çekimler.

El Kameraları ile Yapılan Hareketli Çekimler.

Son dönemlerin popüler çekim tekniği elde taşınan kameralarla hareketli ve takipçi çekimler yapmak.

Örneğin; Alejandro González Iñárritu, “Birdman (The Unexpected Virtue of Ignorance)” ve

Darren Aronofsky “Black Swan – Kara Kuğu”, bu tarz çekimlerden hoşlanan yönetmenlerin başında gelir.

El kameraları ile çekim yaparken dikkat edilmesi gereken noktalardan biri ve belki de en önemlisi, izleyiciyi rahatsız eden ve görüntüyü bozan titrek bulanık kareler elde etmemek olmalıdır.

Piyasada çok sayıda güçlü kamera sabitleyiciler varken artık bu eskisi kadar büyük bir sorun olmaktan çıktı diyebiliriz.

Steadicams’tan kaydırıcılara kadar, çekimlerinizi stabilize etmek için kullanabileceğiniz sayısız araç var.

Birçok film yapımcısı gibiyseniz, muhtemelen bir projenin çekimlerinde yanınızda getirdiğiniz birkaç tane olur.

Buna rağmen bazen konunun gereği veya daha basit ve sade görüntüler elde etmek gibi sanatsal bir amaçla eski model yöntemlere de baş vurmak gerekebilir.

Yani, bazen eski moda iyi bir el tipi kamera projenizin ihtiyaç duyduğu bir şeydir.

Bir film çekerken verdiğiniz her karar bilinçli bir karar olmalıdır. El Kameraları ile çalışmayı seçmek de farklı değildir.

Başka bir deyişle, tembel olduğunuz için veya bir sabitleyiciniz olmadığı için değil belirli bir anlatım peşinde koştuğunuz için veya çekim mekanının fiziksel şartlarından dolayı El Kameraları’ nı seçmelisiniz.

Gereksiniminizi karşılayacak en iyi seçimin ne olduğunu saptamaya bazı soruları cevaplandırmak yararlı olabilir.

  • Yeterli zamanınız var mı?
  • Bir sabitleyici ile etrafta dolaşmakla meşgulken önemli çekimleri kaçırma riski altında mısınız?
  • Bir sabitleyici ile uzun süre çekim yapabilir misiniz yoksa çok mu yorulursunuz?
  • Sabitleyicinizi çekim mekanına taşımak pratik midir?
  • Pürüzsüz kamera sabitlemesi görsel anlatımınız için doğru seçim mi yoksa dağınık, öngörülemeyen el tipi cihazlar daha etkin görüntüler mi verecektir?
  • Görüntülerinizle ne anlatmaya ne çalışıyorsunuz?

Elde taşınan kamera ile çalışma seçiminizin- çekiminiz/sahneniz/filminiz/vb.- için doğru karar olduğuna karar verirseniz, bir sonraki adım elde nasıl çekim yapılacağını öğrenmektir.

Bu durumda, siz ve kameranız arasında çok noktalı bir temas oluşturmak yararlı olacaktır.

Bunu yapmanın bir yolu, kamera kayışınızı boynunuza geçirmek ve gerginlik yaratmak için kameranızı önünüzde tutmaktır. (Bu, üç temas noktası oluşturur: boynunuz ve iki eliniz.)

Şimdi, bu sihirli bir şekilde süper dengeli çekimler yaratmayacak, ancak kayış olmadan çektiğiniz çekimlerden kesinlikle daha kararlı olacak. Ayrıca, hareket ederken ayaklarınıza fazla yük bindirmemek, hafif olmak, vücut hareketlerinizi mümkün olduğunca pürüzsüz ve yavaş tutmaya dikkat etmek de gerekir.

Son olarak, yakınlaştırmaktan kaçınmak isteyeceksiniz, çünkü bu sadece herhangi bir hareketi büyütmeye yarar.

Bunun ötesinde, post- prodüksiyonda istenmeyen titremeleri her zaman temizlemek mümkündür.

Otomatik sabitlemeye sahip kameraları ve lensleri kullandığınızdan emin olmayı da deneyebilirsiniz.

 

Ses ve Müzik Filmler’de Kullanımı

Bir eksperosyonist yönetmen olan Alfred Hitchcock filmlerinde Hollywood stüdyolarında geleneksel olarak kullanılan Ses ve Müzik yöntemine fazla uymadı. Bu yöntemde ses kuşağı üç kategoriye ayrılırdı; diyalog, ses efektleri ve müzik. Son miksajda bu üç farklı kuşak birleştirerek ana ses kuşağını oluşturur. Hitchcock bu farklı ses kuşaklarının ayrı ayrı işlevleri üzerinde durmayarak onları bir bütün olarak ve görüntüsel anlatımı pekiştiren bir dil olarak görmüştür.

Filmlerinde bazen müzik yerine doğal ses efektlerini, bazen efekt yerine müziği, bazen de bunların karışımlarını kullanmıştır; “Birds –Kuşlar” filminde kuş sesleri müziği, “Psycho – Sapık” filminde keman vuruşları bıçak darbelerini taklit eder.

Kuşlar filmindeki kuş sesleri çoğu kez kuş görüntülerinden daha ürkütücüdür.

Kentcuky Üniversitesinde ders veren bir müzik profesörünün oğlu olan ve filmlerinin müziklerini kendi yapan John Carpenter’a göre film müziği kesin olmalı ve ifade edilmeye gereksinim duymamalıdır.

Müziğin izleyici için sadece bir dinleti olmaktan çıkıp onu etkileyen ve yönlendiren bir araç olması gerektiğine inanır.

Jerry Bruckheimer, Michael Bay, Tony Scott Hollywood’un en yüksek bütçeli filmlerine (Pirates of Caribbean 2003, Transformers 2007, Top Gun 1986) imza atan yönetmen ve yapımcılardır. Aksiyon dolu filmlerindeki erkeksi ve militer hava filmlerin müziklerine de yansır. Hollywood tabiriyle ‘Sinerji’ denilen bu tarz, film yapımına ve pazarlamasına multimedya’ya yönelik bir yaklaşım getirir; (Film + Film Müziği + Video = Gelir.)

Ses ve Müzik’ i filmlerinde en etkin bir şekilde kullanan yönetmenlerin başında Daren Aronofsky gelir.

Darren Aronofsky “Pi” (1998), “Requiem for a Dream” (2000), “The Fountain” (2006), “The Wrestler” (2008), “Black Swan” (2010), “Noah” (2014) gibi filmlerinde ses tasarımını ifade aracı olarak kullanmıştır. Aronofsky hikayelerinde gerilimi, kahramanlarının yaptığı seçimler üzerinden yaratır; onları öyle yerlere, konumlara sokar, öyle yerlere taşır ki yaptıkları seçimler ya ölüm ya da akıl sağlığını yitirmekle sonuçlanacaktır.

Aronofsky ekranda yer alan tuhaf hikayelerle izleyicileri içine çektikten sonra ses efektleriyle onlar üzerinde çalışmayı sürdürür.

Kahramanın işkencesinin zaman zaman ses ve müzikdir.

Ses yoluyla hikaye anlatımının ustasıdır yönetmen.

‘Black Swan – Siyah Kuğu’ filmi bunun en mükemmel örneklerinden biridir.

Ses-ve-Muzik
Ses-ve-Muzik

Ses ve Müzik bu filmde adeta bir yan karakter gibidir.

Taleplerini kahramana empoze eder. Günlük yaşamda deneyimlediğimiz sesler -metro, şehir gürültüsü, insan fısltıları vs – anlatılan hikayeyi izleyici gözünde  netleştirirken kahramanın duygusal çalkantılıranı da tetikler.

Bu filmdeki seslerin katkısı olmadan, tehlike duygusu sönebilir ve yanılsamalar eksik kalarak bir karakterin hayal gücünün sınırlarını zorlaması engellenebilir.

Aronofsky Ses yoluyla sembolizmi de başarıyla kullanır.

“Pi” de kahramanın karşısındaki kişiye sesini duyuramaması veya bağırdığnda ağzından tek bir kelime bile çıkmaması kendi içinde boğulmuşluğunun ve izolasyonunun en güzel ifadesi değil midir? Bu durum gerçekten olduğu gibi de gösterilebilr veya bir metafor olarak da kullanılabilir. Bir anlamda, hiçbir şey söylemeden temayı duyurarak filmin anlamını izleyiciye vurucu bir şekilde aktarır.

Ses-ve-Muzik-2
Ses-ve-Muzik-2

 

 

Tom McCarthy ve “Spotlight” filmi.

Tom McCarthy

Thomas Joseph McCarthy 7 Haziran, 1966) da New Providence, New Jersey, de dünyaya geldi.

İrlanda asıllı bir ailenin oğlu.

Yönetmen, Senaryo Yazarı ve de oyuncu. 

Tom McCarthy genellikle Bağımsız Filmler üreten bir sinemacı.

The Station Agent (2003), The Visitor (2007), Win Win (2011), Spotlight (2015), Stillwater (2021)

gibi.

Yönetmen: Tom McCarthy

Yazarlar: Josh Singer, Tom McCarthy

Cast: Mark Ruffalo, Michael Keaton,Rachel McAdams, John Slattery, Stanley Tucci.

“Spotlight” En İyi Film, En İyi Senaryo dallarında 2015 yılında Oscar ve En İyi Senaryo dalında BAFTA ödülü kazanmış bir film.

En İyi Yönetmen dalında da Tom McCarthy Oscar ve BAFTA’ya aday gösterilmiş.

Epey zaman geçmesine rağmen güncelliğini günümüzde de koruyan bir hikayeye sahip.

Ve bu gidişle gelecekte de bu güncelliği koruyacak gibi ne yazık ki….

Spotlight, 2002 yılında Boston Globe gazetesinde yayımlanmaya başlayan uzun soluklu bir haber dizisininden yola çıkıyor.

 Sonunda Boston’u ardından tüm Amerika’yı ve Katolik dünyasını sarsan bir skandalın açığa çıkarılma öyküsüne dönüşüyor.

Gerçek bir olaydan yola çıkan film. 1976 yılında bir rahibin çocuk tacizi suçuyla karakola götürülmesi ardından serbest bırakılmasıyla başlıyor.

Bu olay başta büyük yayın organları olmak üzere Medyanın ilgisini çekmiyor.

 Sinemasal mekanın akışı içinde hikaye 2001 yılının Boston Globe gazetesinde tekrar hatırlanıyor.

Bu arada gazetenin başına- dışarıdan biri – olduğu için de hoş karşılanmayan yeni biri getirilmiştir. Marty Baron’un ilk işlerinden biri, gazetenin uzun soluklu ve derinlemesine araştırmalar yapan ‘Spotlight’ ekibine start vermek oluyor.

70’lerden beri kim bilir kaç kez meydana gelmiş olmasına rağmen, görmezden gelinen, ya da örtbas edilen onlarca vaka böylelikle yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başlıyor.

‘Spotlight’ ekibinin uzun soluklu çalışması (2003 yılında Globe’un Pulitzer ödülü kazanmasını da sağlayan haber dizisi) hâkim çevreleri huzursuz ediyor.

Katolik Kilisesi’nin veya Kiliseyle iş birliği içindeki pek çok kişi ve kurumun, çocuk taciz ve tecavüzlerine nasıl göz yumdukları ve olayları profesyonelce nasıl örtbas edildiği gözler önüne seriliyor.

Sırf Boston’da yüze yakın rahibin taciz veya tecavüz ettiği neredeyse bine yakın çocuk olduğu gerçeği açığa çıkıyor.

Gazeteye basılan ilk haberle birlikte ise, yıllardır susan ya da susturulan ve ciddi travmalar yaşayan insanlar konuşmaya başlıyor. Katolik Kilisesi’nde taciz ve tecavüzün ne derece yaygın ve sıradan olduğu da böylece ispat edilmiş oluyor

Tom McCarthy, bu gazetecilik başarı hikâyesini dramatik sansasyonel tarza yönelmeden belgesel tadında izleyicilere aktarıyor.

Spotlight’ın ele aldığı meseleyi sunma konusunda da etik açıdan temkinli davrandığı söyleyebiliriz.

Film bize büyük ölçüde Alan J. Pakula’nın Robert Redford ve Dustin Hoffman’ın baş rolleri paylaştıkları 1976 yapımı ünlü filmi “Başkanın Bütün Adamları” nı anımsatıyor. Watergate skandalının ortaya çıkmasını sağlayan The Washington Post gazetesi muhabirleri Carl Bernstein ve Bob Woodward’ın yazdıkları kitaptan uyarlanan bir film “Başkanın Bütün Adamları”.

Her iki film de gazetecilerin, tanık bulma, delil toplama gibi süreçlere sadık kaldığı bir araştırmacı gazetecilik filmi

Tom McCarthy geçmişte kalan üstü örtülü gelmiş bir gazetecilik olayını gerçekliğe sadık kalarak perdeye aktarmayı tercih etmiş. Filmin karakterlerin tek özellikleri, araştırma yapıyor olmaları ve gerçeği kovalamaları. Günümüz filmlerinin aksine kişisel hayatlarına dair az sayıdaki sahne de yine tamamen konuya hizmet etmek üzere var.

Stüdyo Sömürü Filmleri

Stüdyo Sömürü Filmleri

Amerika’da MPPA sisteminin yürürlüğe girmesinden sonra Hollywood’da kan, şiddet, erotizm ve küfür dolu filmler yapılmaya başlandı. Bu serbestlik ortamında John Schlesinger “Midnight Cowboy” u (1969), Stanley Kubrick “A Clockwork Orange” ı (1971), Sam Peckinpah “Straw Dogs” ’u (1971), Adrian Lyne “9 1/2 Hafta” yı (1986) çektiler.

Hollywood filmleri sömürü sinemasının konularını daha kabul edilebilir yumuşak bir biçimde işledi.

Büyük bütçelerle ve sanatsal özellikleri de göz ardı etmeyerek Stüdyo Sömürü Filmlerini çekmeye başladı.

Örneğin Darren Aronofsky “Requiem for a Dream”, (2000) filminde 1930’larda popüler olan uyuşturucu filmlerinin özelliklerini kullandı.

“The Blair Witch Project” (1999), “The Silence Of The Lambs” (1991) yamyam filmlerinden etkilenerek yapıldı.

Studyo-Somuru-Sinemas
Kuzuların Sessizliği

Bazı sömürü filmlerinin yeni versiyonları da yapılarak Stüdyo Sömürü Filmlerinin yelpazesine eklendi.

 “The Texas Chainsaw Massacre” (2003), “Assault on Precinct 13” (2005), “The Hitcher” (2007).

Stüdyo Sömürü Filmleri, giderek daha karmaşık olay örgüleri kullandılar. Modern ve estetik bir sinematografi aracıyla kanlı şiddeti kitlelere kabul ettirdiklerini görüyoruz.

Bu tarz Stüdyo Sömürü filmleri’ ne örnek vermek gerekirse;  “Se7en” (1995), “Crash” (1996), “Fight Club – Dövüş Kulubü” (1999), “Irreversable” (2002), “The Dreamers” (2003), “Saw” (2004).

Quentin Tarantino sömürü sinemasından yararlanarak sinemaya yeni bir bakış açısı ve sanatsal boyut getirmiştir.

“Reservoir Dogs – Rezevuar Köpekleri “, “Pulp Fiction – Ucuz Roman” ve “Jackie Brown”, “Kill Bill” filmlerinin yaratıcısı Tarantino bu türü çok seven bir sinemacıdır. Kendisini bir sanatçı olarak gören Tarantino şiddeti filmsel bir motif olarak kullanır.

 

Şiddet ögesini kendi tarzında başarı ile kullanan yönetmenlerden biri de David Lynch’dir.  

“Blue Velvet – Mavi Kadife” (1986), “Wild at Heart – Vahşi Doğanlar” (1990), “Twin Peaks: Fire Walk with Me”  (1992), “Lost High Way – Kayıp Otoban” (1997) filmleri.

Sömürü sinemasının Mainstream-Ana Akıma karışmasıyla sinema adeta yüz değiştirmiştir.

Önceleri, sömürü filmlerinin Mainstream’e karşı bir duruşu vardı.

Mainstream sinema, toplumun ahlak kurallarını ve tutucu yaşam biçimini sağlamlaştırmak için çalışıyordu.

Sömürü sineması ise buna ters olarak gelenekleri yıkıp, seyirciye kuralların çiğnenmesinden kaynaklanan gizli bir zevk veriyordu.

Sömürü Sineması yaptığı sömürüyü, Mainstream sinemasına göre daha açık ve dürüst bir şekilde ortaya koyabilmiştir.

Böylece film dünyasına karşı eleştirel bir bakış açısı da getirebiliyordu.

Günümüz Televizyon endüstrisi de bu konuya el atmakta gecikmedi.

Bunun en popüler örneği “The Walking Dead” TV serileridir..

 “The Walking Dead”olası bir global savaş, doğal felaket veya kıyamet sonrası dönemi anlatan (post-apolakiptik) Amerikan yapımı bir TV serisidir.

Robert KirkmanTony Moore ve Charlie Adlard tarafından yaratılan çizgi roman serisinin TV uyarlaması.

Çok geniş bir oyuncu kadrosuna sahip olan dizi modern medeniyetin çöküşünün ardında yaşananları anlatır.

Bu çöküşten kurtulan insanlar gruplar halinde yaşıyorlar.

Kendi kural ve kanunları var.

Aralarında çatışmalar da hiç eksik olmuyor.

Ama asıl amaç kendilerini avlamaya çalışan Zombiler’ den kaçabilmek ve hayatta kalarak varlıklarını devam ettirebilmek.

.

 

Sömürü Sineması

Sömürü Sineması

(Exploitation Cinema)

Sömürü Sineması, sanatsal değerleri arka plana atıp, seyircinin korku, heyecan, merak duygularına hitap eden ve çabuk para kazanma amacıyla yapılan filmlere verilen bir addır. Sinemanın başlangıcından beri var olan Sömürü Sineması, “Mainstream-Ana Akım” sinemaya alternatif ve karşı bir söylem getirmiştir.

Bu tarz filmlere Sömürü Sineması denmesinin sebebi seyirciyi etkilemek için kurallara ve sansürlere meydan okuyan konulardan faydalanmasıdır.

Standard dışı zevkler, ölçüsüz seks, uyuşturucu partileri, şok etmeye yönelik bol şiddetli ve kanlı manzaralar sömürü sinemasının bilinen motifleridir. Bu filmlerin diğer ayırıcı özellikleri; star olmayan oyuncularla, düşük bütçelerle ve bağımsız olarak çekilmeleri, bilerek veya bilmeyerek yapılan devamlılık hatalarıyla dolu olmalarıdır.

Filmler hakkında kötü bir ün yaratılarak reklamları yapılır.

Sömürü Sineması, 1930’larda Hollywood’un büyük film şirketleri tarafından getirilen prodüksiyon kodunun (production code) yasakladığı her konuya el atmıştır: Salgın hastalıklar, uyuşturucu, kölelik, cinsellik ve çocuk sömürüsü vs. gibi.

O yıllarda Amerika’daki uyuşturucu yasağı sebebiyle masum insanların uyuşturucuyla kirlenmesi ve deliliğe doğru gitmelerini konu alan filmler yapıldı. Bu filmlerin en ünlüsü 1936’da çekilen “Reefer Madness” dır.

1970’lere gelindiğinde, sömürü filmlerinin popülerliği Amerika’nın yanı sıra Avrupa’da ve Uzak Doğu’da da arttı. Bu filmler her türlü sapık, psikopat, canavar, fışkıran kanlar, araba kazaları, erotik danslar ve bolca küfürün kullanıldığı sahnelerle doludur. Sömürü Sineması filmleri, ahlaki meseleleri kurcalamasıyla seyircide hem merak hem de tiksinti uyandırarak kendi cazibesini doğurmuştur.

Sömürü sineması birçok alt türe ayrılır:

Seks sömürü filmleri (Sex exploitation): Bu filmler çıplak veya yarı çıplak kadınların olduğu erotik sahnelerle doludur.

O dönemin örnek filmleri: The Immoral Mr. Teas (1971), Kiss Me Quick (1964), Scum of the Earth (1963), Lorna (1964)

Siyah sömürü filmleri (Black exploitation): Afrika kökenli Amerika’lılara yönelik, siyahların oynadığı, kenar mahallelerdeki hayat tarzı, uyuşturucu ve fahişelik gibi konuların işlendiği filmler.

O dönemin örnek filmleri: Sweet Sweetback’s Baadasssss Song (1971)

Zombi Filmleri: Normal zombi filmlerini sömürü sineması düzeyine çeken, bol kan ve çıplaklık kullanan filmlerdir. Birçok zombi filmi İtalyan yönetmenler tarafından yapılmıştır.

O dönemin örnek filmleri: Dawn of the Dead (1978), Zombi 2 (1979), Zombi Holocaust (1980)

Şok Filmleri (Shock exploitation): Seyirciyi şoke etmek amacıyla vahşi ve gerçekçi şiddet görüntüleri içerir. Cinayet, intihar, tecavüz ve ensest işlenen konulardan bazılarıdır.

O dönemin örnek filmleri: The Virgin Spring (1959), Last House on the Left (1972), The Texas Chainsaw Massacre (1974), The Hills Have Eyes (1977)

Motosiklet Filmleri (Biker Films): Birçok seks ve şiddet sahnesinin olduğu motosiklet çeteleriyle ilgili filmler. 1960’ların sonlarına doğru yayılmaya başlamış bir türdür.

O dönemin örnek filmleri: The Wild One (1953), Hell’s Angels on Wheels (1967), Satan’s Sadists (1969) 

Yamyam Filmleri (Cannibal Films): 1970’lerde başlayan bu tür sömürü filmleri bol kanlı ve şiddetli sahneler içerir. Eski çağlara ait kabilelerin vahşi hayatları ve egzotik mekanları kullanır.

O dönemin örnek filmleri: Cannibal Holocaust (1980), Cannibal Holocaust II (1988)

Jidaigeki Filmleri: Uzak doğuda 1970’lerde ortaya çıkan, gelenek dışı samuray filmleridir. İntikam isteyen anti-kahramanlar, kanlı kılıç oyunları, anlamsız çıplaklık ve seks sahneleri bu filmlerin özellikleridir.

O dönemin örnek filmleri: Hanzo the Razor (1972), Shogun Assassin (1980)

Mondo Filmleri: Sansasyonel temaları işleyen şok edici belgesel ya da sözde belgesellerdir. Egzotik toplumların seks gelenekleri, şiddete yönelik davranışlar, korkunç ölüm ya da cinayetler gösterilir.

Bu filmler eğiticilikten ziyade seyirciyi şok etmeye yöneliktir ve çoğu sahneler önceden hazırlanmıştır.

Sömürü sineması zamanla kendi estetiğini oluşturmuştur:

Yakın çekimler, atlayan geçişler (jump-cuts), karakterin bakış açısını gösteren görüntüler, siyah-beyaz, renk baskınlığı olan-genellikle kırmızı- çekimler veya yavaşlatılmış çekimler vs.

Bu filmlerinin seyirci kapasitesini gören Hollywood sonunda sömürü Sineması’na da el attı.

Amerika’da, 1968’de prodüksiyon kodu yeniden gözden geçirildi. 

Filmler büyük ve genç seyircilere uygunluğu açısından 5 sınıfa ayrıldı. Yeni MPPA değerlendirme sistemine göre, bir zamanlar sadece sömürü sinemasına ve B filmlerine ait olan tabu konular ve şiddetli sahneler, 17 yaşın altındakilerin izlemesinin yasak olduğu X değerlendirmesiyle Hollywood filmlerine sızdı.

Sömürü filmleri prodüksiyon koduna uymadıkları için büyük stüdyoların dağıtım olanaklarından faydalanamıyorlardı. Bu yüzden sömürü sinemacıları kendi dağıtım sistemlerini buldular. Eski tiyatro binalarını sinemaya çevirerek sadece sömürü filmleri gösteren sinemalar oluşturdular.

Bu yerlere “Grindhouse” denildi. 1980’lerde Hollywood’da büyük bütçeli filmlerin yapılması ve video gösteriminin gelişmesiyle grindhouse’lar kapandı.

Fakat sömürü türü, ev sineması ve televizyon programları ile varlığını sürdürmeye devam etti.

Sömürü sineması, 1990’lardan bu yana akademik çevreler tarafından da ilgi görmüş ve “paracinema” olarak adlandırılmıştır.

 

 

Senaryo ve Oyunculukta 4N1K ve İmgelem.

 

Senaryo ve Oyunculukta 4N1K

Yaşadıklarımız, duyduklarımız ve gördüklerimiz, bunlarla ilgili hayaller kurmamız, hayal gücümüzü geliştirir. İmgelem, var olmayan ya da olması olanak dışı şeyler oluşturmaktır. Bir oyunda diğer oyuncuyu öldüren kişi, asla karşısındakini öldürmemiştir. Benzer şekilde bir senaryoda bir karaktere cinayet işleten yazar olmayacak bir eylemden bahsetmiştir.

Bu bağlamda bir oyuncunun ve bir yazarın işlevi birbirine benzerlik kazanır. Her ikisi de yaratıcılık aşamasına gelindiğinde Senaryo ve Oyunculukta 4N1K yı kullanır.  Sonuçta her ikisi için de bir yaratıcılık söz konusudur.

 Oyuncu imgelem oluşturarak rolü gereği o insanı öldürebilmeli gerçek bir katil gibi davranış sergileyebilmelidir. Yazar da kâğıt üzerinde veya perdede gerçek bir katil yaratabilmelidir. İmgelemenin başarılı uygulanması, hayal gücünün etkin olmasına bağlıdır. Hayal gücünden yoksunluk oyuncunun veya yazarın kendine özgü yaratıcı gücünün gelişmemesine yol açar. Buna bağlı olarak başarı ve verimlilik asla gelmeyecek demektir.

Senaryo ve Oyunculukta 4N1K ve İmgelem derken hatırlamamız gereken Gözlem yapmanın imgelemenin en önemli olgusu olduğudur. Çevrede olup bitenleri, insanların karakter biçimlerini, olaylar karşısındaki tepki ve etkilerini çok iyi gözlemleyip bilinç altına yerleştirmek gerekir.

İmgelemin geliştirilmesi çalışmasında sorulması gereken beş soru, kesinlikle yanıtsız bırakılmamalıdır. Bu beş soru yaratıcılığın en gerekli unsurlarıdır. Başarı, soruların yanıtlarından algılanan durumları, kişilik özelliklerini ve yaşam biçimini role veya yaratılan karaktere uygulamaktan geçer.

Beş ana soru ve yanıtları, karakteri canlandırmada oyuncuya veya yazara, kesin başarı kazandırır. Şimdi bu beş ana soruyu ve açılımlarını inceleyelim.

Sorulması gereken sorular. Kim, nerede, ne zaman, nasıl, niçin?

  • NEREDE?

Hikayenin geçtiği ülke, şehir, bölge, mahalle, sokak, özel mekan. Yani hikâye veya tek bir olay nerede gerçekleşiyor?

  • NE ZAMAN?

Hikâyenin, zaman olarak geçtiği çağı, çağın özelliklerini, insanların karakter ve davranış biçimlerini incelemekle soruya yanıt aranır.

  • NASIL?

Kamera önünde ve sahnede uygulanacak eylemin nasıl ve ne tür davranış gerektirdiğini anlamaya çalışarak yanıt aranır. O kişi nasıl yürürdü? Nasıl otururdu? Vb.

  • NİÇİN?

Canlandırılacak kişiliğin amacının ne olduğunu zorlamak ve emelin amacını ortaya çıkarmak için yanıt aranır.

  •  KİM?

Canlandırılacak karakterin yaşamının ve yaşının kaç olduğunu, çevresi ve insan ilişkileri ile onlara nasıl davrandığını, mesleğini ve fiziksel yapısının nasıl olduğunu belirler. Bu önemli soruların yanıtlarına ilave olarak şunları da bağdaştırıp incelemeli ve yanıtını aramalıyız.

1 – Ben (Kendim). Bu rolü ben oynayacağım veya senaryoda karakteri ben yaratacağım. Ben, olarak gerekli yorumum ne olmalıdır.

2 – Ben (Deneyimim). Benim yaşam deneyimim bu uğraşa ne gibi bir katkıda bulunacaktır.

3 – Yaşım. Yaşımın gerektirdiği durumu yorumumun içinde nasıl kullanacağım.

4 – Geçmişim. Geçmişimin içindeki anımsadığım hayallerimi nasıl kullanabilirim.

Tüm bu sorulara alınacak yanıtlar rolün yorumunu veya karakterin yaratılmasını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır.

 

 

 

 

Slow Motion – Yavaş Hareket

Slow Motion 

Cinema – Sinema genel anlamı ile bir hikayenin düzenli aralıklarla parçalara bölünerek hareketli görüntüler haline dönüştürüldükten sonra  bu parçaların birbirine eklenmesi ile görsel olarak oluşturulup  perde veya ekranda izlenmesi olayıdır.

Bu hareketli görüntüler aslında fotoğraf karelerinden oluşur. 

Eğer biz bu kareleri belirli bir hızla gözümüzün önünden geçirirsek ( saniyede 24 kare) hareketli görünmeleri sağlarız.

Bu olay bir göz kusuruna dayanır. Göz hatırlama yapar yani retina tabakası üzerine düşen götrüntü hemen kaybolmaz bir süre kalır . Ve gözümüz bu birbiri üstüne eklenen bu kareleri hareketli görür.

24 kare/saniye normal çekim hızıdır.

Slow Motion günümüz sinemasında görüntüye özel bir görünüm kazandırmak amacıyla en çok kullanılan fotoğrafik tekniklerden biridir.

Slow Motion – Yavaş Hareket nedir ?

  • Bir sinema filmi resim karelerinden oluşan çekimler dizinidir. Her bir çekimde yer alan hikayenin o öznel anındaki karakterleri, dekoru ve hareketleri en iyi şekilde anlatabilmek için kameranın en doğru konumda olması gerekir.
  • Film üzerindeki görüntü boyutu teknik olarak kameranın konuya olan uzaklığı ve kullanılan objektifin odak uzunluğu ile belirlenir.
  • Shutter– Örtücü – Obtüratör. Pencerenin önünü açan ve kapayan bir perdedir.
  • Bu perde poz süresini, örneğin saniyede 24 kare olacak şekilde ayarlar. Bunun yanında değişik çekim hızları da vardır. Saniyede çekilen kare sayısı arttıkça çekim hızı da artıyor demektir.
  • 25 kare/sn – fps
  • 50 kare/sn
  • 240 kare/sn
  • 480 kara/sn
  • 1000 kare/sn

    Slow Motion – Yavaş Hareket nasıl yapılır.

  • Yüksek hızlı kameralarda hızlı çekim yapılır ve sonra çekilen bu görüntüler normal kare hızında 24 – 25 kare / saniye oynatılarak zaman daha yavaş akıyormuş gibi görünür.
  • Normal hızla çekilen görüntülerin daha yavaş hızla oynatılması ile. Bu yöntem daha ziyade anında gösterimin önemli olduğu video da kullanılır.
  • Günümüzde daha çok tercih edilen yöntem bu işin post prodüksiyonda bilgisayarlar tarafından digital olarak yapılmasıdır. Çekilen karelerin birbirine katılması ile yavaş hareket etkisi elde edilir. 

Karakter Yaratma – Var Olmayanı Üretmek

Karakter Yaratma

Yaşadıklarımızı, duyduklarımızı ve gördüklerimizi hayal etmemiz, hayal gücümüzü geliştirir. İmgelem, var olmayan ya da olması olanak dışı şeyler oluşturmaktır…

Karakter Yaratma’ da İmgelem’in başarılı uygulanması, hayal gücünün etkin olmasına bağlıdır.

Hayal gücünden yoksunluk bir oyuncunun, kendine özgü oyunculuğunu geliştirmesine veya yazarın yaratıcılığına engel olur.

Yaratıcı güç gelişmediği için de Karakter Yaratma eyleminde gelişme olmayacak ve buna bağlı başarı ve verimlilik asla gelmeyecek demektir.

Gözlem, imgelemenin ve dolayısıyla bir Karakter Yaratma’nın en önemli olgusudur. Çevrede olup bitenleri, insanların karakter biçimlerini, olaylar karşısındaki tepki ve etkilerini çok iyi gözlemleyip şuur altına yerleştirmek gerekir.

Karakter Yaratma’ da imgelemin uygulanması oyuncunun veya yazarın kendi görüşünün de katılmasıyla etkin biçime gelir.

İmgelemin geliştirilmesi çalışmasında sorulması gereken dört soru, kesinlikle yanıtsız bırakılmamalıdır. Bu dört soru imgelemeye bağlı olarak Karakter Yaratma’nın en gerekli unsurlarıdır.

Başarı, soruların yanıtlarından algılanan durumları, kişilik ve yaşam biçimi ile bağdaştırmaktan geçer.

Dört ana soru ve yanıtları, Karakter Yaratma’da  oyuncuya ve yazara kesin başarı kazandırır. Şimdi bu dört ana soruyu ve açılımlarını inceleyelim.

Sorulması gereken sorular. Kim, nerede, nasıl, niçin?

KİM ?

Yaratılacak karakterin nasıl bir yaşamının ve yaşının kaç olduğunu, çevresi ve insan ilişkileri ile onlara nasıl davrandığını, mesleğini ve fiziksel yapısının nasıl olduğunu belirler. Çalışmamızda bu önemli soruların yanıtlarına ilave olarak şunları da bağdaştırıp incelemeli ve yanıtını aramalıyız.

1 – Ben (Kendim) olarak yorumum ne olmalıdır.

2 – Ben (Deneyimim). Yaşam deneyimimin katkısıyla ben bu karaktere neler katabilirim.

3 – Yaşım. Yaşımın gerektirdiği durumu yorumumun içinde kullanacağım.

4 – Geçmişim. Geçmişimin içinden gelen anımsadıklarım yardımıyla iç ve dış şartların ve düşüncelerin hissedilmesinin sağlanmasını gerçekleştireceğim. 

NEREDE ?

Oyunun, zaman olarak geçtiği çağı, çağın özelliklerini, insanların karakter ve davranış biçimlerini incelemekle soruya yanıt aranır.

NASIL ?

Kamera önünde ve sahnede uygulanacak eylemin nasıl ve ne tür davranış gerektirdiğini anlamaya çalışarak yanıt aranır. O kişi nasıl yürürdü? Nasıl otururdu? Vb.

NİÇİN?

Canlandırılacak kişiliğin amacının ne olduğu sorgulanır ve bu amaca ulaşıncaya kadar ortaya konması gereken eylemlerin neler olabileceği hakkındaki sorulara yanıt aranır.

Yazı Alfabesi ve Senaryo

Yazı Alfabesi ve Senaryo

Romancıların, başka yaratıcılarla çalışmayı pek bilmedikleri(!) şeklindeki ortaklaşmacı yaratım bu duygusu edebiyattan sinemaya yapılacak uyarlama çalışmalarında sık sık ortaya çıkar.

Edebiyatçılar, ürünlerini sinemaya aktaracak sinemacıları hep kuşku ile karşılamışlardır. Bu kuşku, tek başlarına yarattıkları eserin onlar tarafından bozulabileceği kaygısı yüzündendir. Oysa bu yanlıştır. Çünkü kimse bir eseri bozmak için işe başlamaz.

Bu yüzden senaristler, roman yazarlarının tekelci yaklaşımlarından uzaklaşmalıdırlar.  Romancı yayınevine romanını teslim ettikten sonra, romanın başına matbaa veya dağıtımda çok az şeyler gelir. Oysa sete çıkan bir senaryonun başına çok şey gelebilir. Senarist bunları bilmek ve ona göre davranmak zorundadır…

Senaryo filme giden yolda bir ön aşamadır…

Yani kâğıt üstündeki bir senaryo, sadece daha sonra hareketli görüntülerle kayda alınacak görüntülerin, 29 harfle yazılmış bir taslağıdır. Bu taslak, bir anlamda, daha sonra yapılacak bir bina için bir mimarın çizdiği plandan yapılmış bir makete benzer. Bir maket bir bina için ne kadar somutsa, kâğıt üzerindeki bir senaryo da bir film için o kadar somuttur.

Kendi kendimize, “Peki, sinemacılar herhangi bir dilin yazı alfabesini kullanmak zorunda mıdırlar?  Ve bir yazı alfabesi yeterli midir?” diye iki soru sorabiliriz.  Birinci soruyu “hayır” diye yanıtlamak mümkün değildir.

Sinemacılar, filme giden yolda pratik, kolay ve güçlü bir iletişim sağlayan bir araç olarak yazı alfabesini kullanırlar.

Fakat yazı alfabesi onların ihtiyaçlarını tam olarak karşılamayabilir. Bu yüzden, sinemacılar, filme giden yolda başka birçok kültür veya sanatın dil veya tekniklerini de (mimarlık, fotoğraf, grafik vs.) kullanırlar. 

Yeri gelmişken bir film yönetmenini de tanımlamakta yarar var. Bu gerekli, çünkü bazı senarist adayları senarist ve yönetmen olma duyumlarını da birbirine karıştırmaktadırlar.

Şüphesiz bir film yönetmeni de film yapma süreci içinde, bir senaryo üstünde belli bir iş bölümü altında çalışan, alanlarında uzman yaratıcıların zihinsel ve fiziksel ürünlerini (bir sentezle) birleştiren bir yaratıcıdır.

Film yönetmeni bir anlamda çeşitli yaratıcıların orkestrasını yöneten bir şef gibidir.  Bir senarist de aslında kâğıt üstünde aynı orkestrasyonu yapar.

Aradaki fark, senaristin vardığı sonuçları kâğıda, yönetmenin ise filme kaydetmesidir. 

RSS
Follow by Email