Gus Van Sant filmleri: 1985-2003

Gus Van Sant filmleri

Mala Noche (1985): Van Sant, 20.000 dolarlık bir bütçeyle çektiği bu ilk filminde Walt Curtis’in otobiyografik romanından yola çıkarak Meksikalı kaçak bir göçmene aşık olduğu için eşcinsel olan bir adamın hikayesini anlatıyor.

Drugstore Cowboy (1989): Gus Van Sant filmleri arasında ayrı bir yeri olan Drugstore Cowboy’da ise daha büyük bir bütçeyle çalışma olanağı bulur. Bu film yönetmenin hayallerindeki fikirleri gerçekleştirmek için eline geçen büyük bir fırsattır. 1970’lerde bir grup uyuşturucu bağımlısı para kazanmak amacıyla eczaneleri soyarlar. William Burroughs’un da küçük bir rol aldığı Drugstore Cowboy’da o dönem gençlerinin bir numaralı yıldızı olan Matt Dillon’ın canlandırdığı olayların baş kahramanının kendisini bu hayattan kurtarma uğraşı konu alınır.

Gus Van Sant, Drugstore Cowboy’un ardından bir süre müzik videoları ile ilgilenir. O zamanlar yeni ünlü olan David Bowie için klipler ve William Burroughs’un Amerikan politikasını yeren bir şiir okuduğu Thanksgiving Prayer adlı videoyu yapar.

“William Burroughs cut-up adlı bir teknik kullanıyordu. Bu tekniğin amacı, hikayeyi yazdıktan sonra cümleleri kesip kağıt üzerinde yerlerini değiştirerek metne yeni bir anlam kazandırmaktı. O zamana kadar edebiyatın resim gibi ilerleyemediğini düşünen Burroughs, bu tekniği geliştirerek edebiyatı deneysel bir biçimde yeniden yorumladı. Bu teknik benim de ilgimi çekmişti. Çünkü, sinemada da kesme ve yeniden organize etme metodları kullanılır.”

My Own Private Idaho/ Benim Güzel Idaho’m (1991): Keanu Reeves ve River Phoenix’in başrollerde oynadığı bu filmde, sokaklarda yaşayıp kendilerini erkeklere ve kadınlara satan iki erkek fahişenin sıkı bir dostluktan sonra yollarının ayrılmasının hikayesi anlatılıyor.

Even Cowgirls Get the Blues (1993): Tom Robbins’in aynı adlı romanından uyarlanan bu film, California’ya modellik yapmak için gelen bir kızın, oradaki güzellik çiftliğinde yaşayan kadın kovboylarla arkadaş olmasını konu alıyor.

To Die For (1995): Gus Van Sant filmleri arasında en dramatik konusu olan bu filmde; ünlü bir televizyon sunucusu olmak uğruna herşeyi yapmayı göze alan güzel bir kasaba kızı (Nicole Kidman), genç ve zengin kocasını (Matt Dillon) acımasız bir hileyle öldürtür.

Good Will Hunting/Can Dostum (1997): Good Will Hunting’in senaryosunu Casey Affleck Gus Van Sant’a verir. Senaryoyu çok beğenen yönetmen bu filmi yapmak istediğini belirtir. Fakat yapımcı firma Miramax daha ticari bir yönetmen istemektedir. Sonraları projeyle başka kimse ilgilenmeyince iş Van Sant’a kalır…

Sonuç olarak film Gus Van Sant filmleri arasından en büyük hasılatı yapar ve Oscar dahil bir çok ödüle aday gösterilir.

Matt Damon ve Ben Affleck’in ‘En İyi Senaryo’, Robin Williams’ın da ‘En İyi Yardımcı Oyuncu’ Oscar’ı aldığı bu filmde, bir matematik dehası olan Will Hunting (Matt Damon) hayatını değiştirmek üzere psikolog Sean Maguire’dan (Robin Williams) yardım alır.

Psycho (1998): Alfred Hitchcock’un Psycho’sunun (1960) yeniden yapımı olan bu film yüzünden Gus Van Sant eleştirmenlerden büyük bir darbe alır ve Gus Van Sant filmleri arasında en fazla eleştiriyi toplayan film olur. Film ‘En Kötü Yeniden Yapım’ ve ‘En Kötü Yönetmen’ dalllarında Razzie ödüllerine layık görülür.

Bu filmle ilgili olarak yönetmenin düşünceleri ise şöyle;

“ Good Will Hunting’in başarısının ardından biraz yoldan çıkmaya karar verdim. Böylece Psycho’nun yeniden yapımı için teklif verdim. Bu filmi yaparken bütün arkadaşlarım eleştirmenler seni öldürecek diyorlardı. Tabi eleştirmenlerden korkmak bir film yapmamak için iyi bir neden değil diye düşündüm ama filmden sonra eleştirmenler beni epeyce hırpaladılar. O kadar hırpaladılar ki hala acıyor. Sonra Finding Forester projesi gündeme geldi. Bu proje de bitince gerçekten kendi istediğim filmleri yapmaya karar verdim. Hollywood oyunundan artık vazgeçmenin zamanı gelmişti. Bir anlamda kendi kariyerim açısından tekrar bir geriye dönüş yaşamış oldum.”

Finding Forrester (2000): İyi bir liseye transfer olan siyah bir basketbol oyuncusu ile münzevi yazar William Forrester’ın (Sean Connery) zamanla gelişen ve ikisinin de kendi sorunlarını aşmalarına yardımcı olan dostluklarının hikayesi.

Gerry (2002): Matt Damon ve Ben Affleck’in tekrar beraber oynadıkları bu film deneysel anlatımıyla dikkat çekti. Film, adları Gerry olan iki gencin uçsuz bucaksız bir çölde ilerlerken aralarında geçen anlamsız konuşmaları ve çölde kayboluşlarını içeriyor.

Elephant/Fil (2003): Elephant’ın çekiminden önce Colaroda’da Columbine Lisesi katliamı gerçekleşmiştir. Gazetelerde sürekli bu facianın nasıl gerçekleştiği ile ilgili haberler, köşe yazıları, fotoğraflar yayınlanır.

Tüm Amerikan toplumu gibi Gus Van Sant’ta basın ve medyanın konuyla ilgili haber bombardımanı altında kalır. Yönetmen bu projeyi önce televizyon için düşünür ama daha sonra film olur.

Filme neden ‘Elephant’ ismini verdiği sorusunu ise şöyle yanıtlar;

“Başka bir isim bulamadığımız için aslında. Columbine ismini kullanmamız mümkün değildi. Bir de ‘oturma odasındaki fil’i çağrıştırıyor. Yani burnumuzun dibinde çok büyük bir problem var, ama biz bunu yok sayıyoruz.”

Böylece Columbine Lisesi katliamını tekrar yorumlamak üzere yola çıkan Gus Van Sant, aileleri tarafından ilgilenilmeyen lise öğrencilerinin okulda geçirdikleri bir günü betimliyor. Günün sonunda bir katliamla biten filmde yönetmen, oyuncu olmayan aktörlerle çalışmış ve bir çok sahne doğaçlama olarak çekilmiştir.

Gus Van Sant Filmleri 2005-2020 ile devam edecek…

 

ARRI Orbiter – Her şeyi yapabilecek bir Işık

ARRI Orbiter

ARRI nin yeni ışığı “Orbiter- Uydu” aydınlatma alanında devrim yapabilecek kapasitede bir ışık.

Kamera üreticileri, aslında birbirinden çok da farklı olmayan gelişmeleri (slow-motion, 4K veya yukarısı çekim vs) uygulayarak, yeni modelleri sürekli piyasaya sürmekteler.

Film çekiminin en önemli elemanı ışık konusunda da yeni ürünlerin piyasaya sunulmasının sinematografırlar tarafından merakla beklendiği kaçınılmaz bir gerçek.

Bu bağlamda geçtiğimiz hafta Arri yeni ışık sistemi olan “Orbiter” i anons etti. Bu ışık sistemi her türlü çekim ortamında her türlü işi yapabilecek yetenekte ilk aydınlatma sistemi gibi gözüküyor…

Kapasitesini aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz;

  • Leko ışık olabilir,
  • Softbox olabilir,
  • Fresnel olabilir,
  • Ethernet üzerinden başka ışıklara bağlanabilir,
  • Kablosuz olarak DMX veya iPad yardımıyla kontrol edilebilir,
  • Setteki aydınlatmayı ölçüp, kontrol edebilir, parlaklığı ve renk sıcaklığını değiştirebilir.

Bu ışık sisteminin sahip olduğu özellikler ise şöyle;

  • Açık yüz, projeksiyon gibi çeşitli optik tipleri.
  • ARRI’ ye has altı-renkli spektral geniş gamut’lu ışık mühendisliği,
  • Mükemmel renkler ve maksimum parlaklık için gerekli çok güçlü ışık çıkışı,
  • LIOS – Işık Operasyon Sistemi ve Sofrware’i,
  • Su geçirmez muhafaza,
  • Ambiyans (ortamda var olan) ışığa uyum sağlayacak entegre renk algılayıcı,
  • Çıkarılabilir kontrol paneli,
  • Mükemmel sıfıra kadar karartma,
  • Dahili güç, kablosuz DMX ve bateri girişi.

ARRI ışık üniteleri her zaman verdikleri ışığın kalitesi ile tanınmışlardır.

Orbiter de kullanılan ışık ünitesi “ARRI Spectra Altı Renkli” bir ışık makinesidir. Kırmızı, yeşil, mavi, amber, cyan (mavi+yeşil), ve lime kırmızı’dan oluşan bu sistem daha geniş bir gamut, daha doğru renkler ve tüm CCT aralığında daha yüksek renk dağılımı verir.

Bu sistemdeki renk sensor (algılayıcı) mode’u ile sete hâkim olan tüm aydınlatmayı okuyarak var olan renkler arasında uyum sağlanabilir.

Su geçirmez olan ARRI Orbiter ışık ünitesi aydınlatma endüstrisinde bir dönüm noktası olmaya adaydır. LED ışıklar klasik aydınlatma araçları olan HMI ve Tungsten ışıklarla rekabetten çıkarak tümüyle kendine has ışık üniteleri haline hızla dönüşmektedirler. Bu bağlamda belki beş sene gibi bir süre içinde HMI ve Tungsten ışıkları film çekim setlerinin çoğunda görmek mümkün olmayacaktır.

ARRI 2
ARRI Spectra Light Engine

ARRI“Waterproof – Su Geçirmez” Muhafaza

Kaynak: premiumbeat.com, arri.com

 

Türk Sinemasında Kısa Film ve Belgeselin Tarihi – I

Türk Sinemasında Kısa Film

Türk Sinemasında Kısa Film özellikle belgesel çalışmaları hayli eskiye dayanır. Lumiere kardeşler kameralarının çektiği ve İstanbul manzaralarını kapsayan “İstanbul Sokakları”  görüntülerinden başlar. Osmanlı vatandaşı olan Janaki ve Milton Manaki kardeşlerin 1911 yılında çektiği “V. Sultan Reşat’ın Manastır Ziyareti” ve 1914 yılında Fuat Uzkınay’ın çektiği söylenen “Ayastefanos Abidesini Yıkılışı” isimli filmlere kadar uzanan hayli eski bir geçmişi vardır.

Türk Sinemasında Kısa Film çalışmasına ilk başlayan firma ‘İpek Film’dir.

Firmanın bünyesinde senaryo yazarı olarak çalışan Nazım Hikmet ve şehir tiyatrolarının gözde oyuncusu Hazım Körmükçü dört ayrı kısa filme imza atan isimlerdir.

Nazım Hikmet’in ilk denemesi Kavuklu Ali, Zenne Necdet, Naşit Özcan gibi oyuncuları bır araya getiren “Düğün Gecesi/Kanlı Nigâr”, 1933 isimli orta oyunu çalışmasıdır.

Diğer iki filmi ise “Istanbul Senfonisi”, 1934 ve “Bursa Senfonisi”, 1934 filmleridir. Hazım Körmükçü ise kendi oynadığı bir Karagöz oyununu baştan sona filme alarak “Yeni Karagöz” isimli bir filme dönüştürmüştür. Bu filmler daha ziyade müzikal – şiirsel diyebileceğimiz sanatsal yaklaşımların ön plana alındığı belgesel nitelikli filmlerdi.

Yine bu dönemlerde iki tanınmış Sovyet sinema sanatçısı Sergei Yutkevich ve Lev Oscarovitch Arnstam Cumhuriyet’ in kuruluşunun onuncu yılı münasebetiyle Basın Yayın ve Turizm Bakanlığının davetlisi olarak Türkiye’ye gelip “Ankara Türkiye’nin Kalbidir” isimli belgeseli hazırlamışlardır.

Türk Sinemasında Kısa Film çalışmalarına İpek filmle aynı yıllarda başlayan diğer bir firma da ‘Haka Film’dir.

Üç yıl boyunca yönetmen Kemal Necati Çakuş tanınmış Sovyet yönetmen Ester Schub’la iş birliği yaparak, bilgi ve malzeme toplayıp, “Türk İnkılabında Terakki Hamleleri” 1934/1937 belgesel filmi çekmişlerdir.

Bir süre yaşanan durgunluktan sonra 1950’li yıllarda hareketlenme başlar. Kore savaşı patlamış ve ülke haber – savaş filmlerinin akınına uğramıştır. Seyfi Havaeri “Kore Gazileri”, 1951 ve Kenan Erginsoy “Mehmetçik Kore’de”, 1951 filmlerini çekerler. Halk Film ise “Kore’de Türk Kahramanları”, 1951 filmini hazırlamaktadır.

Kore filmlerinin ardından İstanbul’un 500. fetih yılı da Atlas Filmin ürettiği altı bölümlük bir belgeselle kutlanır.

1954 yılında Münir Hayri Egeli’nin yapımı “Atatürk Sevgisi” filmi çekilir.

Bu dönemin en başarılı belgesellerinden biri de İlhan Arakon’un renkli olarak çektiği  “Bır Şehrin Hikâyesi”, 1954 filmidir. Dönemin en yeni teknikleri kullanılarak oluşturulan güzel görüntülerle İstanbul şehrinin Bizans’ tan bu yana hikâyesi anlatılır. 

Bu dönemin belgeselcileri bir nevi aydınlanma hareketinin öncüleri sayılabilecek insanlardır. Sabahattin Eyüboğlu, Mazhar İpşiroğlu, Azra Erhat,Vedat Günyol, Macit Gökberk, Aziz Albek, Melih Cevdet Anday gibi…

Bu isimler üniversitelerde verdikleri derslerde, yazdıkları makalelerde duygu ve düşüncelerini topluma aktarmaya çalışırken bir yandan da belgeseller üretiyorlardı.

1956 yılı Türk Belgesel Filmleri tarihi açısından önemli bir yıldır. Sabahattin Eyüboğlu ve Mazhar Şevket İpşiroglu’nun birlikte hazırladıkları “Hitit Güneşi” belgeseli ‘Berlin Film Festivali’nde belgesel dalında ‘Gümüş Ayı’ ödülünü kazanır.

1959 yılında Sabahattin Eyüboğlu “Surname” isimli güzel bir belgesel daha hazırlar.

Eyüboğlu – İpşiroğlu ikilisi çalışmalarına devam ederler ve çok kıymetli dört belgesel daha üretilirler;

“Antalya Ormanları”, 1956

“Siyah Kalem”, 1957

“Anadolu’da Roma Mozaikleri”, 1959

“Karanlıkta Renkler”, 1959

1950’li yıllarda bazı uzun metraj film yönetmenleri ve yapımcılarının da belgesel çektiklerini görürüz. Metin Erksan, ‘Ordu Foto Film Merkezi’ için “Dünya Havacıları Türkiye’de”, 1957 belgeselini çekerken, ‘Acar Film Stüdyoları’ nın yöneticisi Şadan Kâmil de ‘Basın Yayın ve Turizm Bakanlığı’ için “Dağları Delen Ferhat” isimli belgeseli çeker. 1959 ‘Karlovy – Vary Film Festivali’ne de katılan bu ilginç belgesel Anadolu’yu dolaşan bir kamyonun hikayesini anlatır.

O dönemin sinema ortamında hayli etkili olan ‘Ordu Foto Film Merkezi’ komutanı Albay Nusret Eraslan da ordu mensubu subayların ve ailelerinin günlük yaşamını anlatan “Şanlı Ordumda Bir Sene” isimli belgesel filme imza atan resmi bir isim olur.

Metin Erksan’ın çektiği diğer bir belgesel de kendi kaynaklarını kullandığı “Nehir ve Uygarlık/Büyük Menderes Vadisi”, 1959 isimli filmdir.

Devam edecek…

 

 

Çizgi Roman Adaptasyonları; SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI-IV

Çizgi roman adaptasyonları:

Çizgi roman özellikle bilgisayar teknolojilerinde olan gelişmelerden sonra günümüz sinemasının en zengin öykü kaynaklarından biri haline gelmiştir.

Çizgi roman karakterlerinin sinemaya adaptasyonu 1940’lı yıllarda başlayan eski bir olgudur.

Captain America çizgi roman’ının filme adaptasyonu 1944 yılında yapılmıştır.

Bu çizgi roman adaptasyonu furyası 70’li yıllarda hız kazanmış ve The Incredible Hulk 1978, Superman 1978, Batman 1989, X-Men 2000, Spider-man 2002 yılında sinemaya adapte edilmiştir.

Bu filmlerin başarısından sonra, çizgi romanların filmleştirilmesi olgusu devam eder; Ghost World (2001), From Hell (2001), American Splendor (2003), Sin City (2005), 300 (2007), Wanted (2008), Whiteout (2009), Thor (2011), Galaksinin Koruyuculari (2014), Ant-Man (2015), Daredevil (2015), Doktor Strange (2016), Deadpool (2016), Legion (2017) vs.

Çizgi romanların adaptasyonu romanlardan farklıdır; bazı çizgi roman adaptasyonları belirli bir hikâye çizgisini adapte etmek yerine, kahramanın geçmişine giderek ona “ruh” verir ve kahraman üzerinden ilerler.

Bazı adaptasyonlarda olay örgüsüne temel olarak yayınlamış sayıların belirli bir tanesinin hikaye çizgisini kullanır; ikinci X-Men, X-Men: God Loves, Man Kills ve üçüncü X-Men, Dark Phoenix Saga, Spider-Man 2, Spider-Man No More!, Batman Begins, Batman: Year One, The Dark Knight, Batman: The Long Halloween vs.

Televizyon Adaptasyonları:

Kuvvetli bir hikâye çizgisi olan Televizyon serileri başarılı bir şekilde uzun metraj filmlere adapte edilirler. The X-Files, Miami Vice bunun en iyi örnekleridir.

Bazı başarılı televizyon showları da uzun metraj sinema filmlerine ilham verebilir; Saturday Night Live programı The Blues Brothers, Fat Albert, Mr. Bean gibi filmlerin kaynağıdır.

Video Oyunları:

Video oyunları 1980’li yıllardan başlayarak sinemaya uyarlanmıştır. Video oyunlarında uyarlanan filmler genellikle düşük bütçeli B film kategorisne girer ama Mortal Kombat, Lara Croft: Tomb Raider, Silent Hill, Resident Evil ve Prince of Persia gibi filmler beğenilerek iyi bir gişe başarısı yakalamışlardır.

Diğer bazı adaptasyon kaynakları:

The Transformers film serileri ve G.I. Joe filmi Hasbro oyuncaklarının sinemaya uyarlanmasıdır. Hasbro, Battleship filminde başlayarak oyuncak uyarlaması film serilerine devam edeceğini açıklamıştır.

Yunan mitolojisi ve İncil gibi dini kitaplar da uyarlama kaynaklarıdır.

Diyalog ağırlıklı veya fantastik radyo programları da filmlere uyarlanmıştır; Fibber McGee, Life with Father gibi filmler radyo dizi programlarından uyarlanan filmlerdir.

-SON-

 

[metaslider id=”3740″]

 

 

Edebiyat; SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI – III

Edebiyat ve Adaptasyon:

 Adaptasyon’lar, edebiyat eserlerinin yaratıcı bir şekilde yorumlanmasını gerektirir; bir romanın tüm içeriğinin filme dahil edilmesi imkansızdır. Film yapımcıları anlatıyı sinema’ya uygun hale getirebilmek için içeriği seçici olarak yorumlar ve değişiklik yaparlar.

Adaptasyonun çekiciliği daha çok metnin özüne ait bir çekiciliktir.

Romanların filme adaptasyonu, edebiyatın değerini düşürmenin aksine, onun pozisyonunu güçlendirir ve yükseltir. Kanıt olarak da filme adaptasyonu yapılan kitapların satışlarının artması gösterilebilir.

Adaptasyonlarda, en çok tartışılan konu filmin orijinal esere (roman) ne kadar sadık kaldığı konusudur.

Edebiyat ve sinema anlatımı farklı gösterge sistemleri kullanırlar.

Edebiyatın tek aracı dil iken, sinemada dil kullanımı yanısıra ve de daha baskın olarak görsel (resim) ve işitsel (müzik) anlatı kullanılır.

Özellikle görsel anlatının olanakları bugünün bilgisayar teknolojileriyle neredeyse sınırsızdır.

İki ortam arasındaki bu anlatım farkı ve süre içeriğin bütünüyle filme taşınmasını olanaksız kılar.

edebiyat
“Doktor Jivago”

 

Örnek, romandan sinemaya yapılan adaptasyonların getirdiği tartışmalar konusunda ünlü örneklerden biri de Rus Yazar Boris Pasternek’ın 1957 yılında İtalya’da (Rusya’dan kaçırılarak) basılan ünlü romanı “Doctor Zhivago – Doktor Jivago”nun sinema uyarlamasıdır.

Bu uyarlama 1965 yılında yönetmen David Lean tarafından gerçekleştirilmiştir.

Orijinal baskısı 592 sayfa olan roman Doktor ve Şair Zhivago’nun ekim devrimi ve 1. Dünya savaşı sırasında yaşadıkları çerçevesinde gelişen aşk ilişkilerini anlatır.

Omar Sharif, Julie Christie, Geraldine Chaplin gibi oyuncuları rol aldığı film üç saati aşan uzun süresi, insani ilişkileri göz ardı edip sadece karakterlerin aşk ilişkileri üzerinde yoğunlaşarak romana sadık kalınmadığı açısından hayli eleştirilmiştir.

Ama film dünya çapında 112 milyon Amerikan doları hasılat yaparak (bütçe 11milyon Amerikan doları) bir rekora imza atmış ve filmin şarkısı “Lara’s Theme” yıllarca insanların dilinden düşmemiştir.

Romanlarda okuyucu karakterler hakkında bilgi ile donatılırken sinema anlatısında sınırlı bir bilinçlilik düzeyi olduğundan söz edilir.

Yani Sinemada mizansen ve kurgunun yardımıyla merak yaratmak amacıyla izleyicinin bilgisi sınırlanır ve bir müddet belli bir duygusal durumda kalması sağlanır.

Bu durum, görsel ve duygusal deneyimin yaratılmasında sinemanın en güçlü aracıdır ve bu teknik daha sonra birçok modern romancı tarafından kullanılmıştır.

Günümüz romancıları sinemanın getirdiği büyük olanakları farkında olup bunlardan yararlanabilmek için anlatılarını sinemasal anlatı tekniğine göre değiştirmişlerdir.

Modern romanda sinema da olduğu gibi baş ve son bölümlerde “katarsis” noktaları vardır.

Anlatı ve tasvir edilen orijinal atmosfer görsel anlatıma çevirmeye çok uygundur.

edebiyat3

 

edebiyat2 (1)
“Grinin Elli Tonu”

Örnek: Stephen King (Esaretin Bedeli), Stephenie Meyer (Alacakaranlık Efsanesi Serisi), Nicholas Sparks (Seninle Bir Ömür), F. Scott Fitzgerald (Muhteşem Gatsby), J.R.R. Tolkien (Yüzüklerin Efendisi Serisi), J. K. Rowling (Harry Potter Serisi), E. L. James (Grinin Elli Tonu), Matthew Quick (Umut Işığım), Hans Christian Andersen (Karlar Ülkesi) vs.

Bazı sinema kuramcıları, edebiyat metinlerinin başka bir anlatıya transfer edilme yöntemlerini tanımlamaya çalışmıştır.

Örneğin Geofrey Wagner, üç tip adaptasyon yöntemi olduğundan bahseder:

  • “Yer değiştirme” (Transposition) – bir metnin öğeleri dolaysız olarak perdeye aktarılır,
  • “Yorum” (commentary) – orijinal kaynak çeşitli şekillerde değiştirilir,
  • “Benzetme” (analogy) – sahneleri değiştirmekten çok daha öteye gider ve sonunda orijinal eseri tanımak bile zorlaşır.

Tabi bu sınıflandırmalar hiçbir zaman kesin kurallar değildir. Film yapımcıları bu yöntemlerin dışında kalan çok farklı adaptasyon yöntemleri de kullanırlar.

Romandan sinemaya adaptasyon yapan birçok sinemacı metnin anlamını şekillendiren ‘vizyon’ ile ilgilenmişlerdir.

Bu vizyon drama ve karakterleri üretir, yazarın bilinçaltındaki mesajları okuyucuya ulaştırır ve bize hikâyenin neden anlatıldığına dair bilgi verir.

Tiyatro oyunlarının da sinemaya adaptasyonu sık karşılaşılan bir olgudur.

Özellikle William Shakespeare sinemacıların en sevdiği oyun yazarıdır. “Romeo ve Juliet” değişik şekillerde birçok kez sinemaya uyarlanmıştır. Broadway’in hit oyunları da müzikal veya drama tarzında sinemaya adapte edilmiştir.

 

edebiyat5
“Aşık Shakespeare”

 

Devam edecek…

Adaptasyon’lar; SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI – II

Adaptasyon

Edebiyat ve tiyatro eserlerini sinemaya adaptasyonu (uyarlanması) sinema tarihinin başlangıcından beri sıklıkla uygulanan bir yöntemdir.

Adaptasyon geçmiş çağlardan bu yana her anlatı sisteminin gelişiminde rol oynamıştır.

Tarih boyunca, sözlü masallardan yazılı edebiyata ve yeni bir sanat olan sinemaya kadar, adaptasyon anlatı geleneğinin sürdürülmesini sağlamış, sinemanın şekillenip yayılmasına hizmet etmiştir.

Andre Bazin’e göre, “bugünün sanatı, medyumların karşılıklı alışverişleri ve söylemlerin etkileşimlerini içermektedir”.

Sinema, başlangıcından beri 19. yüzyıl romanlarından sıklıkla faydalanmış ve  bu dönemin büyük romanlarının kabul görmüş kalıpları sinema anlatısını derinden etkilemiştir.

Bu romanların popülerliği sayesinde emekleme çağını yaşayan sinema endüstrisi seyirciyi yeni kurulan sinema salonlarına çekmeyi de başarmıştır.

adaptasyon2
Gone With The Wİnd

 

Örnek, 1939 yılında gösterildiği sinema salonları önünde uzun kuyruklar oluşturan bir film, 80’li yıllara gelinceye kadar bütün zamanların en çok iş yapan filmi unvanını koruyan ‘Gone With The Wind – RÜZGÂR GİBİ GEÇTİ’ vizyona girer.

Clark Gable, Leslie Howard ve Vivien Leigh’in oyunculuklarını üstlendiği bu film Atlanta’lı kadın yazar Margareth Mitchell’ in yine aynı isimli tek romanının uyarlamasıdır ve  Hollywood yapımcısı David O’Selznick’in en ünlü projesi ve uyguladığı reklam kampanyaları ile de tam bir yapımcılık başarısıdır.

Kitabın filme alınacağının söylendiği ilk andan itibaren Amerika’da büyük bir heyecan yaratmış olan bu projede artık bir halk kahramanı haline dönüşen Rhett Butler ve Scarlett O’Hara’yı kimlerin canlandıracağı büyük merak uyandırmıştır.

Daha sonraları halkın baskısı ile Rhett karakteri için Clark Gable tartışmasız bir isim haline gelmişse de Scarlett bir türlü seçilememiştir.

Bu rol için bir yandan Lucille Ball, Joan Bennett, Claudette Colbert, Bette Davis gibi ünlü isimler tartışılırken bir yandan da ülke çapında yarışmalar tertiplenmiştir.

Son dakikada, hatta filmin bazı sahneleri çekilirken, Sir Laurence Olivier’in eşi, şöhretini tiyatroda yapmış bir İngiliz aktrist olan Vivien Leigh’in seçimi bomba etkisi yaratmıştır.

Hikaye Kuzey – Güney arasındaki güç paylaşımının sonucu çıkan Amerikan iç savaşının oluşturduğu fon çerçevesinde geçen bir aşk hikayesi olarak aynı zamanda o dönem Amerikan sinemasının romantik – duygusal bir örneğini temsil eder.

Böylece gelişen sinema bir süre sonra adaptasyon ile yavaş yavaş romanla benzer özellikler kazanarak romanın görevini de yerine getirmeye soyunmuştur diyebiliriz.

Adaptasyon, bir metnin (roman, hikâye, tiyatro oyunu, bilgisayar oyunu, çizgi roman vb. gibi) filme uyarlanabilirliği ile ilgili teorik ve pratik sorunları içerir.

Bu durum da sinema ile diğer medyumlar arasındaki anlatım farklılıklarından doğan kaçınılmaz bir sorundur.

SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI – I

SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI

Senaryo yazarı sinema için yazacağı öykülerini kendi hayal gücüne dayanarak özgün bir  şekilde tasarlayabileceği gibi, edebiyattan, tiyatrodan, müzikallerden, televizyondan, video oyunlarından, çizgi romanlardan uyarlayarak da tasarlayabilir. Film festivallerinin çoğu bu öykü kategorizasyonunu yaparak senaryo ödüllerini verir.

Özgün Öykü:

Özgün öyküde yazar kendi hayal gücüne, yaşam deneyimlerine ve bilgi dağarcığına göre bir tema çerçevesinde özgün öyküsünü tasarlar. Özgün öyküler sinemasal endişeler göz önüne alınarak yazıldıkları için sinemasal anlatıma daha yatkındırlar.

Özgün öykü, güncel yaşamdan, gazete ve televizyon haberlerinden, İnternet’ten, anılardan, yaşam tecrübelerinden esinlenecek bir fikir çerçevesinde sinemasal öykü saptandıktan sonra, bu öyküleme kuralları uygulanarak geliştirilir.

Zamanla sinemanın gelişmesi ile yönetmenler sinemayı gerçek bir sanat dalı olarak görmeye başlamışlar ve bu görüş bağlamında eserler vermek istemişlerdir. Böylece Edebiyata ait olan “author” (yazar) konseptinin sinemaya “auteur” olarak adapte edildiğini görüyoruz.

Auteur sözü ilk olarak 1950’li yıllarda André Bazin tarafından Cahiers du cinema (Sinema Defterleri) isimli Fransız sinema dergisinde kullanıldı. Bu belirli aralıklar devam etti ve daha sonraları terim Fransız eleştirmenler ve filmciler arasında yaygınlaşmaya başladı. Claude Chabrol, Françoiş Truffaut, Jean-Luc Godard ve Jacques Demi gibi isimler çalışmalarıyla terimi yaygınlaştırdı.

Fransız yeni dalga eleştirmenleri filmi bir dil, yönetmeni de kalem yerine kamerayı kullanan bir yazar olarak gördüler. Böylece auteur yönetmenler, kişisel ifade yetenekleriyle kendi özgün hikayelerini yaratarak eserlerini vermeye başladılar. Auteur yönetmen filmine kendi  işaretini koyar imzasını atar. Stüdyo müdahalelerine ve kolektif sürece rağmen filmde auteur yaratıcı sesi daha belirgindir. Bunun sonucu olarak film sadece yönetmenin ismi ile anılmaya başlar. Akira Kurosawa, Miyazaki, Antonioni, Bergman, Cassavetes, Spielberg, David Lean, Scorsese, Tarantino, Polanski, Wong Kar Wai filmi gibi. Çünkü izlediğiniz filmin dili yönetmeni bilmeseniz dahi onu tanıyabileceğiniz kadar belirgindir.

 

öykü 2
Hayao Miyazaki

 

1962 yılında Amerikan film eleştirmeni Andrew Sarris, terimi Amerika’ya tanıttı. Çoğu ünlü yönetmen auteur olarak anılmaya başladı. Bunlar, 1958’den 1960’ların sonuna dek süren Fransız Yeni Dalga akımına dahil değildiler. Fakat kendilerini Hollywood’un stüdyo sisteminden ayırt edebilen özelliklere sahip isimlerdi.

 

Öykü 4
John Cassavetes

 

Auteur teorisi Hollywood’da fazla popüler olmamıştır. Çünkü, Hollywood’un stüdyolarında yapımcıların filmlere hükmettiği bir anlayış vardı ve film çekimi çok profesyonel ve kollektif bir işti, yani orada film çok daha fazla ticari bir meta olma özelliği taşıyordu.  Senaryo yazarları da filmin tek bir kişiyle bağdaştırılmasından hoşlanmıyorlardı.

“Devam edecek”

SİNEMA OYUNCULUĞU İÇİN PRATİK TAVSİYELER

Sinema oyunculuğu için önemli olan kriterler

Sinema Oyunculuğu’ nda normal olmak!

Sinema oyunculuğu bir çok oyuncu adayına “normal – kendi” olma durumunun dışında fazla şey gerektirmeyeceği düşünülerek cazip gelebilir.

Tiyatro oyunculuğunun gerektirdiği şekilde fazla fiziksel efor harcamayı gerektirmediği zannedilebilir.

Oyunculuğun gerçekleştiği mekan bir doğa sahnesi veya bir stüdyo olabilir. Her ne kadar diğer oyuncular, teknik ekip, ışıklar, kameralar vs sizi çevrelediyse de, karşınızda gerçek seyirci yoktur. Yönetmen “motor” dediği anda kendi kişiliğinizden izole olur, senaryoda yazılmış kişinin benliğine bürünürsünüz.

Eğer bu konuda başarısız olursanız karşıda gerçek seyirci olmadığı için her zaman geri dönüş imkanı vardır diye düşünmeyiniz; her tekrar zaman ve zaman da para demektir!

Sinema Oyunculuğu’ nda akılda tutulması gereken en önemli husus sinema projelerinin büyük bütçeler gerektirdiğidir!!!

Kamera önünde doğal olmak durumundadır oyuncu. Yapılan eylemin iyi bir denetim içinde kullanılması doğallığı kazandırır. Yapmacık hiçbir şey yapılmamalıdır. Bu oyunculuğa aykırıdır. Kamera önünde yapılacak her eylemin bir mantığının olması şarttır.

Yerini Korumak

Sinema projelerinde el kameralarının kullanımı her geçen gün biraz daha artmaktadır. Özellikle bu kameraların kullanıldığı durumlarda (etrafınızda sürekli dönen bir kamera olduğunu hayal ediniz) bir oyuncunun yerini muhafaza edebilmesi en önemli ve en zor durumlardan biridir.

Kamera çekime başlamadan önce sahnedeki yeriniz yönetmen yardımcılarından biri tarafından yere renkli bir bantla bir X veya T şeklinde işaretlenir.

Göreviniz sadece o noktaya yürüyüp orada kalmak çekim başladığı anda doğal bir şekilde kamerayı takip etmektir.

İp ucu: Evinizde bir üç-ayak ve video kamera yardımı ile deneme yapabilirsiniz.

Geriye Kayma

Bu terim konusunda genellikle bir yanlış anlama vardır. “Geriye Kayma” terimini bir nevi “denge” anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz; hiçbir zaman sahnede canlandırdığınız karakterin gücünü ve enerjisini azaltmanız kesinlikle kastedilmemektedir.

Ses

Bir tiyatro sahnesinde sesin güçlü kullanımı tiyatro oyunculuğunun en önemli öğesidir diyebiliriz.

Sinema filmi çekimlerinde ise bir oyuncunun etrafı yaka mikrofunu, boom mikrofon vs gibi çeşitli, son derece duyarlı ses toplama ve kayıt cihazları ile çevrilmiştir. Bu ekipmanlar en düşük seviyede bile yayılan sesleri toplayıp kaydetme yeteneğine sahiptirler.

Dolayısıyla gerçek yaşamı birebir canlandırmaya çalışan sinema filmlerinde rol alan oyuncunun sesini günlük yaşamda kullandığı vokal seviyede kullanması idealdir.

Komedi

Komedi oynamak göründüğünden çok daha zordur. Bir komedi oyuncusunun en fazla dikkat etmesi gereken husus seyirciyi gülmeye zorlamamaktır.

Elinizde mükemmel bir komedi senaryosu olabilir ama karakterinizi her an izleyiciden bir kahkaha bekler şekilde kurgularsanız sahnenin spontaneliğini bozarsınız.

Komik Olmaya Çalışmayın!

Komik bir repliği nasıl söylemek gerekir?

Tekrar ediyoruz…Sakın komik olmaya çalışmayın!

Eğer repliğinizin komik olduğuna yürekten inanırsanız kahkahalar kendiliğinden gelir…

 

SENARYO YAZARI OLMAK İÇİN…

Senaryo yazarı…

Her sanatçı kendi tarihini kendisi yazar, ama… Kabaca, (hatta hamasi bir anlatımla) bir senaryo yazarı olmak için gereken…!!!

ENTELEKTÜEL OLMAK; Sanatçı her şeyden önce bilgi taşıyan bir entelektüeldir.

Her şeyi bilimselleştirebilen burjuvazinin tek denetleyemediği “serseri mayın” imge ve onu bir ham malzeme olarak kullanan sanatçıdır.

İlgi, gözlem, yetenek vs. senarist olmak isteyen kişiye bağlı unsurlardır.

Senaryo ise gözlem, araştırma, genel kültür, yaratıcı yazma yeteneği, ve hayal gücü gerektiren zorlayıcı bir çalışmadır.

Biz burada senaryo yazma tekniğini ve kurallarını basit ve anlaşılır bir dille anlatmaya çalışacağız.

Senaryo yazarı olacak hedef kitlemizi ise şöyle tanımlayabiliriz;

  1. Senaryo yazımı hakkında hiçbir fikri olmayıp denemek isteyenler.
  2. Birkaç denemede bulunmuş ama konuya hakim olmayıp daha fazla bilgiye ihtiyaç duyanlar.
  3. Profesyonel senaryo yazarlığı yolunda ilerleyen ama konuyla ilgili her tür bakış açısına açık olanlar.

Filmin belirlenen genel ve alt amaçlarına, teknik ve yapım olanaklarına, hedef izleyici kitlesine göre, yapımın özünü unutmadan, belli kurallara uyarak oluşturulan 35-100 sayfalık bir metindir senaryo.

“Senaryo, görüntü ve sese dönüşecek bir düşüncenin, bir olayın yazıya dökülmüşüdür”

(Eliot 1972:64).

İyi bir filmin her şeyden önce iyi bir senaryosu vardır. İyi bir senaryonun ise iyi bir hikayesi.

Senaryo yazmak isteyenler, ilk önce iyi bir hikaye anlatıcısı olmayı hedeflemelidir.

Drama’nın sınıflandırmalarını, tanımlanmış unsurlarını ya da senaryo formatlarını öğrenmek bu sürecin  parçasıdır. Fakat yeni başlayan biri ilk önce hikayenin ne olduğunu anlamalıdır.

Hikaye, bir çatışmanın (conflict) oluşması, gelişmesi ve sonunda en yüksek noktaya ulaşarak (climax) bir çözüme (resolution) varmasıdır. İşte iyi bir hikaye anlatıcısı olmak çatışmanın ne olduğu, nerelere doğru gelişebileceği ve nasıl sona ereceği problemini anlaşılır bir şekilde ortaya koymaktır.

Bir anlamda senaryo yazımı bulmaca çözmeye benzer.

Bu bulmacayı çözmek için, iyi bir senaryo yazarının yazarlık, felsefe, tarih, film yapım teknolojisi, kurgu, oyunculuk gibi konularda da bilgili olması gerekir.

Görsel bir anlatım tekniği olan “Senaryo” yazımı kendine özgü özellikler taşır;

  • Gerçek yaşamdan alınarak, kurmaca olarak (fiction) veya başka bir sanat dalından (roman) etkilenerek sinemanın kural ve koşulları dikkate alınarak öyküleme – dramatik yapı kurulur.
  • Kurulan bu yapı içinde belli düşünceler çerçevesinde, karakterler yaratılıp ilişkiler kurularak olay yaratılır, bu olay geliştirilerek sonuca varılır.
  • Diğer bir yönden senaryo görüntü, ses ve sahneleme yöntemlerinin detaylarını kapsayan teknik bir çalışmadır.
  • Görüntü; oyuncu, kamera hareketleri, çekim ölçekleri, dekor, ışıklandırma, özel etkiler (special effects) gibi öğeleri, ses ; diyalog, müzik, ses efektleri (sound effects) gibi öğeleri kapsar.
  • Tüm bu öğelerin yapımın gerçekleşmesi sürecinde nasıl uygulanacağını detayları ile anlatarak yapımı gerçekleştiren bir yazılı şema olarak düşünülebilir.
  • İşte bu şemanın sinemasal açıdan bağlı olması gereken bazı kurallar vardır.
  • Bu kurallar hakkında sinema kuramcılarının ve ünlü senaryo yazarları çok çeşitli öneriler geliştirmişlerdir.
  • Sanatın formüllerle ifade edilebileceğini söylemek hayli zordur  ama kuralları bilmek ortaya konan çalışmayı irdeleyip analiz edebilmek için gereklidir. Bu analiz ve sorgulama da uygulayıcının her şeyden önce kendini tanımasına ve ne yapmak istediğini iyi bilmesine yardımcı olurken uygulamayı da kolaylaştırır.

Yukarıda belirttilenlere bağlı olarak senaryo yazarı olmak isteyenlere burada birkaç kısa öneride bulunalım;

  1. Orijinal olun,
  2. İlk eserinizin kusursuz olmasını beklemeyin,
  3. Düşünce özgürlüğünüz kullanın,
  4. Senaryoyu ciddiye alın.

  [metaslider id=”3482″]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

RSS
Follow by Email