Görüntü Yönetmeni Roger Deakins ve 13’ün Uğursuzluğu

görüntürogerdeakin
Roger Deakins “Sky Fall” çekiminde

İngiliz asıllı 68 yaşındaki görüntü yönetmen Roger Deakins 2018 yılına gelinceye kadar tam 13 kez Oscar’a aday gösterildi fakat kazanamadı.

Deakins hep ünlü isimlerle çalışan çok başarılı bir isim. Bir dönem Ethan Coen, Joel Coen filmlerinin değişmez görüntü yönetmeni iken son dönemlerde Denis Villeneuve filmlerinin değişmez görüntü yönetmeni oldu. Sam Mendes, Martin Scorsese de birlikte çalıştığı bazı diğer ünlü isimler. 2015 yılında Joel ve Ethan Coen’ în senaryosunu yazdığı, Angelina Jolie’nin yönettiği “Unbroken -Boyun Eğmez” filminin de görüntülerini çekti,

Oscar ödüllerine “En Başarılı Görüntü Yönetimi Dalında” aday olup da kazanamadığı filmler ise yıllara göre sırasıyla şöyle;

Sicario (2016), Unbroken (2015), Prisoners (2014), Skyfall (2013), True Grit (2011), The Reader (2009),  The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford (2008), No Country for Old Men (2008), The Man Who Wasn’t There (2002), O Brother, Where Art hou? (2001), Kundun (1998), Fargo (1997), The Shawshank Redemption (1995)

Deakins, nihayet 2018 yılında 14. adaylığının sonunda altın Oscar heykelciğini Denis Villeneuve’ün yönettiği ve Ryan Gosling, Harrison Ford, Jared Leto, Robin Wright, Ana de Armas, Carla Juri, Mackenzie Davis, Edward James Olmos gibi oyuncuların rol aldığı “Blade Runner 2049” filmi ile evine götürmeyi başardı. Film Ridley Scott’un yönettiği ve artık bir kült klasiği konumundaki 1982 versiyonunun bir devam filmi.

Kara film tadını taşımakla beraber efekt teknolojisinin bu günkü konumunun bir sembolü olurcasına yaratılmış kadife yumuşaklığında, saydam bir distopyatik ortamda görüntüleniyor. Gökyüzüne uzanan gökdelenlerin ve havada uçan arabaların görüntülerinin yansıttığı bir ortamda geçen bir aşk hikayesi de unutulmamış.

Deakins’in set aydınlatmalarına getirdiği bir yenilikte adeta onun imzası haline gelmiş olan kendi icadı “Ring Lights – Çember Işıklar”. Bunlar tahtadan yapılma büyük çemberlere 12.5cm aralıklarla yerleştirilmiş 200/300 watt halojen ampullerden oluşan basit sistemler.

Deakins kendi tabiriyle “ürkünç bir gerçeklik” yaratabilmek için karakterlerin çevresinde yer alan öğelerin mümkün mertebe az gösterilmesinden yana olduğunu söylüyor. Buna örnek olarak da Budapeşte’deki bir stüdyoda 1 milyon galonluk su tankında sadece araçtan gelen ışıkların ana ışık olarak kullanıldığı mini denizaltı sahnesinin çekimlerini veriyor; “Okyanusu göstermenize hiç gerek yoktu; sadece suyun yansımalarını ve çarpışmaya kadar olan sürede aracın soğuk renkli farlarını göstermeniz yeterliydi. Sonra aracın içinden gelen daha sıcak renkli ışık aksiyonun olduğu küçük alanı aydınlatsın tamam; karanlık tarafında sarılmış olmanın duygusu gerekli gerilimi yaratır.”

Sette sakin ve anlayışlı çalışma tarzı ile tanınan Deakins’in genç görüntü yönetmeni adaylarına bazı tavsiyeleri ise şöyle;

  • Seçici olmayı öğrenin; yeni bir projeyi kabul etmeden önce o projenin size hitap ettiğinden ve ona inandığınızdan emin olun. Kısaca “evet” demenin yanısıra “hayır” demekten de korkmayın.
  • Işıklandırmanın önemini kavrayın; Bir sahneyi aydınlatma tarzınız izleyicinin o sahneyi algılama şeklini derinden etkiler. Iyi bir aydınlatma da senaryo ile başlar. Kullanacağınız ışık tiplerini ve rengi seçmeden önce muhakkak yönetmenle tartışın.
  • Her çekim çok sofistike kompozisyonlar gerektirmez. Bazen basit olan en iyisidir. Bırakın izleciyi filme bağlayan akışı sahne kompozisyonu değil hikaye ve karakterler sağlasın.
  • İyi bir açı kullanabilmek adına oyuncuların performanslarından ödün vermesini istemeyin. Unutmayınız ki oyuncudan alınan iyi bir performans kötü bir çekimi de maskeleyebilir.
  • Kendi tarzınızı bulun; Mesleğin ustalarından öğrenebilir, tecrübelerinden yararlanabilir, çalışma tekniğine kendi tekniğinize uygulayarak geliştirebilirsiniz. Ama onları bire bir kopya etmeyin; bu şekilde asla bir “sanatçı” olamazsınız.

[metaslider id=”3894″]

Bernardo Bertolucci ve “Conformist”

 

Bernardo Betolucci g
Bernardo Betolucci Emmy Ödülünü Alırken

 

Bernardo Bertolucci, 16 Mart 1941 de şair Attilio Bertolucci ve öğretmen Ninetta Giovanardi’nin çocukları olarak Parma İtalya’da dünyaya geldi, Babası İtalyan, Avusturyada dünyaya gelen annesi ise İtalyan ve İrlanda kökenliydi.

Yönetmen, Senarist, Şair Pier-Paolo Pasolini babasının yakın arkadaşıydı. Bu şansı kullanan genç Bernardo, Passolini’nin asistanı olarak kolayca sinemaya adım attı.

Böylece Roma Üniversitesindeki eğitimini yarıda bırakarak Pasolini’nin yönettiği “Dilenci” filminin yardımcı yönetmenliğini üstlendi.

60’lı yıllarda olağanüstü bir çıkış yakalayan yeni dalga İtalyan sinemasının ustalarıyla hep birlikte oldu.

Onlardan etkilendi, çok şey öğrendi ama sonunda hepsini harmanlayarak kendi kimliğini oluşturdu.

Komünist kimliğini (ki bunu 1964 yapımı “Devrimden Önce” filminde de görüyoruz) hiçbir zaman inkar etmeyen Bernardo Bertolucci sürekli politikanın içinde olurken haz ve güzellikten vazgeçmedi.

Bernardo Bertolucci Dostoyevski ve Borges’den esinlenerek toplumsal ve siyasal yorumların yanısıra ruhbilimsel ve cinsel temaları da ihmal etmedi.

Bernardo Bertolucci filmlerinde yaşadıkları dünyadaki  olumsuzluk ve haksızlıklardan sürekli şikayet edip de hiç bir şey yapmayan insanları eleştirdi ama onları cezalandırma yoluna gitmedi.

1970 yılında çektiği Alberto Moravia’nın romanından uyarlama, belki de en güzel ve anlamlı filmi olan The Conformist bu tarz tüm Bertolucci temalarını bir araya getirir.

Öykü İtalyan Faşizmi altındaki dönemde savaştan hemen önce geçer. Genç ve hırslı Marcello Clerici (Jean-Louis Trintignant) yönetimin polis örgütü adına çalışmaktadır.

Görevi Mussolini yönetimine karşı çıkan üniversiteden profesörü Quadri’ye yaklaşmak ve onun suikastine yardımcı olmaktır. Marcello görevini başarır yaşlı adamın güvenini kazanır, yakın çevresine girer.

Ama profesörün güzel karısına aşık olur. Olayların akışını engellemek imkansızdır ve Marcello profesörün ve karısının ölümüne şahitlik eder.

O iyi bir eğitim almış, kültürlü, dışa dönük, sosyal bir genç adamdır, baskı dönemlerinde sistemle birleşerek güçlü olmak ve olanı biteni kabul ederek rahatı için ‘konformist olmanın dışında onu Faşizm’in bir neferi yapan sebep nedir?

Bertolucci yermez, arayıp bulup izleyicinin gözleri önüne sermek ister.

Bu arayış içinde film geçmişe 13 yaşındaki Maecello’ya döner. Marcello iyi ve mutlu bir aileden gelmektedir ama şoförleri ona tecavüz etmiş ve cinsel ilişkiye zorlamıştır.  Marcello da onu kendi silahı ile öldürmüştür.

Bu yüzden eşcinsellerden ölesiye nefret eder; Faşizm de “imanlı ve ahlaklı” bir nesil yetiştirmek adına tüm eşcinsellere savaş açmıştır. Film ilerledikçe Marcello derin bir vicdan azabına sürüklenir.

Bu acı onu kadın ve içkiye iter. Bir Roma gecesinde bir fahişeye rastlar ama bu bir erkek fahişedir. Finalde Marcello tüm iç gerçekleri ile yüzleşir belki o da gizli bir eşcinseldir?

Her Berolucci filminde olduğu gibi “Conformist” de güzelliklerden uzaklaşmaz. Filmin geçtiği mekanların dekorasyonu muhteşemdir; oralarda alınan ölümcül kararlarla alakasızcasına.

Vahşi öldürme sahnesi bile güneş ışınlarının yapraklar arasında süzülerek seyredenlere mutluluk aşıladığı dingin bir ormanda geçer

Bernardo Bertolucci’nin en fazla sansasyon yaratan filmi 1972 yılında çektiği ve Marlon Brando ve genç yıldız Maria Schneider’in baş rolleri paylaştığı “Last Tango in Paris-Pariste Son Tango” filmidir.

Bertolucci filmin ünlü tecavüz sahnesini Maria Schneider’in haberi olmadan çektiğini itiraf etmiştir.

Bertolucci, bu sahneyi habersiz çekme fikrini Schneider’den iyi oyun alabilmek için Marlon Brando ile birlikte bulduklarını söylemiştir.

2011’de hayatını kaybeden Fransız oyuncu Schneider ise, bu sahneyle ilgili olarak Daily Mail’e  verdiği söyleşide “Kendimi aşağılanmış ve incinmiş hissettim. Bertolucci ve Brando bana resmen tecavüz etiler, bir özür bile dilemediler” demiştir.

Bernardo Bertolucci gg
Bernardo Bertolucci ve Robert DeNiro

 

1976’da çektiği 300 dakikalık “1900” filminde Robert De Niro, Gérard Depardieu ve Burt Lancaster gibi ünlü isimlerle çalıştı.

Bernardo Bertolucci’ye Çin’in başkenti Pekin’deki ‘Yasak Şehir’de çekim yapma ayrıcalığını bahşeden  “Son İmparator” filmiyle 1987 yılında “En İyi Yönetmen” Oscar’ını da kazandı.

“’Son İmparator” toplamda 9 Oscar ödülüne layık görülmüştü.

Bernardo Bertolucci’nin son filmi 2012 yapımı “ Me Before You – Ben ve Sen” filmidir.

 

[metaslider id=”3876″]

Lady Gaga ve Bradley Cooper

Lady Gaga ve Bradley Cooper

 

Lady Gaga

 

Lady Gaga, 32 yaşında ününün zirvesindeki bir popikonu ve son dönemlerin 43 yaşındaki popüler aktörü Bradley Cooper “A Star is Born – Bir Yıldız Doğuyor” isimli filmde bir araya geldiler. Film alkolik rock star Jackson Maine ile şöhrete ulaşmak için çabalayan şarkıcı ve şarkı yazarı Ally arasındaki ilişkiyi hikaye ediyor. Film süresince Jackson’un bağımlılığı ve çöküşü artarken Ally de super starlık basamaklarında hızla yükseliyor. Daha önceleri üç kez filme çekilmesine, öykü kıtlığı yaşayan Holywood için Clint Eastwood ve Beyoncé gibi ünlü isimlerin göz diktiği bir proje olmasına rağmen Cooper’un bir çok yakın arkadaşı bu filme girişmemesini önermişler. Fakat “American Sniper”, “American Hustle”  filmlerinin başarılı aktörü bu filmin çocukluk anılarının bir tatmini olacağını söyleyerek işe girişmiş.

Cooper 8 -19 yaş aralığında şarkı yazıp, yazdığı şarkıları da kendi söylüyormuş.

Ayrıca yine çocukluğundaki en büyük amacının başarılı bir yönetmen olarak Holywood tarihine adını yazdırmak olduğunu söylemeye gerek yok.

Cooper, Eric Roth ve Will Fetters ile birlikte filmin senaryosunu da yazmış. Hikaye Coachella ve Glastonbury gibi gerçek festivallerde çekilen elektrik performanslarla zenginleştirilen duygusal rock sahneleri ile yeni bir şekle bürünmüş ama 1937 yılından beri çekilen diğer versiyonlarında olduğu gibi bu 4. Versiyon da bir kadın hikayesi gibi görünen trajik bir erkek hikayesi olmaktan kurtulamamış.

Filmin ilk versiyonu Janet Gaynor ve Fredric March baş rollerde olmak üzere 1937 yılında çekilmişti. İkincisi Judy Garland ve James Mason ile 1954 yılında, üçüncü ise Barbra Streisand ve Kris Kristofferson ile 1976 da.

Lady Gaga Cooper’a ona inanıp bu projede yer verdiği ve oyuncuğuna çok şey kattığı için teşekkür ediyor ve bir yönetmen olarak yere göre koyamıyor.

Dünya prömiyerini Venedik Film Festivalinde yapan film’in şimdiden erkek ve kadın oyuncu kategorilerinde ödüllere aday olacakları büyük olasılık ve tüm kritiklerin kabul ettiği gerçek de Lady Gaga’nın artık sadece bir şarkıcı değil aynı zamanda bir oyuncu olduğu.

Lady Gaga ve Bradley Cooper ikilisinin film boyunca özellikle bir arada oldukları sahnelerde müthiş bir elektrik yaydıkları tartışmasız ama bazı eleştirmenler asıl aşk hikayesinin aktör Bradley Cooper ile yönetmen Bradley Cooper arasında olduğunu söylüyorlar. Lady Gaga’nın şarkıları kesinlikle dominant ama bir aktris olarak parladığı her sahnede nedense kamera ondan uzaklaşıyor. Yönetmen Cooper, aktör Cooper’un canlandırdığı karakterin o klasik erkek hikayesinden fazla uzaklaşmasını istememiş olsa gerek !!!

“A Star is Born- Bir Yıldız Doğuyor”

Yönetmen: Bradley Cooper

Tür: Drama, Romans, Müzik, Müzikal

Rating: R

Runtime: 136 dak.

Oyuncular: Alec BaldwinAndrew Dice ClayAnthony RamosBonnie SomervilleBradley CooperD.J. ‘Shangela’ PierceDave ChappelleEddie GriffinGreg GrunbergLady GagaMarlon WilliamsMichael HarneyRafi GavronSam ElliottWillam Belli

 

[metaslider id=”3834″]

 

 

 

Türk Sinemasının Çekilen İlk Filminin Başına Gelenler

Türk Sinemasının Çekilen İlk Filmi

Türk Sinemasının1
“Ayestafanos Rus Abidesinin Yıkılışı”

Türk Sinemasının doğum günü her yıl 14 kasım’da kutlanır.

14 Kasım 1914 çekilen ilk Türk Filmi olarak kabul edilen “Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı”nın çekildiği gündür.

Türk Sinemasının İlk filminin konusu ise Rumi 1923 yılına rastladığı için halk arasında 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonunda Rusların Ayastefanos’ta (Yeşilköy) diktikleri anıtın yıkılmasıdır.

Osmanlı-Rus savaşı 24 Nisan 1877’de başladı ve 9 ay 7 gün sürdü.

24 Nisan 1877’de Rusya’nın İstanbul maslahatgüzarı Nelidof , Osmanlı hariciye nazırına Çar’ın harp ilanı notasını verdi. Böylece Osmanlı’nın bir kasaba vermemek için başlattığı ve sonunda birçok eyaletini yitirdiği savaş başlamış oldu.

Rumeli ve Anadolu (Kafkas) cepheleri olmak üzere iki cephede gelişip sonuçlandı.

Bu savaş esnasında tarihimizin en şanlı olaylarından biri olan ve Osman Paşa’nın adını tüm dünyaya duyuran “Plevne Savunması” da gerçekleşmiştir.

Plevne’nin düşmesinin ardından, Dimetoka, Edirne’nin güney doğusundaki Uzunköprü (Ergene), Çorlu, Silivri, Çatalca düşmüştür.

Ruslar Türk toprakları üzerindeki en uç nokta olan Ayestafanos’a (Yeşilköy) kadar geldiler ve orayı işgal ettiler.

Grandük Nikola barış koşullarını dikte etmek üzere genel karargahını burada kurdu.

31 Ocak 1878’de imzalanan Edirne Mütarekesi ile savaş sona erdi.

Edirne Mütarekesinden sonra Ruslar Osmanlılarla 3 Mart 1878’de şartları hiçbir zaman yerine getirilmeyen Ayastefanos Muahedesini imzaladılar. Ardından bu zaferlerini ölümsüzleştirmek için de Ayastefanos’a bir anıt diktiler.

93 harbi Türkiye tarihinin en büyük felaketlerinden biridir ve ondan sonra gelecek felaketlerin habercisidir.

1912 ile 1913 arası Balkan Savaşları, 1914 ile 1918 arası Birinci Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasına yol açan savaşlar olmuştur.

Yıkımı Türk Sinemasının ilk filmine konu olan ve yapımına harbin hemen  bitiminde başlanan ve 1891 de bitirilen bu abide Osmanlılarla Ruslar arasında bir dizi politik soruna da yol açmıştır.

Rus mimarisinin özelliklerini taşıyan kesme taştan yapılan üç katlı Abidenin kapsamı geniş tutulmuştur.

Etrafı taş duvarlarla çevrili büyük bir bahçe içinde yer alan bina sadece askeri bir abide değil aynı zamanda bir dini merkez ve hayır kurumu özelliklerini taşımaktadır.

En alt katta savaşta ölen subay ve erlerin kemiklerinin saklandığı bir kısım, ikinci katta rahip odaları yer almaktadır.

Üçüncü katta yer alan kubbe ve üzerindeki Çan’ın boyut bakımından dünyanın dördüncü büyük çanı olduğu iddia edilmiştir.

1914 yılında, yorgun Osmanlı’nın adeta zorla itilerek 1. Dünya savaşına katılması halk arasında büyük bir tepki yaratmıştı. Halkı savaşa ısındırmak ve savaşa girmemizin kaçınılmaz olduğunu anlatmak için büyük bir propaganda faaliyetine girişildi.

Bu bağlamda 14 Kasım 1914’te Fatih Camii’nde Cihad-ı Ekber ilanı yapıldı.

Böylece Müslümanlar bazı Hıristiyanların yanında diğer bazı Hıristiyanlara karşı cihada çağrılıyordu.

Bu arada bir kısım halkta 93 harbinde Ayastefanos’ta dikilen Rus Abidesini yıkmak için yola koyulmuştu.

Ayastefanos’taki Rus Abidesinin yıkılışı ile ilgili az sayıda da olsa yazılı-görsel belge mevcuttur.

Türk Sinemasının ilk filminin konusu Abidenin yıkım evreleri bazı fotoğrafçılar tarafından saptanmıştır.

Bunlardan biri de ilk Müslüman Türk fotoğrafçılardan Resne Fotoğrafhanesi sahibi Rahmizade Bahattin Bey’dir.

Abidenin yıkım evrelerini görüntülemeyi başarmış ve daha sonra da bunları foto-kart hale getirerek satışa sunmuştur.

Abidenin yıkım anındaki bir fotoğrafını da amatör fotoğrafçılarımızdan Ali Enis Oza çekmiştir.

Yazılı belgeler ise birbirleri ile çelişmektedir. Bazı gazeteler abidenin daha önceden tasarlanmış bir günde yıkıldığını, bir başka gazete ise bir rastlantı sonunda yıkılışına karar verildiğini yazmaktadır. Ayrıca yıkımının bir ya da birkaç günde tamamlanmadığı, yıkımının günler sürdüğü de yazılmaktadır.

Abidenin yıkımını gerçekleştiren emekli Yarbay Y. Bahri Doğanay’ın anılarında abidenin yıkılış anının objektifler tarafından saptandığı belirtilmektedir. Ama hiçbir yazıda filme çekildiği söylenmemiştir.

Ama o dönemde bazı otoriteler kötü anılarla yüklü bu anıtın yıkılışının gelecek kuşaklara aktarılmasını arzulayarak filme çekilmesini istemiş ve kayıt işlemini yapacak kişi aranmaya başlanmıştır.

Önce müttefik Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun başkenti Viyana’da yeni kurulan Sacha-Masster Gesellschaft adlı yapım eviyle anlaşılmıştır. Fakat halkın milli duyguları göz önüne alınarak uzun araştırmalar sonunda yedek subaylığını yapmakta olan Fuat Bey (Fuat Uzkınay) bulunmuştur. Fuat Bey sinemanın teknik işlemlerini Türkiye’ye sinemayı ilk kez getiren Polonya asıllı Leh Yahudi’si Sigmund Weinberg’den öğrenmiş ve İstanbul Sultanisi’nde (İstanbul Lisesi) öğrencilere eğitim amaçlı filmler göstermişti. Göstericiyi kullanmayı biliyordu ama alıcıyı hiç kullanmamıştı. Bu sorun da çözülerek Sacha-Messter firması yetkilileri Fuat Bey’e kısa sürede alıcının nasıl kullanılacağını öğretmişlerdir.

Ve Fuat Bey 14 Kasım 1914’de ilk Türk filmi olarak bilinen “Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı” filmini 150mt film üzerine çekmiştir.

Türk Sinemasını ilk filmi olduğu iddia edilen bu filmin çekilişi kadar çekildikten sonraki durumu da hayli ilginç bir serüvendir.

Fuat Bey’in MOSD (Merkez Ordu Sinema Dairesi) adına çektiği bu film bir süre merkezin depolarında saklandı, çalışanların ifadesine göre birkaç kez gösterildi. Sonra kutulara konuldu ve varlığı unutuldu. Ardından merkez Yıldız Sarayından Ankara’ya taşındı. Ankara’ya üstünde “Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı” filmi yazan kutu ulaştı ama içi boş çıktı. Başka kutulara karışmış olabileceği olasılığıyla bütün kutulara tek tek bakıldı, bütün filmler arandı ama film bulunamadı.

Bu ilk film o günden beri gizemli bir biçimde hala kayıp durumda. Film üzerine araştırmalar yapan Sinema Tarihçilerinin ise bu durumla ilgili birçok savları vardır.

[metaslider id=”1677″]

 

Damien Chazelle ve Kariyerinin Önlenemeyen Yükselişi

Damien Chazelle

son on yılın10
“La La Land” (2017) – Linus Sandgren

 

Damien Chazelle 2013 yılı başlarında yazıp yönettiği “Whiplash” isimli 18 dakikalık kısa filminin Sundance Film Festivalinde prömiyerini yapmak için uğraş veren tanınmamış genç bir yönetmendi.

Festival’de Kısa Film Jüri Özel Ödülü’nü kazanmasının ardından sponsorların ilgisini çekti ve bir sene sonra  “Whiplash” ın uzun metraj senaryosu elinde Park City’e geri döndü. İki sene sonra,15 şubat 2015’de, aynı filmle En İyi Uyarlama Senaryo dalında Oscar adayıydı.

Bu başarının ardından caz piyanisti (Sebastian) ile genç bir aktris (Mia) arasındaki aşkı anlatan ve görüntü yönetmeni Linus Sandgren tarafından görüntülenen Technicolor stili müzikal drama “La La Land – Aşıklar Şehri”, yönetmenin müziğe ve sinemaya duyduğu aşkın bileşimi olan bir baş yapıt olarak izleyici karşısına çıktı. Bu filmle Chazelle’e En İyi Yönetmen dalında 2016 Oscar’ını kazandırdı.

Böylece Chazelle o güne kadar bu ödüle hak kazanan en genç yönetmen oldu.

$30 milyon bütçe ile çekilen 128 dakikalık film toplamda 6 Oscar (En İyi Kadın Oyuncu, Yönetmen, Sinematografi, Müzik, Prodüksiyon Tasarımı), 249 adaylık, 212 ödül kazanırken, Dünya Çapında $446 milyon hasılat yaptı.

Chazelle “Whiplash” filminde işlediği kesikli sert öğeler taşıyan konunun (müzikte doğru ton, zor ve hızlı ritm arayışındaki J.K Simmons’un canlandırdığı mükemmeliyetçi profesör Terrence Fletcher’in öğrencisine uyguladı baskı ve zorlama, yarattığı gerilim ve öğrencinin duyduğu acı, umutsuzluk, öfke, bageti davula vururken ellerinin kanaması vs) gerektirdiği kinetik kurguyu sağlayabilmek için digital çekim yaptığını söyledi.

“La La Land” in ise bunun tam aksi bir film olduğunu, konunun romantizmini ve zaman atmosferini yakalayabilmek için uzun çekimler, yavaş akan hareketlerle gelişen ve bir dönemin MGM müzikallerini andıran masalsı bir film ortaya çıkarabilmek adına 35mm film kullanmaya karar verdi.

Kullanılan kamera, Chazelle’in seçimi olan ve 2004 yılından beri film çekimlerinde kullanılmakta olan Panavision XL2.

Film kullanmak çekimlere iki yönden kolaylık sağlamış;

  • Netlik derinliği ile oynanarak belirli karelerde daha yumuşak ve flu bölgeler yaratılıp izleyicinin ilgisi belirli sahnelerde istenen noktalara odaklanılmış,
  • Filmin digital’den daha geniş olan poz aralığı sayesinde az veya fazla pozlanma olasılığı olan görüntü bölgelerinde daha fazla detay ve canlı renkler elde edilebilmiş.

Chazelle kameranın bir müzik enstrümanı gibi hareket etmesini, yani şarkı söylemesini istiyormuş. Böylece kamera belli bir ritim içinde hareket ederek izleyiciye hissettirmeden filmin dans ve şarkılarına katkıda bulunabilecekmiş.

Filmin dans sahneleri başlı başına emek ve dikkat gerektiren sahneler.

Geniş alan gerektiren hareketli dans sahnelerinde kameranın da aynı alanı paylaşarak, onlarla birlikte, hem yatay ileri-geri, sağa-sola, hem de düşey aşağı-yukarı hareket etmesi ve tüm bunları tek çekimde ışığı kaybetmeden başarabilmesi hayli zorlu bir uğraş olmuş.

David O. Russell’ın son dönem filmleri “American Hustle – Düzenbaz” ve “Joy – Joy” dan tanıdığımız görüntü yönetmeni Linus Sandgren, işte bu sahnelerde kamerayı bir müzik enstrümanı gibi kullandıklarını hissettiğini söylüyor.

Damien Chazelle ile Ryan Gosling‘in yeniden bir araya getiren ve astronot Neil Armstrong’un biyografisine dayanan “First Man” ise  bu yıl 75.’si düzenlenen ve 8 Eylül 2018 tarihine kadar sürecek olan Venedik Film Festivali‘nin açılış filmi oldu.

Film Türkiye’de 12 Ekim 2018 tarihinden itibaren seyirciyle buluşacak.

 

 

 

Alfred Hitchcock amca diyor ki…

Alfred Hitchcock

alfred hitchcock
Alfred Hitchcock

Perdede gösterilen iyi bir film ise, ses kesildiğinde bile izleyiciler perdede ne olup bittiğini mükemmel anlarlar.

if it’s a good movie, the sound could go off and the audience would still have a perfectly clear idea of what was going on.

Alfred Hitchcock

(1899 – 1980), Korku filmlerinin ustası İngiliz Yönetmen.

(1899 – 1980), the British film director, best known for his horror films.

Çizgi Roman Adaptasyonları; SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI-IV

Çizgi roman adaptasyonları:

Çizgi roman özellikle bilgisayar teknolojilerinde olan gelişmelerden sonra günümüz sinemasının en zengin öykü kaynaklarından biri haline gelmiştir.

Çizgi roman karakterlerinin sinemaya adaptasyonu 1940’lı yıllarda başlayan eski bir olgudur.

Captain America çizgi roman’ının filme adaptasyonu 1944 yılında yapılmıştır.

Bu çizgi roman adaptasyonu furyası 70’li yıllarda hız kazanmış ve The Incredible Hulk 1978, Superman 1978, Batman 1989, X-Men 2000, Spider-man 2002 yılında sinemaya adapte edilmiştir.

Bu filmlerin başarısından sonra, çizgi romanların filmleştirilmesi olgusu devam eder; Ghost World (2001), From Hell (2001), American Splendor (2003), Sin City (2005), 300 (2007), Wanted (2008), Whiteout (2009), Thor (2011), Galaksinin Koruyuculari (2014), Ant-Man (2015), Daredevil (2015), Doktor Strange (2016), Deadpool (2016), Legion (2017) vs.

Çizgi romanların adaptasyonu romanlardan farklıdır; bazı çizgi roman adaptasyonları belirli bir hikâye çizgisini adapte etmek yerine, kahramanın geçmişine giderek ona “ruh” verir ve kahraman üzerinden ilerler.

Bazı adaptasyonlarda olay örgüsüne temel olarak yayınlamış sayıların belirli bir tanesinin hikaye çizgisini kullanır; ikinci X-Men, X-Men: God Loves, Man Kills ve üçüncü X-Men, Dark Phoenix Saga, Spider-Man 2, Spider-Man No More!, Batman Begins, Batman: Year One, The Dark Knight, Batman: The Long Halloween vs.

Televizyon Adaptasyonları:

Kuvvetli bir hikâye çizgisi olan Televizyon serileri başarılı bir şekilde uzun metraj filmlere adapte edilirler. The X-Files, Miami Vice bunun en iyi örnekleridir.

Bazı başarılı televizyon showları da uzun metraj sinema filmlerine ilham verebilir; Saturday Night Live programı The Blues Brothers, Fat Albert, Mr. Bean gibi filmlerin kaynağıdır.

Video Oyunları:

Video oyunları 1980’li yıllardan başlayarak sinemaya uyarlanmıştır. Video oyunlarında uyarlanan filmler genellikle düşük bütçeli B film kategorisne girer ama Mortal Kombat, Lara Croft: Tomb Raider, Silent Hill, Resident Evil ve Prince of Persia gibi filmler beğenilerek iyi bir gişe başarısı yakalamışlardır.

Diğer bazı adaptasyon kaynakları:

The Transformers film serileri ve G.I. Joe filmi Hasbro oyuncaklarının sinemaya uyarlanmasıdır. Hasbro, Battleship filminde başlayarak oyuncak uyarlaması film serilerine devam edeceğini açıklamıştır.

Yunan mitolojisi ve İncil gibi dini kitaplar da uyarlama kaynaklarıdır.

Diyalog ağırlıklı veya fantastik radyo programları da filmlere uyarlanmıştır; Fibber McGee, Life with Father gibi filmler radyo dizi programlarından uyarlanan filmlerdir.

-SON-

 

[metaslider id=”3740″]

 

 

RSS
Follow by Email