Sinema Filmi Yönetmeni Hakkında Kısa Bir Makale, 2

Sinema filmi yönetmeni hayal gücü geniş olan kişidir…

Sinema filmi
Yönetmen koltuğu

 

Sinema filmi yonetmeni kültürün bütün damarlarından beslenmeli ve iyi gözlem yapıp gördükleri üzerinde düşünebilmelidir

Felsefe, Psikoloji, Düşünce Tarihi, Sosyoloji, Edebiyat, Semantik gibi bilimler kişiliğini

geliştirme konusunda ona yardımcı olacak disiplinlerdir.

Sinema öğrencileri genellikle eski film yapım kurallarını modası geçmiş olarak kabul ederler.

Neticede bir sinema filmi yapımı özel bir şeydir, insan filme kendinden çok şey katabilir ve kuralları eğip bükebilir.

Film yapım kuralları da sürekli değişiyor.

Film yapımı değişiklikleri ve yenilikleri kullanabilen bir daldır.

Ama bu değişiklikleri ve yenilikleri olumlu yönde kullanmak lazımdır.

Sinemada “olumlu” demek izleyiciyi filme katacak ve izlettirecek her şey demektir.

Seyirciyi sıkan filmden kaçıran her şey olumsuzdur.

Sinema filmi yönetmeni olmak isteyen meraklıları bazı öneriler…

  • Her şeyden önce seyirciyi tanıyın.
  • Kendinizi onun yerine koyun.
  • Öznel değil nesnel olmaya çalışın.
  • Hikayeye nasıl katıldıklarını gözlemleyin.
  • Seyircinin alışkanlıkları olduğunu ve yıllardır koşullandırıldığını unutmayın.
  • Yenilik ve denemelerin cesursa peşinden koşun, ama kuralları değiştirmeden ve yeni kuralları koymadan önce eski kuralları öğrenin.

Sinema eseri yapımı aynı zamanda büyük paraların harcandığı ve büyük getirilerin de

olabileceği ticari ve mali bir iştir.

Bu durum yönetmen ve yapımcı arasındaki her zaman da iyi olmayan ilişkileri getirir

Bir yapımcı, özellikle Amerikan sinemasındaki yapımcılar, proje üzerinde mutlak kontrolü olabilecek kişidir.

Örneğin, yönetmen her zaman oyuncu seçimi üzerinde mutlak kontrol sağlayamayabilir.

Filmin iş yapmasını ve stüdyonun az masrafla fazla kazanç sağlamasını ön planda gözeten

yapımcı bu konuda söz sahibidir..

Amerikan sinemasında büyük stüdyoların yapımcıları senaryodan, filmin son kurgusuna

kadar her konuda veto yetkisine sahiptirler ve sıklıkla yönetmen ile ters düşebilirler.

Profesyonel anlamda yapımcıların olmadığı ülkemizde ise durum biraz farklıdır.

Tanınmış yönetmenlerimizin çoğu, Ömer Kavur, Atıf Yılmaz, Ali Özgentürk, Feyzi Tuna, Emin Alper, Yeşim Ustaoğlu hem yönetmen, hem de yapımcıdır.

Bu durum sinema filmi yönetmenlerinin, bir yandan yapımcılığın gerektirdiği bir sürü bürokratik işlemle uğraşarak sanatsal aktivitelerine yoğunlaşmalarını zorlaştırırken, bir yandan da onlara istediği seçimleri yapabilme özgürlüğünü tanıyor.

Yönetmenlerin bu çifte şapkalı durumlarının en olumsuz etkisi o sinema filmi için etkin bir pazarlama yapılamaması şeklinde ortaya çıkar.

Ama Türk sineması geliştikçe profesyonel yapımcıların da bu göreceli zayıf endüstride yerini alacağına inanabiliriz.  Nuri Bilge Ceylan ve Zeynep Özbatur birlikteliği buna örnek verilebilir.

Yukarıda verilen bilgilerin çerçevesinde bir yönetmenin sorumluluklarını şöyle sıralayabiliriz;

  • Filmin tüm artistik vizyonunu oluşturmak,
  • İçeriği kontrol edip , film akışını sağlamak,
  • Oyuncuların duygu oluşumlarını ve performanslarını yönetmek.

Devam edecek…

 

Gölge ve Sinema

Gölge

 

Gölge
Gölge

 

Gölge, sözcük anlamıyla, ışıkla aydınlatılmış objelerin ters tarafına düşen karaltıdır.

Fakat, ilkel çağlardan bu yana gölgenin, insanoğlu için bu fiziksel olguyla karşılaştırıldığında ağır basan yan anlamları vardır.

Golge, özellikle bir metafor olarak insan gölgesi, kimi kavimlerde kişinin sahip çıkması gereken ‘ruh’u olarak kabul ediliyordu.

Gölge’nin tarihsel bağlamda tanımı

Antik çağlarda ise Socrates, gölgeye metafizik bir anlam yüklemişti.

Socrates’e göre, ışık mükemmel ve kutsal bir iyilik ideası ile özdeşken, içinde yaşadığımız gerçek dünyayı da içeren gölgeler dünyası, belirsizlik, bilinemezlik ve geçicilik ile karakterize ediyordu.

Böylece gerçekliği, maddesel ve ruhsal olarak ikiye ayırmıştı.

Bu bakış açısı, Batı felsefesini ve dinleri derinden etkileyen en önemli düşünceydi.

Daha sonra gölge, tek tanrılı dinlerde ‘öte dünya’nın ve modern zamanlarda ise psikologlar tarafından kişiliğin karanlık yönlerinin simgesi olarak görülmeye başlandı.

Tarihsel açıklamalar da gösterir ki; gölge ve ona yüklenen anlamlar metafizik ve psikoloji bağlamında kilit bir dayanaktır.

Buna paralel bir biçimde gölge, insanı insana anlatan ve gerçekliğin en yakın temsili olarak kabul edilen sinema sanatında da geniş bir konudur

Gölge’nin sinemada estetik ve simgesel kullanımı

Sinemasal anlatıda gölge kullanımı, hem belirli dönemleri etkilemiş bir estetik, hem de bu estetikle beraber algılanan ve yorumlanan bir metafor ya da simge olarak karşımıza çıkmaktadır.

Gölge Estetiği:

Yukarıda belirtildiği gibi, ışık ve gölge birbirlerine karşıt olarak görülür.

Işık burada apriori’dir; çünkü ışık olmadan gölge varolamaz.

Bu yüzden de gölge, her zaman bir varlığın göstergesidir.

İnsan hareket ettiğinde gölgesi onu takip eder.

Böylece temel bir metafizik karşıtlığı içinde barındırmış olur: gerçek ve gerçek dışı.

Işık ve gölgenin ikiliği, aynı zamanda psikoloji terminolojisinde, bilinç ve bilinçaltının ikiliği anlamına gelir. Buna göre insan, ışık ve gölge, bilinç ve bilinçaltı arasında yarı aydınlık bir değerde yaşar.

Sinema, gerçekliği olduğu gibi yansıtabilen görsel bir sanat dalı olmasına rağmen, dış dünyaya olduğu kadar iç dünyaya da yönelmiştir.

Sinematograf aygıtı ilk bulunduğunda, sadece kameranın önünde gerçekleşen olayları kaydeden bir medyum olarak algılanmıştı. Fakat çok geçmeden bu medyuma özgü anlatı biçimleri geliştikçe, sinemanın simgesel ve dışa vurumcu ifadelere yatkınlığı keşfedildi.

Filmlerdeki gerçekçi görüntüler bilinci gösterirken, gölgenin en sık kullanılan öge olduğu dışa vurumcu görüntüler, bilinçaltını ya da gerçekdışı dünyayı anlatmak için kullanıldı.

Bilinçaltına eğilim ilk önce, 1910 ve 1920’lerde ortaya çıkıp, sinema sanatını derinden etkileyen Alman dışa vurumculuğunda göze çarpar.

Alman dışa vurumculuğu, karakterlerin iç dünyasını ve psikolojik durumlarını görselleştirmek için çarpık duran dekorlar ve eğik kamera açılarının yanı sıra kontrastı vurgulayan bir aydınlatma ve abartılı gölgelerden yararlanır.

Bu akımın en çok bilinen örneklerinden The Cabinet of Dr. Caligari (1919, Robert Wiene), Nosferatu (1922, F.W. Murnau) ve M (1931, Fritz Lang) stilistik mizansenleri ve gerçeküstüne eğilen konularıyla, denetimsiz ve korkutucu bir bilinç dışını betimler.

Bu filmlerde, insanın olumsuz ve karanlık yönleri gölge ile sembolize edilir.

Devam edecek…

 

.

 

Oyuncu ve oyunculuk… Fark yaratmak. ..

Oyuncu kimdir?

 

Oyuncu - Kemal Sunal
Oyuncu – Kemal Sunal

Büyük oyuncular işlerine aşık olan kişilerdir.

Oyunculuğu insan ruhunun gizemlerinin araştırılarak gözler önüne serildiği bir laboratuvar olarak görürler.

Oyuncuların bazıları hiçbir eğitim almadan kendi performans tarz ve tekniklerini geliştirmişlerdir.

Bazı büyük oyuncular da kendilerini eğiten kişileri birer “Guru” olarak görüp sürekli onun izinden gitmeye çalışırlar.

Her ne tarz olursa olsun başarılı bir oyuncu doğru eğiticilerini bulup, yaşamı gözlemleyerek gördüğü her şeyi çalıp kendi ruhunda özümsemeyi bilen kişidir.

Oyuncu çevresindeki her insanın fiziksel karakterini ve davranış şifrelerini dikkatle gözlemlemelidir.

Gözleme dayanma yöntemi bazen “Dışardan İçeriye” çalışma olarak isimlendirilir. Taşralı bir insan ile şehirli bir insan arasında büyük davranış farklılıkları olduğu gibi değişik meslek gruplarına ait insanlar arasında da davranış farklılıkları vardır.

Oyuncu değişik yürüyüş stillerini;  bebek adımları ile yürüme, uzun adımlar atarak yürüme, sıçrayarak yürüme, dans ederek yürüme (John Travolta), genç bir insanın yürümesi, yaşlıların yürümesi vs gibi – sarhoşluk derecelerini;  çakır keyif, küfelik, alkolik vs gibi – gülme tiplerini;  geniş gülme, dudaklar kapalı gülme, dudaklar büzük gülme vs gibi – gözlemleyerek envanterine kaydetmelidir…

Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncusu Kemal Sunal her filminde canlandırdığı karaktere derinlik ve inandırıcılık katabilen ender isimlerden biridir.

Oyuncunun yıllardır bıkmadan izlenmesinde yatan sebeplerin başında gözlem ve kendine has mimik ve jestler üretebilme yeteneği yatar.

 

Görüntü ve Filtreler.

Görüntü üzerinde renkli filtrelerin etkisi.

 

Görüntü
Görüntü

 

Görüntü’nün renk dengesi üzerinde kamerada çekim anında kullanılan renkli filtrelerin

büyük etkisi vardır.

Görüntü’nün renk dengesi;

artistik ve sanatsal etkiyi değiştirerek anlatıma katkıda bulunabilir.

Görüntü’nün renk dengesi;

arzu edilirse post prodüksiyon anında dijital yöntemler kullanılarak da benzer

şekilde değiştirilebilir.

Yukarıdaki şekilde sırasıyla magenta, mavi, cyan ve yeşil filtreler kullanılmıştır.

Magenta filtre: kırmızı + mavi

Cyan filtre: mavi + yeşil.

 

Oyunculuk Eğitimi… Bazı öneriler…

Oyunculuk eğitimi…

 

oyunculuk eğitimi
Oyunculuk eğitimi

 

Oyunculuk, yetenek faktörünün de olması ile eğitim, beceri, bilgi ve çok çalışmakla elde edilir. Öğretileri içinde özetle SÖYLEM, (Düzgün ve Anlaşılır Konuşma) BEDEN KULLANIMI (Vücut Dili), SAHNE ALAN EĞİTİMİ, KONSANTRASYON, MİMİK, MÜZİK EĞİTİMİ ve DANS çalışması gibi başlıkları sayabiliriz.

Öğrenmenin sınırı ve zamanı yoktur. Bir oyuncu, son nefesine kadar öğrenir, uygular oyunculuğu…

Başarı, söylenileni anlamak, uygulamak ve uygulamayı ısrarla çalışmakla olur.

Oyuncunun uzunca dinlenme gibi fazla bir lüksü olmamalıdır. Prensiplerle günlük yaşamına başlayan oyuncu erken kalkar, gıdasını gereği gibi alır, sabah beden çalışmasını yapar, oyunculuğu ile ilgili görev almışsa onun çalışmasını, ezberini yaparak programı doğrultusunda prova ya da çekim alanına gider.

Başarısızlık, kişinin başarısız olacağını kendisine inandırması ile olur…

Çok tehlikelidir ve asla oyuncu olunamaz. Kişi kendi adına başarısızlığını anlayamaz.

Başarısızlık bir nevi tembelliktir.

Yeteneği olan her insan başarılı olabilir. Bunun sağlanması çok çalışmakla olur. Yılmadan ve azimle çalışmak…

 

Oyunculuğun temeli tiyatro eğitiminden geçer.

Oyunculuk eğitimi ile öğrenilen bilgiler beceri ile birleşince rol düzeyi olan bir vasıf elde edilir (Sanatçı).

Tiyatro ve Sinema – ki buna TV oyunculuğu da dahildir – oyunculuk sergilenişleri farklılıklar gösterir. Sinema ve Tiyatro oyunculuğunun farkları kullanılan alanlardaki çerçevesel boyutlardadır.

Tiyatro dediğimiz zaman öncelikle Tiyatro sergilenmesine uygun bir alan gelir aklımıza. Bu alanı, sahnesi, dekoru, ışığı ve izleyici koltuklarından yapılmış kapalı ya da açık alandan oluşmuş salon, Tiyatro Salonu ya da Açıkhava Tiyatrosu diye ifadelendirebiliriz.

Sinema denilince öncelikle Tiyatro Salonu gibi, sadece “ekran” dediğimiz “beyaz perde”nin olduğu salon gelir aklımıza. Geçmiş zamanlarda özellikle yaz aylarında “Yazlık Sinema“ lar da filmler gösterilerek izleyiciye değişik haz ve tat yaşatan hizmetler verilirdi.

Tiyatroda işlev olarak bir oyun – drama, Sinemada işlev olarak, Senaryonun görselleştiği bir konu sergilenmek durumundadır. Sinemanın bir özelliği de tek mekana bağımlı olmadan çeşitli mekanları canlı gibi göstererek onu ilginçleştirmesi bakımından da farklılık göstermesidir. Bu işi bilen yazarlar tarafından yazılmış oyunlar ve senaryolar, bu alanlarda ve mekânlarda oyuncular, teknik ve idareci elemanların da katkılarıyla oyunlarını sergiler, anlatılmak istenen oyunun ve sinemasal görüntünün ana fikrini, izleyicilere gerektiği biçimde aktarırlar.

İnsanı insana, insanlarla anlatan Sinema ve Tiyatro oyunculuğu genelde, bir çok insanın uygulama hatta, meslek edinme gibi arzularını ortaya çıkarmıştır.

Yapılan işlevin sanatsal boyutu da insanları davet eden konumdadır. Çünkü sanatta üretkenlik vardır ve üretkenliğin de sonu yoktur.

Sinema ve Tiyatro oyunculuğunu öğrenmek isteyen herkes oyunculuk tarihi hakkında fikir sahibi olmalıdır. Her sanat dalında olduğu gibi Sinema oyunculuğunun ve Tiyatro oyunculuk sanatının da bir tarihi vardır. Diğer sanat birimleriyle aynı paralelde doğmuş, gelişmiş ve zamanımıza kadar gelmiştir. Gelişmeye de devam edecektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kısa Film… Kısa film nedir?

Kısa film…

Kısa Film nedir?

 

kısa film
Kısa film

 

Kısa film nedir sorusuna cevap arandığında edebiyat – sinema yakınlaştırmasına yönelerek roman – öykü, öykü – şiir benzeşmesini (analoji) yapmak veya atasözüne benzetmek yaygın bir eğilim olarak karşımıza çıkıyor.

Her ikisi de anlatısal bir sanat olduğundan aralarında bir benzeşme olduğu kesin; her ikisi de başı, ortası, sonu olan ve bu aşamalarda çatışmaların çıktığı, belirli dengelerin kırılıp yeni dengelerin kurulduğu anlatı yöntemini kullanır.

Sinemanın en önemli öykü kaynaklarından birinin de edebiyat (roman ve hikayelerin sinema uyarlamaları) olduğunu aklımızda tutarak ve bütün sanatlar arasında ortak noktaların varlığını kabul ederek, kısa filmin genel anlamıyla bütün sanatları içinde barındırabilen sanat dalı ‘sinema’ olduğunu düşünürsek böyle bir tanım çerçevesine sıkıştırmanın sağlıklı bir yaklaşım olmadığını söyleyebiliriz.

 

Kısa film nedir sorusuna değişik cevaplar verebiliriz;

  • Yaşamın idealist duygular ve başkaldırı ile dolup taştığı dönemlerde cepteki kısıtlı para ile yapılan pazar kaygılarından uzak ve meta olma özelliği taşımayan bir filmdir.
  •  Öğrencilerin okudukları okulları bitirebilmek için gerçekleştirdikleri diploma projeleridir.
  • ·Öğrencilere ve amatörlere uzun metraja geçiş olanağı sunabilecek bir ön çalışma, pratik yapmadır.
  • ·Bir konuyu, fazla dallanıp budaklandırıp, etrafında dolanmadan, yani yan öykülere sapmadan en vurucu şekilde anlatacağımız filmdir.
  •  Kısa film başı, ortası, sonu olan herhangi bir filmdir ama bu filmde 3 dk. ile 30 dk. arasında değişen bir sürede söyleyeceğinizi söylemeniz, yani kısa filmle anlatılabilecek olanı anlatmanız gerekir.
  • ·Daha bireysel ve dışa vurumcu bir anlatım aracı olarak geleneksel sinemaya öncülük edebilen filmdir.
  • ·Bir sinemacının canlılara, yaşama, çevremizde olup bitenlere, ölüme, sevgiye, güzelliğe, çirkinliğe kısaca yaşama ait şeyleri özgür ve özgün bir anlatımla öze odaklı olarak sunduğu filmdir.

 

‘Kurmaca kısa film ile kurmaca uzun metraj film arasında ne fark var?’ sorusunu sorarsak;

ilk önce uzunluk farkı var diyebiliriz. Uzun metraj film ortalama 90-120 dakika arasındaki bir sürede sonlanırken kısa filmde bu süre ortalama 3 dk. – 30 dk. arasındadır.

Oluşum yöntemi  açısından ise pek fark yoktur ikisi de ortaya çıkmak için benzer aşamalardan geçer.

Yani uzun metraj bir film çekimi neyse kısa metraj bir film çekimi de işlemler açısından aynıdır.

Ama uzun film belirli bir dramatik öyküleme kalıbı çerçevesinde birden fazla karakterler ve yan öyküler kullanarak seyirci odaklı anlatımla ticari amaçla yapıldığından yüksek sayıda seyirci kitlesine ve yine ticari  işletmelerde gösterilmesi  gerekir.

Kısa filmin ise böyle bir kaygısı yoktur.

Bu bağlamda ikisinin izleyici grupları farklıdır diyebiliriz.

Ticari kaygıların dışında kalabilmenin verdiği imkanla kısa film yaratıcısı geleneksel anlatımın dışında daha özgür ve yenilikçi bir kişisel dile başvurabildiği gibi geleneksel anlatımın sınırları içinde de kalabilir.

Ama bir sinemacı ancak yaptığı filmi gösterildiğinde amacına ulaşmış olacağından kısa film de bir şekilde izleyici ile buluşmalıdır

 

Kısa film festivalleri

Son dönemlerde Türkiye’de yapılan film festivalleri kısa film programları ve ödülleri ile yaratıcıları yüreklendirerek bu tür filmlerin sayılarının artmasına yardımcı olmaktadır.

Festivallerin diğer bir yararı da bu tür filmlerin daha geniş izleyici kitlesi ile buluşmasını sağlamaktır.

Belgesel ve canlandırmalar televizyonda gösterime girme açısından daha şanslıdırlar.

21. Yüzyılda kısa filmin tartışmasız en popüler izlence ortamı Internet’tir.

Gelişmiş ülke sinemaları kısa filmlerinin Youtupe, Vimeo, iTunes gibi platformlarda gösterime girmelerinin ardından ana akım sinema piyasasına girerek uzun metraj filmlerini çeken sinemacıların başarı öyküleri ile doludur.

Amerika’daki kısa film festivalleri yeni yetenekleri keşfe çıkan Hollywood yapımcılarının beslendiği ana mecralardan biridir.

Günümüz sinemasının dijital elektronik görüntüleme ve bilgisayar kullanımının getirdiği olanaklarla genişleyen ürün yelpazesi içinde kurmaca, belgesel, dramatik belgesel, canlandırma, tanıtım filmleri, reklam filmleri, müzik klipleri, video-art, televizyon dizileri gibi değişik türleri kısa film kategorisine soktuğumuzda (doğru bir yaklaşım olup olmadığı tartışılmakla beraber)  kısa film uzun film ayrımı yapmanın anlamını yitirdiğini söylemek de mümkün.

Bu farklı türlere daha öznel bir bakış açısı ile incelediğimizde öykülerin, düşünce ve duyguların görsel anlatımının benzer özellikler göstermekle beraber doğaları gereği bazı farklılıklar taşımakta olduklarını saptarız.

Bir belgesel, bir canlandırma ortak sinema dilini kullanır ama kendi yapısından gelen farklılıklara da sahiptir. (Aynı karşılaştırmayı uzun film ve kısa film açısından da yapmıştık; film kuramı üstüne yapılan tüm çalışmalar her ikisi için de geçerli olup, anlatımda –  çekim ölçekleri, kamera hareketleri, açı-karşı açı, aksiyon ekseni, devamlılık vs gibi – ortak kuralları kullanırken, kendi yapılarından gelen farklılıkları taşırlar.)

 

Dünya ilk üç ekranlı 4K dizüstü bilgisayarı ile tanıştı…Razer Firmasını yeni Projesi Valerie.

dünyanın ilk 4K laptop'ı
Valerie

Dünya’da benzersiz bir kurgu denemesi şimdi taşınabilir ortamda…

San Diego merkezli oyun firması Razer 2017 CES fuarında yeni projesi Valerie’yi bilgisayar dünyasına tanıttı.

Kumar makineleri mantığına dayanılarak tasarlanan laptop, hızlı ve ekran güvenirliğine sahip etkin bir iş akışı isteyen sinemacılara, özellikle kurguculara, mobil bir olanak sunuyor.

Kamera ve Camera Obscura’dan Başlayan Tarihçesi

Kamera…

Bu gün kullandığımız çok gelişmiş kameraların temeli yüzyıllar öncesinin icadı olan

“Camera Obscura” ya dayanır.

“Camera” Latince “Oda”  “Obscura” ise “Karanlık” demektir.

Bu tanıma göre kullandığımız kameralar küçük bir karanlık odadan ibarettir.

Kamera yani karanlık oda

Gerçekten de çok aydınlık bir günde karanlık bir odaya girelim ve bir şekilde duvara iğne deliği gibi küçük bir delik açalım, karşı duvarda dış dünyanın ters bir görüntüsü oluşur.

 

kamera
Dış Dünyanın Görüntüsü

 

Bu deney şu anki bakış açımızla bize çok saçma gelmekle beraber “Camera Obscura” yı keşfeden kişiler bu deneyden yola çıkmışlardı.

 

Kamera-Obscura
Camera Obscura

 

Bu odanın yerini küçük bir karanlık kutuda alabilir. Kutunun bir yüzeyine açılan küçük bir deliğin karşısına tutulan beyaz kağıt üzerinde kutu dışındaki herhangi bir objenin görüntüsünü de oluşturabiliriz. Bu görüntü çok doğru perspektifli bir görüntü olacağı için ilk zamanlarda ressamlar tarafından sıklıkla kullanıldı.

Oluşan görüntü ışık ışınlarının doğrusal yayılma özelliklerinden dolayı daima üst kısım alta   alt kısım üste gelecek şekilde ters’ tir .Delik küçüldükçe görüntü keskinleşir, fakat ışık duyarlığı azalır.

Kamera-Camera Obscura’nın Keşfi  

“Camera Obscura”nın keşfi çok gerilere gider… İlk defa MÖ 5.yüzyılda Çinlilerin böyle bir cihazdan bahsettiklerini biliyoruz.

Aristo (MÖ 384-322) bu cihazın optik prensibi hakkında ilk açıklamaları yapan kişi olmuştur.

İslam düşünür ve bilgini Abu Ali Al-Hasan Ibn al-Haitham (Batının tanıdığı adıyla Al-Hazen) bu cihazın çalışma prensibini tam olarak açıkladı ve karanlık oda içindeki bir duvar üzerinde dışarıdaki fenerlerin görüntülerinden oluşan bir de gösteri düzenledi.

Ve bu sisteme Arapça “Al-Bayt al-Muthlim “,  “Karanlık Oda” dedi.

1490 yılında Leonardo Da Vinci’nin not defterlerinde  bununla ilgili çizim ve açıklamalara

rastlıyoruz.

16. yüzyılda cihaza konveks merceklerin ve aynaların ilavesi ile görüntü kalitesi daha da geliştirildi.

“Camera Obscura” terimini ilk kullanan kişi 17. yüzyılın büyük Astronomu Alman  Johannes Kepler  olmuştur.

“Camera Obscura” tarih boyunca iki yönde gelişme gösterdi;

  • Bir oda olarak eğitim ve eğlence amacıyla kullanıldı. Özellikle turistik yörelerde yüksek bir binadaki büyük bir oda karartılarak geniş bir yüzey (duvar) üzerinde dönen merceklerden geçen ışınların oluşturduğu çevre manzaraları izlendi.
  • Küçük bir kutu olarak ressamlara çizimlerinde yardımcı olan bir araç olarak kullanıldı.
  • Bu küçük kutu 19.yüzyılın başlarından itibaren fotografik denemelerde yerini almaya başladı.

 

 

RSS
Follow by Email