Edison ve sinemada buluşlar dönemi

Black Maria Stüdyoları
Black Maria Stüdyoları

 

Edison ve Black Maria Stüdyoları

Edison laboratuarlarında çalışan bir araştırmacı olan  “W.K.Laurie Dickson” un hareketli görüntülerin kayıt ve gösteriminde çığır açacak kolaylıklar sağlayan  “cellulod strip = plastik şerit” i icat etmesinden sonra sinemada  büyük aşamalar sağlandı.

1894 yılında Thomas Alva Edison bu aşamaya bağlı olarak iki önemli aygıtı ürettiğini açıkladı;

  • “Kinetograph” – Hareketli görüntüleri kaydedecek olan ilk pratik kamera,
  • “Kinetoscope” – Dickson’un devamlı selüloit  şeridinin üzerindeki görüntülerin elektrikli bir motor tarafından hareket ettirilerek bir lamba ve mercek yardımıyla cam üzerine düşürüldüğü ve izleyicilerin bir göz yuvasından görüntüleri seyrettiği bir dolap . Bu şeridin uzunluğu genellikle 12-13 mt kadardı.

Kinetoscope salonları kısa sürede Amerika ve Avrupayı kapladı.

Thomas Alva Edison
Thomas Alva Edison

 

Edison’un “Black Maria” stüdyolarında Dickson tarafından kaydedilen müzik veya akrobat gösterileri gibi eğlendirici kısa filmleri gösteriyordu.

“Thomas Alva Edison” Amerikan Sinemasının mucitleri arasında en popüler isimlerden biridir. Sinemanın yanında telgraf yayını vs. gibi bir çok icadı ile Amerika tarihinde neredeyse yarı tanrı niteliği kazanan bir araştırmacı idi.

Filme perforasyon (delik) açılması fikri yine onun stüdyolarında gerçekleşmiştir. İlk önce filmin ortasına açılan delik, daha sonra Dickson’un önerisiyle kenara açıldı.

Filmlerde sanatçıların kullanılması fikri de Dickinson’a aittir. Omuz çekimi, diz çekimi teknikleri ilk kez onun tarafından gerçekleştirilmiştir.

İlk sinema filmi demeye layık filmler Dickson’un filmleridir.

“May Irwin ile C. Rise’ın Öpüşmesi” filminde ilk öpüşme sahnesi omuz çekimi ile çekilmiş ve tutucu çevrelerce utançla karşılanırken gösterimde gülüşmelere yol açmıştır. Bu film aynı zamanda kadınların iç çamaşırlarının görünmesi, göbek ve kan-kan dansları ile erkek seyircileri sinemaya çekmeye çalışan ilk filmdir.

Bu dönemin en çok sansasyon yaratan filmlerinden biri de “Marie Steward’ın Ölümü”dür.

Edison ve Dickson’un öğrencisi olan “Edmund Kuhn” tarafından çekilen bu filmde celladın halkın gözleri önünde kraliçenin kafasını uçurduğu sahne  büyük ilgi toplamıştır.

Edison Atlantiğin öte yakası için bu icadın patentini almamıştı.

Bu yüzden Avrupa’da bir çok taklitleri çıktı.

1895 yılında İngiliz araştırmacı ”Robert W. Paul” bu gösterilerin tek bir kişiye değil, birden fazla izleyiciye yapılması gerektiği fikrinden yola çıkarak ilk film projektörünü yaptı.

Sinematograf
Sinematograf

 

Aynı zamanlarda Fransız “Auguste ve Louis Lumiere” kardeşler üç işlemi – çekim, developman/baskı, projeksiyon bir yerde yapabilen bir taşınabilir kamera  Sinematograf’ı icat ettiler ve yine 1895 yılında Paris’de “Capucine” Bulvarındaki “Grand Cafe” de “Bir Trenin Gara Girişi” ve “Boğa Güreşçisi” kısa filmleri ile ilk paralı gösterimlere başladılar.

Gösteri esnasında trenin kameraya doğru gelişi ve giderek perdeyi kaplamasıyla çoğu seyirci ezilme korkusu ile kaçarak salonu terk etmişti.

Kısa sürede Avrupa’nın bir numaralı prodüksiyon firması haline dönüştüler.

Devam edecek…

 

Sinema Tarihi

 

sinematarihi1

 

Sinema Tarihi- Dünya Sinema Tarihi

Sinema (Moving Images = Hareketli Görüntüler) gözün, görüntünün retina (ağ tabakası) üzerine düştükten sonra bir süre daha silinmeyip kalması şeklinde ortaya çıkan kendine özgü bir kusuruna dayanır.

Retinadaki sinirler tarafından algılanan görüntü beyine ulaştırılarak görme duyusu oluşur.

Bu görüntü ortadan kalksa bile optik sinir algılamaya devam ettiği için retinadaki yansıma hemen silinmez. Retinadaki görünümün süresi parlaklık vs gibi bazı faktörlere bağlı olarak değişmekle beraber ortalama 2/35 sn kadardır.

Bir görüntü şeridinin perdede akım hızı 24 kare/sn’ dir. Yani biz saniyede 24 resim karesini art arda görürüz ve bir görüntünün etkisi silinmeden diğeri girdiği için artık bu görüntüler silsilesi bizim için hareketlidir.

Sinema diğer bir tanımıyla “Sinematografi” Yunanca “Devinim Kaydı” anlamındaki “Kinema” ve “Grafe” sözcüklerinden gelir.

Üç aşamalıdır ;

  • Kayıt,
  • Kayıt’ı geliştiren kayıt sonrası işlemler (Post Prodüksiyon = Post Production),
  • Gösterim.

Sinema tarihi süresince, Sinemanın tek bir kişi tarafından icat edildiğini  söylemek hayli zordur. 

İlk zamanlarda tabii ki bir çok kişi basit kayıt ve gösterim teknikleri üzerinde çalışıyordu.

İlk projeksiyon makinesi sayılabilecek “Lanterna Magicea” eski Mısırlılar zamanında “Batlamius” devrinde de biliniyordu. yüzyılda Avusturyalı “Athanasius Kircher” ve “Franz von Uchatius” tarafından geliştirilmiştir.

Bu aygıt görüntülerin ışık ve mercek aracılığıyla cam veya saydam bir yüzeyden geçirilip büyütülerek perdeye veya duvara aktarılması esasına dayanıyordu.

Gösterim aygıtlarının gelişmesinde sinema tarihi sürecinde oyuncak endüstrisinin büyük katkısı olmuştur. Bu tekniğe dayanarak bir çok optik oyuncak yapılmıştır. Bunların en ilkeli ”Dr. John Ayrton Paris” tarafından kendi çocuğunu eğlendirmek amacıyla yapılmıştı. Bir silindirin iki tarafına yapılan kuş ve kafes resimleri silindirin hızla çevrilmesi ile kafesin içinde hareket eden kuş görüntülerine dönüşüyordu. “Thaumatrope” adı verilen bu aygıt daha sonra “Plateau” tarafından geliştirilerek “Phenakisticope” denilen aygıt yapılmıştır.

Bu günkü karton filmlerin esasını teşkil eden bir şeride çizilmiş bir dizi resim, üzerinde belirli aralıklarla uzunlamasına yarıklar açılmış bir silindirin içine konup, aygıt resimli yüzü bir aynaya bakacak şekilde çevrildiği zaman yarıklar arasından aynaya bakan kişi bu resimleri hareketli olarak görüyordu. Bu tarz karton çizimlerin üzerine fotoğraf tekniği de ilave edildi. Fotoğraf tekniğinde olan gelişmeler de sinema tarihinin gelişme sürecine  büyük ölçüde katkıda bulunmuştur.

Devam edecek…

Sinema Akımları

 

sinemakaımları5
Black Swan

 

Sinema Akımları ve Filmler

Günümüz sinema akımları düşünülünce dönemden döneme popüler olan sinema türleri dışında tüm dünyada sinema yapımcılarının hedef kitlelerini belirleyen üç temel akımdan bahsedebiliriz.

Mainstream (Ana Akım) Sinema:

Her ülkenin sinema endüstrisinin yatırım yaptığı, yüksek bütçeli ve her tür seyirciye hitap eden filmler. Bu filmler popüler konuları işler, fazla sayıda kopya ile çok geniş bir dağıtım ağında özellikle çoklu salonlu sinemalarda gösterime girerek, değişik medyalarda gösterilirler ve dağıtımın ardından yoğun pazarlama kampanyaları ile filme ait yan ürünlerden de kazanç sağlarlar.

A sınıfı oyuncular ile fazla sayıda pahalı mekanlarda çekilen filmlerdir. Uzunlukları 90dak. ile 180dak. arasında değişebilir.

Sinema akımları içinde en baskın Ana Akım Sinema örneklerinin tanımı ülkeden ülkeye değişmekle beraber global anlamda düşünüldüğünde akla, en büyük sermayeye ve geniş dağıtım ağına sahip olması açısından, Hollywood Sineması gelir.

Batman, Spiderman, Lord of Rings. Transformers, serileri vs gibi yapımlar bu türe örnek olarak verilebilir.

sinemaakımları1
Batman vs Superman

 

Sanat Sineması:

Ana Akım sinemaya, popüler kültüre karşı duruşları ile “sanat sanat içindir” anlayışını uygulayan filmler…

Bu tarz sinema akım ürünleri filmler taşıdığı değerler ve getirdiği yenilikler açısından sınırlı dağıtım olanakları ile  ticari sinemalarda yer bulamayarak genelde kısıtlı bir seyirci kitlesine ulaşabilirler.

Uzunlukları genellikle 60 dak. civarındadır ve fazla ünlü olmayan oyuncularla çalışılır.

1934 L’Atalante – Jean Vigo

1941 Citizen Kane – Orson Welles

1953 Tokyo Story – Yasujiro Ozu

1964 The Gospel According to Saint Matthew – Pier Paolo Pasolini

1966 Andrei Rublev  – Andrei Tarkovsky

1978 Days of Heaven – Terence Malick

1982 Fanny and Alexander – Ingmar Bergman

1996 A Clockwork Orange – Stanley Kubrick

2002 Mulholland Drive – David  Lynch

2009 The White Ribbon – Michael Haneke

2015 The Gift – Joel Edgerton

sinemaakımları2
The White Ribbon

 

Bağımsız Sinema:

Sinemayı kendini ifade etme biçimi olarak gören, çoğunlukla sıra dışı konuları ele alan ve düşük bütçelerle çekilen filmler.

bu sinema akım’ının ürünleridir.

Büyük stüdyoların dışında çekilen bu filmler daha önce işlenmemiş konulara yenilikçi bakış açılarını uygulayan  ve bu yenilikçi fikirleri ile sinema anlatımını geliştiren deneysel filmlerdir. Bu tür sinema tarihine bir çok “Ataeur” yönetmen kazandırmıştır. Bağımsız filmler kendilerine her ülkede yer bulabilmelerine rağmen en iyi örneklerini yine Amerika’da vermişlerdir. Spike Lee, Kevin Smith, Bryan Singer, Sofia Coppola, Darren Aronofsky gibi isimler Amerikan sinemasının çıkardığı bağımsız yönetmenlere birer örnektir

1959 Shadows (1959), Yö. John Cassavetes

1973 Mean Streets (1973), Yö. Martin Scorsese

1974 Dark Star (1974), Yö. John Carpenter

1974 The Texas Chain Saw Massacre (1974), Yö. Tobe Hooper

1979 Mad Max (1979, Aus.), Yö. George Miller

1984 Blood Simple (1984), Yö. Joel Coen

1984 Stranger Than Paradise (1984, W. Ger/US), Yö. Jim Jarmusch

1984 The Terminator (1984), Yö. James Cameron

1989 Drugstore Cowboy (1989), Yö. Gus Van Sant

1989 Sex, lies, and videotape (1989), Yö. Steven Soderbergh

1992 El Mariachi (1992), Yö. Robert Rodriguez

1992 Reservoir Dogs (1992), Yö. Quentin Tarantino

1994 Clerks (1994), Yö. Kevin Smith

1995 The Usual Suspects (1995), Yö. Bryan Singer

1998 Run Lola Run (1998, Ger.), Yö. Tom Tykwer

1999 Being John Malkovich (1999), Yö. Spike Jonze

2000 Amores Perros (2000, Mex.), Yö. Alejandro Gonzales Inarritu

2000 Memento (2000), Yö. Christopher Nolan

2001 Donnie Darko (2001), Yö. Richard Kelly

2003 Lost in Translation (2003), Yö. Sofia Coppola

2004 The Passion Of The Christ (2004, It./US), Yö. Mel Gibson

2015 Mother  ( 2015), Yö. Darren Aronofsky

sinemaakımları3
Lost in Translation

 

 

 

 

SENARYO VE YÖNETMEN – SİNEMA FİLMİ YÖNETMENİ HAKKINDA KISA BİR MAKALE, 4

SENARYO VE YÖNETMEN

Jean-Luc Goddard

 

Her senaryo yazarı için mükemmeldir. Çoğu kez sancılı bir üretim sürecinin sonunda ortaya çıkar ve onu yaratan kişinin çocuğu gibidir. Klasik deyişle her anne kendi çocuğunu beğenir.

Fakat senaryo ve yönetmen ilişkisi bağlamında iyi bir yönetmenin bir senaryonun sinemasal niteliğini kavramak açısından doğal bir yeteneği var olmalıdır. İyi bir yönetmen kamerayı zekice kullanarak etkin bir görsel anlatımla diyalogları da sadeleştirebilir.

Uygun bir dekor içinde iyi bir oyuncu gözlerindeki anlatımla tüm bir senaryo sayfasında yer alan sözcüklerin tümünü söyleyebilir.

Yazarlar genellikle konu üzerinde dururlar, halbuki iyi geliştirilmiş ilginç karakterler konuyu kendiliğinden getirir ve geliştirir. İki insan karşı karşıya getirilip bir dram yaratılabilir. Bu iki kişi de ilerleyen aşamalarda sayısız durum içine konabilir. Shakespeare‘in Romeo – Juliet hikayesinin kaç kez çekildiğini ve kaç versiyonu olduğunu hatırlayalım.

Sinemada oyuncuların konuşmak yerine eylemi yapmaları çok daha etkindir. İnsanlar genellikle düşündüklerinden farklı konuşurlar, bir insanın beklenmedik bir durumda ortaya koyduğu tepki o kişinin karakterini ele verir.

Uygulama ve yapım sorunları açısından senaryonun incelenmesi gereken bir yönü de karakterlerin sayısıdır. Senaryo da ne kadar çok karakter varsa bunları geliştirmek ve organize etmek de o kadar uzun sürer. Yine senaryo ve yönetmen ilişkisi bağlamında şunu söyleyebiliriz; bazı filmlerde başroller üzerinde yoğun şekilde durulurken yardımcı roller kendi akışına bırakılır.

İki veya daha fazla karakteri bir karaktere dönüştürmek kolaydır. Böylece diğer karakterleri daha iyi geliştirmek için zaman kalır.

Elenmemiş bir karakter ise, ne kadar kısa bir rolü olursa olsun, geliştirmeye değer.

Çekim yerlerinin sayısı (mekanlar ve dekor) zaman açısından önemle incelenmesi gereken bir konudur. Zira ekibin taşınması hem zaman hem de para demektir. Bu da senaryo ve yönetmen ilişkisinde bütçe bağlamında karar verilmesi gereken hassas noktalardan biridir.

Film Dilinin gramerinin kuralları da uzun zamandan beri perdededir. Bu kurallar İsveç’te Bergman, Japonya’da Kurosawa, İtalya’da Fellini, Amerikada Coen Kardeşler, Danimarkada Lars von Trier, Fransada Jean-Luc Goddard vs gibi coğrafya ve kültür dolayısıyla üslup açısından birbirinden hayli uzakta olan film yapımcıları tarafından kullanılmaktadır.

Bu kurallar öykünün görsel anlatımında ortaya çıkan özel sorunların çözümünde kullanılır ve senaryo yönetmen ilişkisinde bağlayıcı bir nokta teşkil eder.

 SON

 

 

 

TARİH AKIŞI İÇİNDE TİYATRO – OYUNCULUK TARİHİNE BİR BAKIŞ

Tarih ve Tiyatro

 

Tarih akışı içinde tiyatronun evrimi

İnsanın var olduğu ilk dönemlerinde, henüz konuşmasını dahi bilemeyen insanlar, çıkardıkları seslerle anlaşıyor, duygularını, düşüncelerini bu sesler ile karşı tarafa aktarmaya çalışıyorlardı.

İnsanlık tarihinin bu ilk dönemlerinde, korunma gereksinimleri oldukça zor ve çokluktaydı. Örneğin, vahşi hayvanlardan korunmaları gerekmekte, doğa şartlarının getirdiği kuralları kendi yaşam biçimlerini uygulama durumunda olmakta buna, zaman ve emek harcamak zorundalardı.

Bilmedikleri o kadar çok şey vardı ki; bunu zaman içinde öğrendiler. Önce sığınmak ve korunmak adına mağaraları seçtiler, mağaraların daha sonraları korunmada yeterli olmadığını görünce kendi evlerini doğa içindeki malzemelerle yaptılar. Orman ve bitkiler onların korunak yapmalarını sağladı.

İnsanlık yaşam savaşı verirken bir kaç kez çağ geçirecek gelişmesini sağlamaya çalışacaktı. İlk çağ, yoğun araştırmaları da beraberinde getirdi. Önce kendilerine silah edinmeyi öğrendiler. Taş ve sopaların yardımıyla güç kazandılar. Taş baltaları, mızrakları oldu. Çünkü korunmanın ötesinde karınlarını doyurmaları da gerekiyordu ve bu yiyecekler, doğadaydı. Elde etmek için güç gerekiyordu. Avcılık böylece başladı ve gelişti.

Tarih akışı sürecinde bir aşamada insanlık için çok önemli bir şey keşfedildi. Ateş!

Ateşin bulunuşu insanların daha iyi yaşamasını sağladı. Soğuktan ve kış şartlarından da korundular böylece. Sonra bir arada yaşamalarının gerektiği çıktı ortaya. Eşleri ve çocuklarının bakımını ve olası bir vahşi hayvan saldırısından topluca karşı savunma gereksinimlerini daha kolay sağladılar.

Erkekler avlanmak için bulundukları yerlerden ayrılmak zorundalardı. Avladıkları hayvanları getirirler etleri paylaşarak birkaç günlerini böyle geçirirlerdi. Ateş önemliydi onlar için. Evlerinin bulunduğu bir küçük alanda ateş yakarlar, insanlar onların etrafında toplanır bir taraftan etleri pişerken diğer taraftan ısınırlar ve avcı olanlar avladıkları hayvanların nasıl avlandıklarını işaret ve ses yardımıyla anlatmaya çalışırlardı.

Bunu yapan avcı ayakta, nasıl pusu kurduğunu, nasıl mızrağını attığını, nasıl hayvanın pençesinden kurtulduğu, ne kadar güçlü olduğunu, öyle olmakla birlikte zor da olsa onu nasıl yendiğini hayvandan daha güçlü olduğunu hareket ve seslerle anlatırdı. Bunu yaparken vücudunu kullanır, ses tonu ile anlatımı etkinleştirir, taklitle anlatımını ilginçleştirirdi.

İnsanın doğasında vardır oyunculuk…

İşte oyunculuk ve onun sergileneceği bir alanın olması şartı da o zaman böylece keşfedilmişti. Tarih akışı içinde oyunlar ve oyuncular, oynanış biçimleri, kuramsal ve sanatsal anlamda gelişmeler göstererek zamanımıza kadar gelmiştir.

 

 

 

 

Kara Filmler, Gölge ve Sinema, Bölüm 3

Kara Filmler

Gölge ve Sinema

 

Panın Labirenti

 

Kara Filmler

Kara filmler, dünyayı yozlaşmış, namussuz insanların kol gezdiği bir yer olarak tasvir

eder. Kötülük hem ortada, hem de baskındır. Karakterler, iyi ve kötü arasında bir seçim

yapmak  durumundadırlar.

Böylece, varoluşsal sorular ön plana gelir. Filmlerde genel olarak, sinik ve umutsuz

bir tonun hâkim olduğunu söyleyebiliriz. 2. Dünya Savaşı sonrası Amerikalıların

içinde bulunduğu gergin ruh hali düşünüldüğünde, bu stilistik akım yeni bir boyut kazanır.

 

Kara filmler, soğuk savaş ve komünizmin getirdiği paranoyadan beslenerek, korkunun,

anlamsızlığın ve kötü talihin betimleyicisi olmuşlardır. Politik ve toplumsal kaygılar, her

ne kadar Alman dışa vurumculuğunda  olduğu gibi Amerikan sinemasında da somutlaşsa

da, geleneksel Hollywood anlatısına yedirilen gölgeli görüntüler

deneysellikten uzaklaşarak, seyirciyi daha çok bilinçaltından etkileyen bir takım temasal

kodlara dönüşmüştür.

 

Sinematografik seçimler, bir filmin stilini ve tonunu oluşturduğu gibi temayı da

güçlendirebilir. Bir dışavurum aracı olarak gölgenin, filmlerde rahatsız edici, bilinmeyen

unsurları ve tehlikeleri sembolize etmek için kullanıldığını gördük. Özellikle, yavaşça

süzülen siyah gölgeler en yerleşik imgelerden biri haline geldi. Örneğin, Haloween’de

(1978, John Carpenter) katil, kurbanına saldırmadan hemen önce onun gölgesini görürüz.

 

Sonuçta, sinemanın mesaj iletebilmesi için, seyirciler üzerinde çeşitli duygular

oluşturması gerekir. Gölge kullanımı, bunun en kolay yollarından biridir. Gizemli ve

korkutucu bir hava veren gölgelere, karanlık bir iç dünyanın gerçeklikle etkileştiği filmlerde

rastlanır.

Bu yüzden özellikle gerilim ve korku türlerinde kodlaşmış bir gölge estetiğinden

bahsedebiliriz. Gölge ayrıca, bazı gerçeküstü ve tuhaf durumlar ya da hayal sahnelerinde

de plastik bir öge olarak kullanılmaktadır.

Bu stil, Alman dışavurumcu ve kara filmlerde olduğu gibi bütün bir film

için de geçerli olabilir.

1960’lardan 2000’lere kadar, değişen ve yenilenen sinemasal anlatılar

içerisinde klasik kara filmlerin biçimsel özellikleri ile bütünleşen

çok sayıda film yapıldı. Neo-Noir ya da modern noir olarak adlandırılan bu filmler,

bahsettiğimiz gölge kodlarının yanı sıra, temaya bağlı ruh durumunu vurgulayan

karanlık görüntüler içeriyordu.

 

Basic Instinct

 

Bunların arasında, Taxi Driver (1976, Martin Scorsese), Blade Runner (1982, Ridley

Scott), Basic Instict (1992, Paul Verhoeven), 12 Monkeys (1995, Terry Gilliam) gibi birçok

başarılı yapım bulunuyor.

 

Black Swan

 

Diğer yandan, son dönemlerde David Lynch, Jim Jarmusch, Coen kardeşler

David Fincher, Aronofsky, Guillermo del Toro gibi yönetmenlerin dramatik bir etki

verebilmek için, kendilerine özgü yaratıcı bir ışıklandırma kullandıklarını gözlüyoruz.

 

Dünyanın en hızlı çekim yapabilen kamerası

Dünyanın en hızlı kamera çekimi;  saniyede 5 trilyon kare.

 

Dünyanın en hızlı çekimi
Dünyanın en hızlı çekimi

 

240kare/sn hızda bır çekim yapmak istersek EVA1 kamerayı, 4k çözünürlükte 1000 kare/ sn çekim yapmak istersek de Phantom Flex kamerayı kullanırız.

Isveçli bilim insanları ışığın durağan halini yakalayabilen 5 trilyon kare/ sn hızda çekim yapan bır kamera geliştirdiler.

Alışılageldik kamera tasarım teknolojisinden biraz farklı bir sistemi kullanan kameranın temel spesifikasyonları şöyle:

Hız: 5 trilyon kare/sn

Çözünürlük: 1002×1004

Kaynak: Tri-Sapphire Laser ( Üçlü Safir Laser )

GÖLGE VE SİNEMA, Bölüm 2

Gölge  ve Sinema

2. Bölüm.

Nesferatu
Nesferatu-Bir Dehşet Senfonisi

 

Gölge ve sinema bağlamında gölgenin, ölülerin ve ölümcül yaratıkların bulunduğu öte dünyanın gerçekliğe sızan hayaletlerini temsil ettiğini söyleyebiliriz.

Örneğin, Nosferatu’nun duvara vuran gölgesi kötü niyetli olduğu anlaşılan ama zaptedilemeyen bir tehditin yaklaştığını bildirir.

Bu üslup, dışavurumculuğun gerçekliği ne şekilde ele aldığını da açıklar.

 

Gölge ve Sinema, Işık

Işık ve gölgenin belirgin karşıtlığına rağmen ayrılmaz birlikteliği, gerçeğin kötülük ve tehlikelerden arınamayacağını gösterir.

Canlılarda olduğu kadar dekorda da kullanılan keskin gölgeler bu savı doğrular.

Dışavurumculukta ışık ve gölge ile yaratılan karamsar hava, gerçekliği iyiyle kötünün, aydınlık ve karanlığın sürekli olarak çarpıştığı bir kabus gibi algılatır.

Zaten çoğu dışavurumcu film, deliliği ve insanı yıkıma götüren hırs ve tutkuları konu alır.

Alman dışavurumculuğu, stilistik olduğu kadar politik tutumu da olan bir akımdır.

Daha önce değindiğimiz gibi, insan, yarı karanlık bir dünyada iyi ve kötü yönlere aynı anda sahiptir.

Tam bir ışık olmadığı gibi tam bir bilinçlilik de yoktur.

Dışavurumculuğun gerçekliğe yaklaşımı, bu olguyu simgesel bir biçimde yorumladığı gibi belki de, daha büyük oranda insanın bilinç ve bilinçaltından oluşan

bütünlüğünün, daha büyük bir gölge tarafından tehdit edildiğini sezdirir.

 

Gölge ve Sinema, siyaset

 

Caligari
Caligari

 

Gölge, özellikle The Cabinet of Dr. Caligari’de (Dr. Caligari’nin Muayenehanesi) sezildiği gibi, yükselişe geçen Nazilerin gölgesidir.

2. Dünya Savaşı’nda tüm dünyayı karanlığa boğacak olan Naziler, Almanların hayatının ve dolayısıyla Alman sinemasının üzerine bir ağırlık gibi çökmüştür.

Burada, devletin yapısına yerleşmiş, insanların görmezlikten gelmeye çalıştığı bir takım karanlık güçlerin dışavurumu söz konusudur.

İlkel kavimlerde, kişinin ruhunu koruyabilmesi için gölgesine sahip çıkması gerektiğine inanılıyordu.

20. yüzyıla geldiğimizde ise insanın kendi gölgesi, gizli ve kötücül bir gölgenin baskısıyla gözlerden yitip gidiyordu.

Naziler güçlenirken, aralarında Fritz Lang, Robert Siodmak ve Billy Wilder’ın da bulunduğu bir çok Alman ve Avusturyalı yönetmen Hollywood’a göçetti.

Bu yönetmenlerin Amerikan sineması üzerindeki etkisi Film Noir – Kara Film akımını doğurmuştur.

Kara filmlerde, duvarların, yolların ve insanların üzerlerine düşen gölgeler, anlatımın standart parçalarıydı.

Bir odayı kaplayan panjur gölgeleri ya da hapishane demirlerinin çizgi çizgi, koyu karaltılar halinde mahkumun üzerine düşmesi artık klişeleşmiş görüntülerdi.

Bunlar karanlıkta kalmış adamlardı.

Sigara dumanıyla daha da bulandırılan sahneler, karakterlerin içinde bulunduğu uğursuzluk ya da bilinçsizlik durumunu arttırıyordu.

Devam edecek…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sinema Filmi Yönetmeni Hakkında Kısa Bir Makale, 3

Sinema Filmi Yönetmeni

 

Orson Welles
Orson Welles

 

Sinema filmi yönetmeni kendisine yüklenen bu özgün sorumluluğu yerine getirebilmek için ekibinde bir iş dağılımı yapmak zorunda olan kişidir.

Örneğin; filmde yer alan sahnelerin atmosferini  tarif ettiği ve bu atmosferin hangi sahnelerde oluşturulabilecegini bilen  yardımcılarından mekan seçimlerini yapmalarını ister…

Sanat yönetmeninin uygun kostüm ve dekorların,  aksesuarların tasarlanmasını ister…

Görüntü Yönetmeni ile başbaşa vererek hikayeyi en uygun şekilde aktaracak görüntüleri saptamaya çalışır…

 

..

Nuri Bilge Ceylan
Nuri Bilge Ceylan

 

Filmi üzerinde tam kontrol sağlamak isteyen bazı yönetmenler de aşağıdaki şekilde çalışırlar;

  • Genel bir plan oluşturur ve bunun çerçevesinde oyuncularla provalar yapar,
  • Ekip ve oyuncuların direktifleri takip edip etmediklerini dikkatle kontrol eder,
  • Kendi senaryosunu yazar (Orson Welles, Quentin Tarantino, Robert Rodriguez, Christopher Nolan, Nuri Bilge Ceylan vs.)
  • Çalışma tarzına yatkın olan ve çoğu kez daha önce de çalıştığı bazı danışman senaristlerle çalışarak bu senaryoyu kontrol eder ve geliştirir,
  • Kendi görüntü yönetmeni ve kurgucusu ile çalışır,
  • Bazen kendisi de filminde rol alır, hatta filmin star oyuncusudur. (Woody Allen)

 

 

Christopher Nolan
Christopher Nolan

 

 

Woody Allen
Woody Allen

 

Sinema filminin üretim aşamalarını şöyle sıralayabiliriz;

  • Proje seçimi (hikaye – senaryo),
  • Proje üzerinde ön hazırlık çalışması,
  • Çekim,
  • Post Prodüksiyon – çekim sonrası ( çekilmiş ham malzemenin işlenmesi, kurgu, seslendirme, çoğaltma vs. gibi işlemler ) .

 

Sinema filminin oluşabilmesi için her şeyden önce bir film öyküsü dolayısıyla bir senaryo olması gerekir.

Senaryonun kelime anlamı bir film çekilmesinde temel olan yazılı metin veya plan ve sahnelere bölünmüş film hikayesi olarak açıklanabilir.

Film diyalog yazarının anlatım aracı değildir. Bir tiyatro oyununu etkileyici biçimde perdeye

aktarabilse de bir tiyatro eseri de değildir.

Film sözcüklerden çok görüntülerin dilidir. Bir sahnede yoğun diyaloglarla anlatılacak bilgi ve mesajlar devinim ve tepkilerle anlatılmalıdır.

Bir çok yapımcı senaryoların çekime başlamadan önce yönetmen tarafından gözden geçirilmesini ister.

Yazarın bakış açısı öznel’dir, fakat bir yönetmenin bakış açısı kesinlikle nesnel olmalıdır.

Bir yönetmenin belirli konular ve biçimler için öznel tercihlerinin olması kaçınılmazdır.

Fakat tüm bunları izleyiciye en etkin bir şekilde sunabilmek için nesnel bir bakış açısına da

sahip olmalıdır.

İşte bu iki değişik özelliği dengeli bir şekilde yapımlarında birleştirebilen yönetmenler başarılı filmler ortaya koyabilien yönetmenlerdir.

Devam edecek…

 

 

 

RSS
Follow by Email