Film replikleri II – Yakın dönem sinema tarihinde iz bırakan sinema filmlerinden.

Film replikleri II – yakın dönem Sinema Tarihinde iz bırakan sinema filmlerinden

Aşağıda yer alan satırlarda yakın dönem Sinema Tarihinde iz bırakan sinema filmlerinden alınan üç filmin uzun repliklerini bulacaksınız. Her cümlenin günümüz gerçeklerinin bir aynası değil mi?

“Conspiracy Theory – Komplo Teorisi”

Yıl: 1977

Yapımcı Firma: Warner Bross.

Yönetmen: Richard Donner

Oyuncular: Mell Gibson, Julia Roberts.

Tür: Macera

“Jack Fletcher her yerde komplo gördü, biri gerçek oldu”

  • Deli olduğumu sanıyorsun.
  • Hayır Jerry, Sadece farklısın.
  • Biliyor musun, şu dünyada normal olup  Coca- Cola içip kızarmış tavukla beslenmek, kendine karşı komplo gibi bir şey.
  • Başkan ayrılalı birkaç dakika ancak olmuştu. Almanya’ya ulaştı ve Türkiye’de deprem oldu. Richter ölçeğine göre 7.3 şiddetinde binlerce ölü ve yaralı vardı.
  • Size bir sır vereceğim kim ve ne olduğuma siz karar verin? Yıllar önce CIA için çalışıyordum. Mk ultra programını duymuş muydunuz? Düşünce kontrolü falan.
  • “Mançuryalı Aday” filmindeki gibi.
  • Basit ifadesi böyle olabilir. Evet, normal bir adamı alıp onu cani haline getirmek hedefimiz buydu.
  • Mk ultra programı 1.973’te durduruldu.
  • Ama bu konudaki araştırmalar sürdü.
  • Ben sürdürdüm. Devam edeyim mi? “Gerçek özgürlük verir”. Programda halüsinasyon, uyuşturucu maddeler ve insanları bitkiye çeviren elektrik şoku kullanıldı. En sona giden deneyler yapıldı.
  • En son mu?
  • Yani ölüme giden.
yakin-donem-sinema
Komplo Teorisi

 

“Fight Club – Dövüş Kulübü”.

Yıl: 1999

Yapımcı Firma: Twentieth Century Fox Pictures & Regency Enterprises

Yönetmen: David Fincher.

Oyuncular: Brad Pitt, Edward Norton.

Tür: Dram.

“Altı aydır uyuyamıyorum. Uykusuzluk da hiçbir şey gerçek değildir. Her şey çok uzak. Her şey bir kopyanın kopyasının kopyası.”

  • Dövüş kulübü kazanmak veya kaybetmek değildir. Kelimelerden ibaret değildir. İsterik bağırışlar değildir. Dövüş bittiğinde hiçbir şey çözülmez. Ama hiçbir şey de sorun değildir.
  • Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Amaç veya mekân yok. Büyük bir savaşımız yok. Büyük bir depresyonumuz yok. Bizim büyük savaşımız ruhani bir savaş, bizim büyük depresyonumuz hayatlarımız. Hepimiz televizyonlarda görüyoruz, inanıyoruz ki bir gün hepimiz milyoner olacağız ve film yıldızları ve rock yıldızları gibi yaşayacağız. Fakat olamayacağız. Yavaşça bunu öğreniyoruz ve çok sinirleniyoruz.
yakin-donem-sinema
Dövüş Kulübü

 

“Platoon -Müfreze”.

Yıl: 1986

Yapımcı Firma: Metro Golden Myer

Yönetmen: Oliver Stone

Oyuncular: Tom Berrenger, William Defoe, Charlie Sheen.

Tür: Savaş.

“Savaşın İlk Zaiyatı Masumiyettir.”

  • Şimdi geriye bakıp düşünüyorum. Biz düşmanla değil kendimizle savaştık ve düşman bizim içimizdeydi? Benim için savaş artık bitti ama ömrümün geri kalan günlerinde hep benimle olacak. Çünkü ruhuma sahip olmak için savaşıyor olacak. O gün bu gündür. Bazen kendimi iki babam varmış gibi hissediyorum. Ama ne olursa olsun hayatta kalanlara düşen görevler var; yeniden kurmak, bildiklerimizi başkalarına öğretmek ve yaşamak için kalan ömrümüzde bu yaşamda bir erdem bir anlam bulmaya çalışmak. Bir zamanlar birileri şöyle yazmış; ‘cehennem mantığın imkansızıdır’.
  •  İşte burası tam da böyle bir cehennem şimdiden nefret ediyorum ve daha bir hafta oldu. Lanet bir hafta. Yaptığım en zor iş ön kolcu olmak. Bu hafta bunu üç kere yaptım. Yaptığım en zor iş ön kolcu olmak ne yaptığımı bilmiyorum. Düşman bir metre önümde olabilirdi ve ben bunu bilemezdim.  
  • Çok yorgunum büyükanne. Sabahın beşinde kalkıp gün boyu çalışıyoruz. Saat dört veya beş gibi kamp kuruyoruz. Avcı çukuru kazıyoruz, yemek yiyip gece pusu veya ormanda dinlenme noktası kuruyoruz. Kimse ne nasıl yapılır söylemiyor çünkü ben yeniyim yeniler kimsenin umurunda bile değil. Adını bile öğrenmek istemiyorlar. Yeninin hayatı önemli değil çünkü o henüz yükünü taşımamıştır. Dediklerine göre Nam’da öleceksen ilk birkaç hafta içinde ölmek en iyisidir. Çünkü fazla acı çekmemiş olursun.
Müfreze
Müfreze

Ütopik Sinema veya diğer adıyla Bilim Kurgu Sineması.

Ütopik Sinema

Aydınlanma döneminde liberal olsun, muhafazakâr olsun bütün araştırmacılara, bütün filozoflara ve edebiyatçılara dürtüselle, cinsellikle ilintili olanın tahriklerine ve basınçlarını karşı aklı kullanarak direnme görevi yüklenmişti.

Aydınlanmanın olgun döneminde aklın temel ilkelerinin işler hale getirilmesi durumunda bireyin her türlü sorunun üstesinden gelebileceğinden kimsenin kuşkusu yoktu. Öte yandan aklın böyle bir araç olarak güvenilir bir biçimde kullanılabilmesinin öteki koşulu, dünyanın aklın dışındaki gerçeklik olarak açık seçik kavranır bir durumda olması karanlık, gizemli, mistik, büyülü, esrarengiz yanlarından arındırılarak akılla kavranamaz olanın bir daha geri dönmemek üzere bu dünyadan sürülüp atılması gerekiyordu.

Başka bir deyişle yönlendirilecek ve yasalar aracıyla denetlenecek her şeyden kurtulmanın zorunluluğu dile geliyordu.

Bu sözlerde sadece insan aklının vahşi doğa üzerindeki egemen konumu gizliden gizliye kendini duyurmakla kalmıyor, aynı zamanda tanrının ve doğanın belirleyiciliği de reddediliyordu.

Gizemli ve açıklanamaz olan dünyanın etkisinde kurtulmalıydı ki insan bu dünyada açık seçik akıl ilkelerine dayanarak özgürce yaşayabilsin.

Aydınlanmanın olgun döneminde iyice artan bu akıl hayranlığı, Romantik Dönemin ve Romantik öncesi dönemin o büyük çaresizlik duygusunu; özgürlüğün olduğu yerde mutluluğun olamayacağı saplantısını da ortaya çıkardı.

İnsan kesintisiz ve gittikçe genişleyen ve yaygınlaşan ve hatta saldırganlaşan bir süreç içinde doğayı değiştirmek zorundaydı.

Bu kez de değişmeyen doğanın etkisinden kurtulmak ve mutluluğun, yetersizlikleri içinde boğulan, gerçek yaşamda erişemediği şeylerin peşinde koşan insan ütopyaları geliştirdi.

Ütopik Sinema’nın gelişiminde günümüz bilgisayar teknolojisinin eriştiği mertebe de göz önüne alınırsa insan neden uçmasın, neden bir yerden bir yere ışınlanarak seyahat etmesin, neden iki metre boyunda olmasın, neden bütün kızlar ona âşık olmasın?

Ama aslında Ütopik Sinema’ ya bu kadar basit bir gözle bakamayız.

Ütopik Sinema toplumsal düşüncelere ve gerçekliklere öteki türlerden çok daha doğrudan yer veren bir tür olduğu kadar katıksız bir sinemasal dünya kurmaya, böyle bir dünyayı tasarlamaya kalkıştığı anda da gerçekliğin koyduğu sınırlamalardan hiç zorlanmadan rahatlıkla kurtulabilen biricik türdür.

Bilim kurguda gösterilen hiç de öyle gündelik sıradan şeyler değildir ve en sıradan en alışıldık bilim kurgu filmi bile insanın dünya ve hayat ile hesaplaşmasından bunları kavrayıp özümseme çabasından, hatta dünyanın dışına itilme serüveninden izler taşır.

Öteki türlerin filmlerinde ancak çok dikkatli bakarak yakalayabildiğimiz şey Ütopik Sinema’ da kendini daha yüzeyde ele verir.

Bilim kurgu filmi zaman zaman pozitif ütopya projeleri tasarlamaya ve içinde yaşanabilir bir dünya modeli kurmaya kalkışır. Bu filmlerin çoğu geleceğin bizi hazırlayabileceği olası tehlikeleri ve bunlara ilişkin korkuları, temelleri içinde yaşadığımız çağda ya da günlerde çoktan atılmış endişeleri anlatırlar.

Bilim kurgu filmi popüler sinemanın özelliklerine ve eğilimine uyarak sosyal gelişmeye yönelik endişelerimizi, bu gelişmenin belli başlı yönlerine karşı çıkışlarımızı şifreli bir yoldan tutucu diyebileceğimiz bir tarzda, hatta yer yer gerici bir anlayışla ele alır.

Genelde onca korku vizyonu içinde güzel iç açıcı bir bilim kurgu filmi bulabilmek oldukça zordur ama vardır…

Böyle filmler bu türün içinde vardır ve Ütopik Sinema tarihinde ikide bir de böyle büyük anlarla karşılaşırız. Ütopik Sinema duraklarında sinemanın başka hiçbir türünde rastlayamayacağımız kadar güzel, korkunç ve büyüleyici eşsiz film tasarımları çıkar karşımıza…

Ütopik Sinema
Wonder Woman

 

Ütopik Sinema
Contact

 

Ütopik Sinema 3
Harry Potter

 

Ütopik Sinema 4
Lord of The Rings

Alfred Hitchcock Sinemasında Cinsiyetçi Yaklaşım.

Alfred Hitchcock Sinemasında Cinsiyetçi Yaklaşım.

Yanlışlıkla suçlanan erkek filmleri genellikle çifte takip adını verdiği olay örgüsü biçiminde ilerler. Erkek kahraman polis tarafından kovalanırken gerçek kötü adamların peşine düşer. Suçlandığı şeyden dolayı her zaman masumdur. Ancak bazen açık bazen de belirsiz bir biçimde başka bir şeyden dolayı suçludur… Bencillik, sorumsuzluk ve çoğunlukla da suç işleme arzusu nedeniyle suçludur. Arada bir yerlerde bu cinsel suça da bağlanır. Cinsel suç anlayışı geçen yıllar boyunca değişim geçirdiği için ilk dönem filmlerini doğru anlamak günümüz izleyicisi için sorunlu hale gelebilir.

Alfred Hitchcock ‘da yanlışlıkla suçlanan erkek filmleri değişmez bir biçimde kahramanın toplum için rehabilitasyonu (yeniden normalleştirilmesi) yönünde iler

Suçlu kadın ise tam tersine her zaman suçludur; İster bunu en başından itibaren bilelim. İster sonradan öğrenelim. O başlangıçta ya da sonradan itham edildiği suçu işlemiştir. Çok genelde erkek egeme kültürümüz hakkında bize bir şeyler anlatan bu cinsiyetçi dengesizlik filmlerin izleyicinin sempatisini suçlu kadınlara yöneltmesini sağlayacak şekilde ilerlemesiyle kısmen düzeltilir.

Alfred Hitchcock ’un suçlu kadın filmleri yanlışlıkla suçlanan erkek filmlerinden çok daha fazladır ve çoğunlukla Amerika dönemine aittir. Kadının durumunun çözümü suçunun derecesine bağlıdır ve belki de Hitchcock’un ya da izleyicinin sempatisinden veya ahlaksal yargısından çok o dönem Amerika’da hâkim olan sinema yasasının kurallarına bağlıdır.

Bazıları eski hallerine döndürülebilir ve bazıları da hala kaderlerinin geleneksel anlamda en dürüst ve sağduyulu izleyicinin bile aşırı bulmak zorunda olduğu ızdırabını çekerler. Açık bir biçimde yanlışlıkla suçlanan erkek filmleriyle suçlu kadın filmleri Alfred Hitchcock ’un, bütün sinemasının kesinlikle ekseni olan anlaşılması güç bir diyalektiktir. Tamamlayıcılık/karşıtlık ilişkisi içinde var olurlar.

Alfred Hitchcock suçlu filmlerinde kadın başlangıçta otomatik olarak kendi suçunu kabul eder.

Erkek kahramanın karşıtıdır.

Erkek suçlu filmlerinde ise kadın, genellikle sezgi yoluyla erkeğin kesinlikle suçsuz olduğunu öğrenir. Ona güvenir ve destek olur.

Sürekli ortaya çıkan tek durum erkeğin açıkça aklanması ve onaylanmasıdır.

Suçlu kadın filmlerinde erkeğin rolü daha da fazla çeşitlendirilebilir.

Kadının kurtarılabilir sorununa bağlı olarak değişebilir. Kurtarılma kavramı biraz sorunludur. Çünkü bu kadın kahramanın, filmlerinde genelde zayıflatma ve rolünü alçaltma eğilimi taşır.

Ve erkek egemen sistemle ilişkisine bağlıdır. Eğer suçunun derecesi nedeniyle kadının ölmesi gerekiyorsa erkek onun ölümünden büyük ölçüde sorumludur.

Eğer kadının suçu onu yasal düzenin dışına çıkarmıyorsa, erkeğin işlevi erkek egemen normallerin sınırları içinde ona çıkar yolu göstermek ve ihlalleri nedeniyle onu uygun bir biçimde cezalandırmaktadır. Bu kesinlikle herkesin bildiği ancak tipik olarak Alfrd Hitckcock ’un filmlerinde rahatsızlık veren ve uyumsuz alt anlatımlara sahip olan bir mutlu son yorumudur. Erkek kahramanın kadını olan sevgisi onu koruma arzusu, her şeyin ötesinde kadın üzerinde bir iktidar arzusu olarak tanımlanır ve erkeğin kadını koruması bir başka kapana kıstırma biçiminin göstergesidir.

Alfred-Hitchcock-2-
Aile Oyunu: Karen Black
Alfred-Hitchcock-
Öldüren Hatıralar: İngrid Bergman, Salvador Dali’nin tasarladığı rüya sahnesi.
Alfred-Hitchcock-4
Miriam’ın (Laura Elliot) Öldürülmesi
Alfred Hitchcock
Kim Novak

Siyah Renk, Sinemasal Anlatımda Yeri…

Siyah Renk

En koyu renktir.

Siyah Renk, bitiş, yok oluş ve vazgeçmek demektir.

Süper kahramanların bilinç altı kötü kişiliklerinin hakim olduğu filmler genellikler siyahı kullanırlar.

Karakterlerin bunalıma sürüklendiği sahneler genellikle Siyah Renk ile  temsil edilirler.

Hikayenin son sayfasıdır, artık yazacak hiçbir şey kalmamıştır.

“Cool ve zayıf görünme arzusu dışında” Siyahı Renk seçen insanlar kendi kaderlerine isyan ederler.

Ve hayatta hiçbir şeyin istedikleri gibi olmadığını düşünürler.

Renk seçiminde ise aşırı duygu ve davranışların dizginlenmesini temsil eder.

Siyah-Renk-

Siyah-Renk

siyah-Renk

                                                                                  Karayip Korsanları

 

Kırmızı Renk, Sinemasal anlatımda yeri…

Kırmızı Renk

Kırmızı Renk enerji demektir, hayatı temsil eder.

Kan basıncını yükseltir, solunumu ve kalp atışlarını hızlandırır.

Arzu, şehvet, cinsel istek demektir.

Aşkın rengi de kırmızıdır.

Aşıklar birbirlerine ilgilerini göstermek için kırmızı gül sunarlar.

Gülün Kırmızı olması bu bağlamda arzu ve isteğin sembolüdür.

Salgıları ve sinir sistemini etkilediği için güçlü libido, kazanma ve ilerleme isteği, güç ve kontrol arzusu demektir Kırmız Renk.

Sembolik olarak savaş ve zafer için dökülen kan demektir. Bu açıdan erkekliği de temsil ettiğini düşünebiliriz.

Matador arenada boğayı kırmızı pelerin tutarak üzerine çeker.

Fiziksel ve sinirsel bitkinlik, cinsel gücün kaybedilmesi reddedilmiş  kırmızı ile ilişkilendirilir

Kirmizi-Renk

Kirmizi-Renk-

Kirmiz-Renk

Kirmizi-Renk

                                                                            Maymunlar Cehennemi

Kirmizi-Renk

                                                                                         Taxi Driver

 

Yeşil Renk, Sinemasal Anlatımda Yeri…

Yeşil Renk…

Bizim de geleneksel kültürümüzde genç kızların dokudukları kilimlere duygularını renklerle aktardıklarını biliriz.

Yeşil renk güven, kendine saygı ve kendi değerlerine odaklanma ve tutarlılığı temsil eder.

Sembolik olarak kökenlerine bağlılık, gurur ve değişmezlik demektir.

Yeşil rengin içinde var olan gerilim kişinin gurur duygusunu güçlendirerek dış etkilere karşı bir duvar oluşturmasına yol açar.

Bu korumacılık eleştiri, mantık, hafıza, ifade gibi değerleri geliştirerek kişinin kendisi ve başkaları için üretken yaşam beklentisi yaratır.

Yeşil seven kişilerin sıklıkla gastrit, ülser gibi sindirim sistemi hastalıkları yaşamalarının sebebi bir yerde bu kontrolcü yaklaşımdan gelir.

Yesil-Renk
Yeşil-Renk

(Bir Geyşanın Anıları)

 

Yeşil Renk

 

( Beyzanın Kadınları )

 

Brian-De-Palma

( Carrie), Brian De Palma

 

Güney Kore 3

( Squid Game )

 

son on yılın10

( La La Land )

 

Mavi renk, Sinemasal anlatımda yeri…

Mavi Renk

Görüntü üzerinde etkin olan faktörlerden biri de kuşkusuz renktir. Renklerin izleyicilerde değişik duygular yaratabilme gücünden yararlanarak görüntü renkleri ile oynamak film çekimlerinde sıklıkla yapılan uygulamalardan birdir. Bir film hikâyenin anlatmak istediğine bağlı olarak bütünüyle belirli bir renk dengesinde hazırlanabileceği gibi, belirli sahneleri yine dramatik yapıya bağlı olarak belli renklere boyanabilir.

Uzun süre gökyüzüne bakan insanların bedeninde mutluluk verici serotonin hormonunun salgılandığı bilimsel bir gerçektir. Mavi renk kan basıncın, solunum hızını ve kalp atışlarını düşürür. Mavi renge bakan kişilerin bedeninde bir rahatlama ve gevşeme gözlenir.

Sinemada mavi genellikle soğuk renkler kategorisine girer ve depresyon, korku ve kuşatılmışlık duygusu verdiği de bir gerçektir. Son dönemlerde sinemasal anlatımda sıklıkla bu bağlamda kullanılmaktadır.

Uzay ve Bilim Kurgu Filmlerinde de en fazla kullanılan renklerden biridir.

ömer kavur3
“Gece Yolculuğu”, 1987

“Charlie’nin Melekleri” 2003.

 

Kolera Günlerinde Aşk, 2007

 

son on yılın6
“Life Of Pi”, 2013.

 

emilia clarke6
“Above Suspicion”, 2017

 

çizgi roman4
“Ant Man” 2015

 

eniyigörüntü5
Shape-Of-Water, Dan Laustsen, 2017

 

2018 yılı6
“Aquaman” – Yön: James Wan, 2018

 

2018 yılı3
“First Man” – Yön: Damien Chazelle, 2018.

 

eniyigörüntü1
“Blade Runner. 2049” (2018), Dp. Roger Deakins

 

Bilge Olgaç, 8 Mart Kadınlar Gününde Yeşilçamın İlk Kadın Yönetmeni Anısına

Bilge Olgaç

10 Ocak 1940 tarihinde (biyografisinde doğduğu gün hakkında maalesef bir belirsizlik var; bazı kaynaklara göre 1, bazılarına göre 10, bazı kaynaklara göre de 14 ocak)  Kırklareli‘nde Vize ilçesinde 6 çocuklu, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1956 yılında henüz 16 yaşında iken prodüksiyon amiri  Vecdi Bender ile evlendirilerek okuduğu Nişantaşı Kız Enstitüründan ayrıldı.

Eşi “Kısmetin En Güzeli” isimli  Olgaç’ın yazdığı bir öyküyü yönetmen Memduh Ün‘e verince sinema alemine girmiş oldu. Bülent Oran’ın senaryolaştırdığı öykü ‘Kısmetin En Güzeli’ adıyla filme çekilir. Böylece Bilge Olgaç Memduh Ün’ün yanında asistan olarak çalışmaya başlar. Ustasından  senaryo yazmayı, kurgu tekniğini öğrenir.

Olgaç, Memduh Ün’ün beş filminde asistanlık yapar ama Memduh Ün’ün sahibi olduğu Uğur Film şirketi adına yönetmenlik yapma fırsatını yakalayamaz.

Bilge Olgaç 1965 yılında “Üçünüzü de Mıhlarım” filmi ile ilk yönetmenlik denemesini yaşar ve yapımcı Hasan Kazankaya adına çektiği bu filmle Türk Sinemasının ilk kadın yönetmeni olur.

Filmin vizyona gireceği günlerde başrolü oynayan Yılmaz Güney, dönemin ve gece yaşamının sosyete lokali Kulüp 12’de bir tartışma sonucu, orkestra şefi İlhan Feyman ve iki arkadaşını sustalı bıçakla yaralar. Tuncel Kurtiz, Kalipso Kralı Metin Ersoy ve gece kulübünün şantözü oyuncu Gülsün Kamu, olayın tanıklarıdır. Yılmaz Güney, filmdeki rolünün etkisiyle ‘üç kişiyi mıhlayıp’ o sahneyi gerçekten yaşar. ‘Üçünüzü de Mıhlarım’ vizyona girdiğinde ise gişe rekorları kırılır.

Bilge Olgaç’ın ‘B’ kategorisi filmlerin yapımcısı olan  Hasan Kazankaya firmasında ses getirebilecek sosyal ağırlıklı filmler yapması imkansızdır ve bu dönemde  yeşilçam geleneğine bağlı klasik filmler yaparak ilerler.

Arzu ettiği yönde llk çıkışını 1970’de Kerim Korcan’dan uyarladığı ‘Linç’ filmi ile gerçekleştirir.
Olgaç’ın, 2. Adana Film Festivali’nde (1970) yarıştığı rakipleri arsında ‘Umut’ filmiyle Yılmaz Güney ve ‘Bir Türk’e Gönül Verdim’le Halit Refiğ gibi, sinemanın iki ağır topu vardır. Ama Olgaç’ın. ‘Linç’, filmi En İyi Film Kategorisinde üçüncülüğü kazanırken,, Bilge Olgaç da En İyi Yönetmen seçilir.

Bilge Olgaç ancak Osman Şahin ile tanıştıktan sonra erkek egemen toplumun kadına karşı uyguladığı ayrımcılığı sergilemeye yönelik filmler yapmaya başlar; “Gülüşan” (1984), “İpekçe” (1987), “Gömlek” (1988), “Aşkın Kesişme Noktası” (1990) ve “Kurşun Adres Sormaz” (1992).

Şahin’in yore insanlarını anlatan öykülerine dayalı senaryolardaki çarpıcı olaylar üzerine kurulu filmler yapmak Bilge Olgaç’ın sinemasında.dönüm noktasıdır.
1994 yapımı “Bir Yanımız Bahar Bahçe”, filmi ne yazık ki yönetmenin son filmi olur.

Çekmeyi planladığı  “Ölüme Doğru” adlı filmin hazırlık aşamasında Taksim civarında kiraladığı evinde çıkan yangında, 3 Mart 1994 tarihinde henüz 54 yaşında, kedisi Recep ile birlikte arkasında her biri hatırı sayılır bir mücadelenin ürünü olan yaklaşık 40 film ve 32 senaryo bırakarak yaşama veda eder.

Ödülleri:
1970 – Adana Altın Koza Film Yarışması: “Linç” filmi ile En İyi Yönetmen Ödülü
1970 – Adana Altın Koza Film Yarışması: “Linç” filmi ile En İyi Film Kategorisi’nde üçüncülük ödülü
1984 – 21. Altın Portakal Festivali: “Kaşık Düşmanı” filmi ile En İyi Senaryo Ödülü ve En İyi Film Kategorisinde üçüncülük Ödülü
1985 – Kadın Filmleri Festivali, Fransa: “Kaşık Düşmanı” filmi (La Chambre de mariage) En İyi Film Kategorisi’nde Büyük Ödül ve Basın Özel Ödülü

[metaslider id=”3008″]

Andrei Tarkovsky’nin en beğendiği 10 film

10 Movies Andrei Tarkovsky’nin liked best:

  1. Le Journal d’un curé de campagne (Robert Bresson, 1951)
  2. Winter Light (Ingmar Bergman, 1963)
  3. Nazarin (Luis Buñuel, 1959)
  4. Wild Strawberries (Ingmar Bergman, 1957)
  5. City Lights (Charlie Chaplin, 1931)
  6. Ugetsu Monogatari (Kenji Mizoguchi, 1953)
  7. Seven Samurai (Akira Kurosawa, 1954)
  8. Persona (Ingmar Bergman, 1966)
  9. Mouchette (Robert Bresson, 1967)
  10. Woman of the Dunes (Hiroshi Teshigahara, 1964)

 

 

Federico Fellini’nin En beğendiği 10 Film.

  1. The Circus/City Lights/Monsieur Verdoux (1928, 1931, 1947, Charlie Chaplin)
  2. Any Marx Brothers or Laurel and Hardy films
  3. Stagecoach (1939, John Ford)
  4. Rashomon (1950, Akira Kurosawa)
  5. The Discreet Charm of the Bourgeoisie (1972, Luis Buñuel)
  6. 2001: A Space Odyssey (1968, Stanley Kubrick)
  7. Paisan (1946, Roberto Rossellini)
  8. The Birds (1963, Alfred Hitchcock)
  9. Wild Strawberries (1957, Ingmar Bergman)
  10. 8 1/2 (1963, Federico Fellini)
RSS
Follow by Email