Feyzi Tuna Diyor ki…

 

“Sinemayı çekici kılan tüm sanat dallarını bir araya getirebilmesidir. Sinema bütün sanat dallarını kompoze eden, onların çok dengeli ve organik bir biçimde iç içe geçmesi ile vücut bulan bir sanat dalı.

Feyzi Tuna

Feyzi Tuna Filmleri

[metaslider id=1784]

 

Mekân ve Sinemasal Anlatımda Önemi

Mekân İngilizce deki “Space” kelimesinden gelen ve bazen de “uzam” ve “uzay” olarak adlandırılan bir kelime.

Sinema literatüründe mekân kelimesi çok daha uygun kaçıyor.

Dramatik yapı içinde mekanlar karakterler kadar önemlidir.

Doğru seçilmiş veya tasarlanmış bir mekân filme çok şey katar.

Seyirciye sunulan imgeler dünyasında görselliğin ana unsurudur.

Hikâye seyirciye daha etkin şekilde anlatılır ve seyirci hikaye ile bütünleştirilerek filme derinlik katılır.

Antonioni, Kubrick ve Tarkovski filmlerinde uzam duygusu seçilen mekanlarla öne çıkarılıp seyirci sıkıca kavranır.

Güç ilişkileri olan işaretler ve farkların temsili ve düzenlemesi mekanlarda yaşayan insanların da farklılıklarını ve ilişkilerini ortaya çıkarır.

Cinsel, etnik veya sınıfsal farklılıklar, siyasi otoritenin, cinsel otoritenin, her türlü hegemonyaların temsili bize renklerden, ışıklardan, doğa manzaralarından, mimari ve iç mimariden (kadını temsil eden mahrem yatak odası vs) süzülerek aktarılır.

Dinamik ve değişebilen mekân, zaman ve toplumsal varlıklarla diyalektik bir ilişki kurmuştur. Toplum, tarih ve coğrafya bu ilişkinin içindedir.

Ve bu ilişkiler çerçevesinde yüzyılımıza ait bütün ana metinler, söylem sistemleri, onlara karşıt ve onlarla çatışan düşünce, hareket ve söylem biçimleri, günlük yaşam şekilleri, kent planlaması, mimari, evler ve gökdelenler, yeşil alanlar, toplumsal mekanlar, çarşılar, deniz kıyıları, göller, dağlar, eğlence alanları vs buralara kimlerin nasıl katılabildiği ve temsil edilme biçimlerinin yarattığı kültür zaman içinde iz bırakır.

Mekân zaman içinde saklanan tüm bu deneyimlerin izlerinin sürülebildiği yerdir.

Kapitalizm ve kültürel mantığının öğretisi modernizm doğa ile insanı genellikle birbirinden ayırır.

Kadını / erkekten, çocuğu/ yetişkinden, farklı kültürleri birbirinden, kamusalı / mahremden ayırır.

Bunları tanımlayan mekanlar ve davranışlar arasında da büyük farklılıklar ön görür.

Kadınlar, çocuklar, ilkeller, kabile halkları, öteki inanışın insanları hiçbir şey üretmeyen, ani ve duygusal davranışların insanlarıdır.

Dolayısıyla eğitilmeleri ve kontrol edilmeleri gerekir. Doğa ve onun uzantısı mekana en yakın varlık belki de kadındır.

“Antonia’s Line = Antonia’nın Yazgısı” filminin yönetmeni “Marleen Gorris” bunu sıklıkla vurguluyor; Kendi kendini doğurabilen, doğası gereği üretken olan; ele geçirilmesi ve terbiye edilmesi gereken kadın; kendinden başka bir şey üretmeyen ve işlenmesi gereken doğa; başka bir deyişle yaşam ve kadın.

Bazen karakterler arasında çatışmaya neden olan etkileri bir mekandaki yağmur, fırtına, kar gibi doğal olaylarla güçlendirebilirsiniz.

Bazen mekanlar arasındaki zıtlık da anlatıma yardımcı olur.

Örneğin; karakterlerinizi gürültünün çok yoğun olduğu bir mekandan (kalabalık bir bar, otoyol) sessiz bir mekana çıkarırsanız gürültünün etkisini çok daha yoğun bir şekilde duyumsatırsınız.

Sessiz ve engin mekanlar hayat muhasebesi yapıp, yüzleşmeler için idealdir.

Tren garları, hava alanları, limanlar ayrılıkları betimler.

Kapalı mekanlar genellikle bunalım duygusu yaratır. Kapalı mekanlarda mücadele yetisini kaybetmiş kişiler sırtlarını dönerken, mücadele yetisi olanlar dışarıya ufka bakarlar.

Günümüz filmlerinin ise mekân anlayışı sinema tarihinin alışageldik filmlerinin mekân anlayışından hayli farklıdır. Çizgi romanların, bilim kurgunun sıklıkla işlendiği bu filmlerde fantastik karakterlerin maceraları ve çatışmaları sanat yönetmenlerinin hayalinde gelişerek tasarlanan ve bilgisayar teknolojisinin sunduğu olanaklardan yararlanarak üretilen mekanlarda gerçekleşir.

Aşağıda yer alan değişik film kliplerinde çeşitli mekan örneklerini görebilirsiniz.

Manderlay 2005, Lars Von Trier.

James Bond, 2018

The Sea of Trees 2015, Gus Van Sant.

Red Planet 2000, Antony Hoffman.

Brimstone 2016, Martin Koolhoven.

Emilia Clarke

Emilia Clarke

emilia clarke
Emilia Clarke

 

Emilia Clarke 2017 yılının en popüler yıldızlarından biri…

23 Ekim 1986 da Londra İngiltere’de dünyaya geldi.

Babası Ses Mühendisi, annesi ise bir iş kadınıydı.

Bir gün annesi üç yaşındaki Emilia’yı babasının görev aldığı” Show Boat” oyununu izlemek üzere tiyatroya götürdü ve küçül Emilia daha henüz o yaşta bir oyuncu olmaya karar verdi.

Bazı okul piyeslerinde yer aldıktan sonra 2010 yılında Paul Bettany, Pierce Brosnan, Colin Firth gibi ünlü isimlerin de eğitim aldığı  İngilterenin en prestijli drama okulu olan London Drama Centre’dan mezun oldu. Bir süre barmenlik, garsonluk, çağrı merkezi operatörlüğü vs gibi altı yedi farklı işte çalıştı.

Emilia Clarke 2011 yılında Pilot çekiminden sonra diziyi terk eden Tamzin Merchant’ın yerine “Game of Thrones-Taht Oyunları” dizisinde Daenerys Targaryen rolünü kaptı ve şöhreti yakaladı.

Bu rol ona 2011 Emmy ödüllerinde Drama dalında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü de getirdi.

1 metre 57 cm boyunda yani pek uzun boylu sayılmaz.

En büyük özelliği gözleri; iris tabakasının etrafında biri gri mavi, diğeri kahverengi iki halka var.

Parlak beyaz tenli, solgun ve son derce kırılgan görünümlü.

Arnold Schwarzenegger ve Simpsons dizisi hayranı.

 

[metaslider id=2077]

Sofia Coppola’ya Göre 21. Yüzyılın En İyi Filmleri

Sofia Coppola ve 21. Yüzyılın En İyi Filmleri

 

Sofia Coppola
Sofia Coppola

 

Sofia Carmina Coppola

Oyuncu, yazar, yönetmen, yapımcı ve moda tasarımcısı Sofia Carmina Coppola ünlü yönetmen Francis Ford Coppola ve Eleanor Coppola’nın kızları olarak 14 mayıs 1971 de New York’da dünyaya geldi.

Hollywood’un en ünlü hanedanlarından (ünlü babasının yanı sıra Carmine Coppola büyük babası, Nicolas Cage, Jason Schwartzman ve Robert Schwartzman kuzenleri, Rocky’nin sevgili karısı Adrian karakteri ile hafızalarımıza kazınan aktrist Talia Shire halasıdır) birine mensup olmasına rağmen kendi yolunu kendi çizmeyi başarmayı bilen nadir isimlerden biridir.

Sofia Coppola ve Zengin Kariyeri

24 filmde oyuncu olarak yer alan Sofia Coppola  bunun yanı sıra 11 filmde yazarlık, 12 filmde yapımcılık ve yönetmenlik yapmıştır.

2004 yılında yönetmenlik dalında Oscar ödülüne aday gösterilen ilk Amerikalı kadın olmuş her ne kadar yönetmenlik Oscar’ını evine götüremediyse de aynı filmle (Lost in Translation – Bir Konuşabilse) En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar ödülünü kazanmıştır.

Böylece Coppola ailesi – Carmine Coppola, Francis Ford Coppola ve Nicolas Cage – Huston ailesinden sonra – Anjelica HustonJohn Huston ve Walter Huston– Hollywood’un ikinci Oscar ödüllü ailesi olmayı başarmıştır.

Sofia Coppola kadın konularına tutkundur

İkinci kısa filmi olan 1998 yapımı “Lick the Star” dan beri filmlerinde hep kadınları anlatır.

2017 yılı Cannes Film Festivalinde ona En İyi Yönetmen ödülünü getiren “Beguiled – Kadın Affetmez”   filminde de  – Türkçe adından da anlaşılabileceği gibi – Amerikan İç Savaşı sırasında Virjinya’daki bir kız okuluna sığınan yaralı bir askerin yaşadıkları üzerinden yine kadınlar arası ilişkileri işlemiştir.

Alışılmışın dışında bir kişiliği olan Sofia Coppola’nın 21. Yüzyılın En İyi Filmleri listesi de hayli ilginç; yıllara göre sıraladığımız aşağıdaki bu liste belki de ilk kez ismini duyduğumuz bazı yönetmenlerin bağımsız filmlerini ve Fatih Akın’ın “Duvara Karşı” filmini de kapsıyor.

Together – Birlikte (2001) , Lukas Moodysson

The Incredibles – İnanılmaz Aile (2004),  Brad Bird

Grizzly Man – Ayı Adam (2005),  Werner Herzog

Head-On – Duvara Karşı (2005), Fatih Akin

The Savages – Savages Ailesi (2007), Tamara Jenkins

The White Ribbon – Beyaz Kurdele (2009), Michael Haneke

Fish Tank  – Akvaryum (2009),  Andrea Arnold

Ida –  Ida (2014),  Pawel Pawlikowski

Under the Skin – Derinin Altında (2014), Jonathan Glazer

Force Majeure – Turist (2014), Ruben Östlund

Daddy’s Home (2015),  Sean Anders

Ex Machina (2015),  Alex Garland

Kaynakça: www.imdb.com

[metaslider id=1976]

 

Oyunculukta Biyomekanik Yöntem

Oyunculukta Biyomekanik Yöntem

 

oyunculukta biyomekanik yöntem2
Oyuncu Egzersizi

 

Oyunculukta Biyomekanik Yöntem, aktör ve yönetmen Vsevolod Meyerhold’un Pavlov’un koşullu tepke kuramı ile Taylorculuğun etkisi altında ortaya attığı, mekanikliğe ve ekonomikliğe dayalı oyunculuk yöntemidir.

Rus Devriminden sonra çalışma tekniklerini oyunculuk teknikleriyle bağdaştırma ve “proleter oyunculuk” yöntemini kurma amacından doğan Biyomekanik Yöntem, oyuncunun işçinin çalışma düzenine koşut bir devinim içinde olmasını, burjuva oyunculukta rastlanan “fazla” hareketlerden arınmasını, “çalışma davranışı” nın yakalanmasını, düşüncenin uyarımla yorumlandıktan sonra gövdeye uygulanmasını, iç tonlamanın bu yolla ortaya çıkarılmasını istiyordu.

Oyunculukta Biyomekanik Yöntem’ de;

Anlatımda ekonomiklik, devinimlerde kesinlik gerekiyordu; zira, oyuncunun devinimi, uzayda plastik biçimlerin devinimi olduğundan, oyuncu kendi gövdesinin mekaniğini çok iyi bilmeliydi.

Deneyimli bir işçiyi izlediğimizde hareketlerinde şunlar gözlenir;

  •       Gereksiz hareketlerin yokluğu,
  •       Belli bir ritim,
  •       Ağırlık merkezinin sürekli bilincinde olma,
  •       İkircim göstermeme.

Bu temeller üzerine kurulmuş hareketlerde hiçbir kararsızlık yoktur. Dansı hatırlatır.

Konstrüktivizm (yapısalcılık), sanatçının aynı zamanda mühendis olmasını da zorunlu kılmıştır. Meyerhold’a göre sanat, bilimsel temellere dayanmalı ve sanatçının her yaratımı bilinçli olmalıdır. Oyuncunun sanatı malzemesini düzenlemesine dayanır ve oyuncu bedeninin tüm anlatım olanaklarının bilincinde olmalıdır.

Düzenleyen ve düzenlenen, ya da sanatçı ve malzemesi arasındaki sentez oyuncuda gerçekleşir.

Oyuncu formülü ise şöyle ifade edilebilir:

N=A1+A2

N-Oyuncu

A1-Tasarımı Yapan

A2-Tasarımı Yorumlayan (oyuncunun bedeni)

Uzam içerisinde plastik biçimler yaratmak olarak özetlenebilecek oyunculuk yaratımı, oyuncunun beden mekaniğini incelemesini zorunlu kılar. Bu onun için gereklidir çünkü, özellikle canlı bir organizmada, bir kuvvetin kendini ifade etme biçimi tek bir mekanik yasasına bağlıdır. Belki de en büyük gereklilik biyomekanik yasalarının herkesçe bilinmesidir.

Sanat, bilimsel temellere oturtularak oyuncunun hareketleri bilinçli bir süreci oluşturmalıydı. Her psişik durum, belli fizyolojik süreçlerle uyarıldığından, oyuncu kendi doğru fiziksel durumunu kendisini bulgulamalıydı; böylece denetlenmiş fiziksel durum, duyguları doğuracaktır.

Oyunculukta Biyomekanik Yöntemde uygulanan ve iç tekniği geriye iterek dış tekniği öne çıkaran bu oyunculuk yöntemi, konstrüktivist oyunculuğa ve sahne düzenine karşılık gelen bir yöntem olmuştur. Böylece, Meyerhold Stanislavski’nin temsili sunuma dayalı oyunculuğunun aksine göstermeye dayalı bir oyunculuk stilini savunur. Bir oyuncunun içerden bir karakter yaratmasının öneren Stanislavski yönteminin tam karşıtıdır; ona göre oyuncu önce dışsal hareketlerini kullanmalıdır.

Meyerhold’un yaklaşımı izleyicinin oyuncunun bedeni üzerinden olayları izlediği bir teknik yaratmaktı. Sahne dekorunu ve diyalogları önemsemeden aksesuarlarla bütünleşmiş oyuncu bedeninin ve hareketlerinin, oyunun en önemli öğesi haline sokmayı ilke edinen bir tiyatro yaratmak istiyordu.

Ona göre her hareket önemlidir, kesin ve bilinçli olmalıdır, fazladan gereksiz hareketlere yer yoktur ( proleter bir işçi gibi)

Oyunculukta Biyomekanik Yöntemi uygulayan bir oyuncu;

  • Harekete hazırlanır,
  • Zihin ile beden  senkronize edilir,
  • Hareket başlar,
  • Tepkiler alınır.
Bir Biyomekanik oyuncunun yetenekleri;
  • Kesinlik,
  • Denge,
  • Koordinasyon,
  • Etkinlik,
  • Duyarlık,
  • Disiplin ve oyunculuğa bağlılık,

olarak sıralanabilir…

Meyerhold’un egzersizlerinde sıklıkla mask kullanılır. Makyaj, peruk, şapka, eşarp, fular, gözlük ve özellikle Commedia della’arte maskları vs gibi aksesuarlar oyuncunun tiyatronun paradoksal doğasının keşfinde yardımcılarıdır.

Aşağıda belirtilen Oyunculukta Biyomekanik Yöntem egzersizi herhangi bir maske ile uygulanabilir;

  • Her açıdan kendinizi inceleyin,
  • Jest, mimik ve hareketlerinizi keşfedin,
  • İçinde bulunduğunuz mekanı en derin köşesine kadar algılayın,
  • Tüm pencereleri ve işlevlerini inceleyin,
  • Tüm iskemleleri ve işlevlerini inceleyin,
  • Mekana girip çıkın,
  • Mekanda kendinizi evinizde hissedebileceğiniz bir köşe bulun…

 

oyunculukta biyomekanik yöntem3
Groteks

 

Oyunculukta Biyomekanik Yöntem’in babası Meyerhold adeta Groteks’e aşıktı; bir oyuncunun izleyiciyi bir durum ve anlayıştan başka bir durum ve anlayışa geçirmesinin en etkin yolunun zıtlıklar olduğuna inanırdı. İzleyiciyi beklenmedikle şaşırtarak, rahatsız etmenin oyuncunun performansını algılamasını sağladığını defalarca ifade etmiştir.

Meyerhold’a göre Groteks ögeler aşağıdaki şekilde izole edilebilirlerdi;

  • Groteks karşıtları karıştırır; trajedi ve komedi, yaşam ve ölüm, güzel ve çirkin,
  • Algılara meydan okur,
  • Aykırılıkları över,
  • Yaradılıştan yaramaz ve hatta şeytansıdır,
  • Farklı ve olanaksız olan kaynaklardan beslenir,
  • Sürekli menedilmiş bir dokunuşu taşır,
  • Doğal olanı doğa dışı bir konuma genişletir ve stilize eder,
  • Gizem ve fanteziyi açığa çıkarır,
  • Eşyalara, objelere, manzaralara ve atmosfere sürekli şekil değiştirtir.

Meyerhold’un tiyatrosu,

  1. Illüzyonistik ve Naturalistik olmayan,
  2. Stilistik,
  3. Ritm ve müziğin kullanıldığı,
  4. Maskelerin oyuncu bedeninin ayrılmaz parçası olduğu,
  5. Groteks,
  6. Biomekanik,
  7. Robotik,
  8. Chaplin tarzı bir sinematografik kurgu ürünü sahnelerin yer aldığı bir tiyatrodur.

Meyerhold’un çalışmaları 1939 yılı Hazıran ayına kadar devam etti  1939 yılında Leningrad’da Pushkin’in eseri Boris Godunov’u  Prokofiev’in müziği eşliğinde sahnelemeye hazırlanırken İngiltere ve Japonya adına casusluk yapma iddiası ile tevkif edildi. Temmuz ayında ise eşi aktris Zinaida Reich Moskovadaki apartmanında bıçaklanarak öldürüldü.

Meyerhold da 1940 yılında idam mangası tarafından infaz edildi.

Stalin döneminin ardından 1955 yılında adı temize çıkarıldı ve 2000 yılında basılan posta pullarında Stanislavski ile birlikte portreleri yer aldı.

Meyerhold Egzersizi

Meyerhold egzersizi hançerleme

Not: Bu konu ile ilgili örnek videoları Youtube sinema_ekol hesabımızda bulabilirsiniz.

Kaynakça:

Braun, E. 1995. The Theatre of Meyerhold: Revolution and the Modern Stage. University of Iowa Press.

Hoover, M.J. 1974. Meyerhold: The Arts of Conscious Theatre. University of Massachusetts Press. Mass.

Leiter, S. 1994. The Great Directors. Facts on File Press. New York.

Meyerhold, V. (trans. and ed. By Edward Braun) 1969. Meyerhold on Theatre. Methuen. London.

Marlon Brando ve Gizemli Yaşamı

Marlon Brando

 [metaslider id=1759]

 

 

Marlon Brando 3 Nisan 1924 yılında Omaha, Nebraskada dünyaya geldi.

Şiddetli geçimsizlik yaşayan anne ve babası bir süre sonra boşandılar. Marlon, kız kardeşleri Frannie ve Jocelyn ile birlikte aslen Alman asıllı olan bir oyuncu olan anneleri Dorothy Julia’nın yanında kaldılar.

Aile boşanmanın ardından Kaliforniyaya taşındı. Ardından anne ve babası barıştı ve aile tekrar birleşti.

Marlon Brando’nun kız kardeşleri de oyunculuğa meraklı idiler. Jocelyn Brando, Amerikan Dramatik Sanatlar Akademisin’de okudu. Broadway’ de sahneye çıktı ve  filmlerde ufak roller aldı. Frannie Brando ise New York’a Sanat Okulu’na gitti.

Marlon Brando’nun karakterinde yatan olağan dışı aşırılıkların ipuçları çocukluk yıllarına kadar uzanır.

Rol yapma eylemi, etrafını çevreleyen olumsuz atmosferden kaçmak için ürettiği bir yöntem gibidir. Annesi alkolikti, sık sık yollara düşen bir satıcı olan babası ailesiyle ilgilenmemesinin yanısıra  onlara şiddet uygulamaktan hoşlanıyordu.

Daha henüz yedi yaşındayken çok güzel lehçe taklidi yapar; çünkü babası bundan çok hoşlanmaktadır.

16 yaşındayken girdiği askeri okuldan disiplin sorunu yaşadığı ve sık sık okuldan kaçtığı için atıldı. Bir süre babasının yanında çalıştıktan sonra New York’taki ablasının yanına geldi. New York Brando’nun karmaşık karakterini oluşturduğu şehir olmuştur.

Sık sık sokaklarda yatıp kalkıyor ve gözlem yapıyor, serseriden bankere kadar çevresindeki  tüm insanların davranışlarını inceliyordu. Daha sonra bu gözlemlerini ablasının da devam ettiği ve Stella Adler’in oyunculuk dersi verdiği “New School” da aldığı eğitimle pekiştirdi.

Brando sürekli öğrenmek ve bilmek isteyen bir yapıya sahipti; okulunun da etkisiyle kitaplara gömüldü ve bu tutkusu tüm yaşamı boyunca devam etti; kitap okudu, yeni şeyler öğrenmeye çalıştı.Yeteneklerinin yanısıra onu böylesine büyük bir oyuncu yapan faktörlerden biri de bu tutkusu olsa gerek.

Marlon Brando kariyerinin ilk çıkışını 1944 yılında Broadway sahnesinde yaptı.

“I Remember Mama” isimli oyunda büyük bir başarı yakalamasının ardından tüm yetenek avcıları peşine düştü fakat Brando 7 senelik bir kontratla kimseye bağlanmayı kabul etmediği için bir menajer tarafından temsil edilemedi.

1950 yılında Fred Zinnemann’ın “The Menfilmiyle sinema dünyasına etkili bir giriş yaptı. Bu filmde canlandıracağı rol için  gaziler hastanesinde kalarak uzun süre gözlem yaptığı ve rolü için hazırlandığı söylenir. Marlon Brando’yu “The Men” filmininin ardından “ A Streetcar Named Desire – Arzu Tramvay’ı” filmindeki uzun süre aktörle özdeşlenen ve  babasının kabadayı karakterinin birebir yansıması olan Stanley Kowalski karakterinde izleriz. Film’in 3 Oscar ödülü kazanmasına rağmen Brando’ya beklenen Oscar verilmemiştir.

Daha sonraları “On The Waterfront – Rıhtımlar Üzerinde” ve “God Father – Babafilmleriyle En İyi Erkek Oyuncu dalında iki kez Oscar’ı kazanmasına rağmen 1972 yılı Oscar ödül törenine kendisinin gitmeyip yerine Kızılderili genç bir kızı göndermesinin altında yatan sebeplerden biri de aslında kırılgan bir duygusal yapısı olan aktörün gençliğinde yaşadığı bu hayal kırıklığı olabilir. Marlon Brando, törenin ardından Amerikan hükümetinin ve Hollywood’un Western filmleri yoluyla kızılderililere yyaptığını kabul edemediği için Oscar’ı protesto ettiğini söyledi ve bir gecede Brando efsanesi oluştu.

Marlon Brando oldum olası Oscar Ödül Törenleri ile arası pek iyi olmamıştır;

1953 yılında Shakespeare’in “Julius Caesar” oyunundan uyarlanan filmde Marcus Antonius rolüyle Oscar’a 3. kez aday oldu ama ödülü alamadı.

O zamanlar Hollywood Brando’ya karşı çok sert bir tutum takınmıştı. Eleştirmenlerin onu dönemin en iyi oyuncusu olarak göstermesi ve filmlerinin gişe başarısına rağmen ödül alamaması büyük yankı uyandırıyordu.

Fakat Marlon Brando yine umursamaz tavrını takınarak  arkadaşlarına: “Eğer film stüdyoları, yerleri silmem için de aynı parayı verseydi, oyunculuk yerine yerleri silmeyi tercih ederdim.” demiştir.

1955 yılında yapılan 27. ödül töreninde sürekli çiklet çiğnemiş ve aktris Bette Davis En İyi Erkek Oyuncu ödülünü açıklamak için sahneye çıktığında çiğnemesini durdurmuş, adı anons edilince ağzından çikleti çıkararak cebine koymuş ve ödülü almak için sahneye yönelmiştir.

“The Wild One – Kanlı Hücum” filminde oynadığı motosikletli, blucinli, deri montlu Johnny Strabler karakteri dönemin bir idolü haline geldi ve gençlerin büyük çoğunluğu onu taklit etti.

1952 yılında ise Broadway yıllarında tanıştığı Elia Kazan’ın “Viva Zapata! – Yaşasın Zapata!” filminde Meksikalı devrimci rolünü üstlenmiştir. Oynadığı bu rolle büyük beğeni topladı ve Oscar’a yine aday oldu

1954 yılına gelindiğinde ise Elia Kazan’ın yönettiği “On The Waterfront – Rıhtımlar Üzerinde” filminde ki Terry Malloy rolüyle sinema tarihinin unutulmaz performanslarından birine imza attı. Oscar’a En İyi Erkek Oyuncu” dalında üst üste 4. kez aday olan Brando, bu rolüyle en sonunda Oscar’ı aldı. Oynadığı rolü adeta yaşayan, karaktere verdiği gerçekçiliğiyle birçok kişiye göre sinema tarihinin en iyi oyunculuk performansını sergileyen Marlon Brando için filmin yönetmeni Elia Kazan “Sinema tarihinde bundan daha iyi bir oyunculuk performansı var mı bilmiyorum” yorumunu yapmıştır. Bu rolüyle neredeyse almadık ödül bırakmadı.

Elia Kazan Brando’nun çağdaşı ve ondan sonra gelecek nesil olmak üzere iki jenerasyonu mahvettiğini söyler. Kazan’a göre Brando hiç bir zaman bir Metot oyuncusu olmamıştır. O da oyunculuğunda bir metot uygular ama bu Adler’in öğrettiği Metot değil, kendi dehasının ürünü kendi metodudur. Böylece bilinen Metot oyunculuğu öğretisini uygulayarak Brando’yu taklit etmeye çalışan tüm genç oyuncular başarısız olmuştur.

Marlon Brando’nun kariyeri 50’li yılların sonundan itibaren iniş dönemine geçti.

Oyunculuk açısından başarılı ama gişe başarısı yakalayamayan filmlerde oynadı.

The Fugitive Kind – Kaçak Türden (1960), One Eyed Jacks – Ask ve intikam (1961), Mutiny on the Bounty – Denizde İsyan (1962), The Ugly American – Çirkin Amerikalı (1963), Chase- Kaçaklar (1966), Batida Vuruşanlar (1966) ve Reflections in A Golden Eye – Parıltılı Gözler (1967). gişede başarısız olan filmleri oldu.

1961 yılında çekilen “One-Eyed Jack” filmi ilk ve tek yönettiği filmdir. Film her ne kadar beğenildi ve gişe de iş yaptıysa da çekim o kadar uzamış ve yapım maliyeti o kadar yükselmişti ki getirisi gideri karşılayamadı. Brando, son derece başarılı bir oyuncu olmasına rağmen insan yönetimi, ekip çalışması ve organizasyon yönünden de o kadar zayıftı. Bir türlü bitmeyen film, stüdyo tarafından zorla Brandonun elinden alındı ve kurgu odasında tamamlandı ki Brando kurgu odasından da çok sıkılmıştı.

60’lı yıllar Marlon Brando’nun politik tutumunun ve aktifliğinin zirve yaptığı yıllardır. Amerikan Yerlilerinin ve siyahilerin haklarının savuncusu olmuştur. Southern Christian Leadership Conference’ın 1963 martındaki yürüyüşüne ve  Black Panther – Siyah Panterlerin 1968 yılındaki yürüyüşüne katılması ona fazla hayran kazandırmaz, aksine kaybettirir. Özellikle Amerika’nın Güney eyaletlerinde Brando’ya karşı gizli bir ambargo başlar, dağıtım zincirleri filmlerini dağıtmaz ve göstermez.

Marlon Brando, sıkıntılarla geçen 60’lı yıllardan sonra maddi anlamda zor günler geçiriyordu. “The Godfather – Baba” filminin yönetmeni Francis Ford Coppola aktörle ilk temasa geçtiğinde Brando Mafya’yı yüceltmek istemediği için bu rolü kabul etmemiş fakat daha sonra maddi sorunlarının da etkisiyle evet demiştir. “Baba” filmindeki “Don Vito Corleone” rolü ona kuşaklar boyunca unutulmayacak bir prestiji de beraberinde getirdi. Birçok sinema eleştirmenlerine göre “tüm zamanların en iyi oyunculuk performansı” nı gösteren Brando, taraflı tarafsız herkesin büyük beğenisini kazandı ve o sene 2. Oscar’ını aldı.

The Godfather’dan sonra belki de çektiği en erotik film olan “Last Tango in Paris – Pariste Son Tango” ona yeni bir  Oscar adaylığı getirdi..

1970’li yılların sonlarına doğru küçük rollerde oynadı.

”Superman” filmindeki 10 dakikalık Cameo rolü için astronomik ücret talep etti ve istediği ücreti de aldı. Sadece 2 haftalık çekimler için 11.25 milyon dolar alarak bir rekora imza attı.

“Apocalypse Now – Kıyamet” filminin yönetmeni Francis Ford Coppola  sadece 20 dakikalık rolü olan karakterine (filmin ilham aldığı romanda Kurtz malarya hastalığından dolayı çok zayıf, adeta bir çocuk görünümündeymiş) uyum sağlayabilmesi için kilo vermesini istemiş ve Brando kabul etmiş. Astronomik ücretininin bir kısmını önceden almış olan 52 yaşındaki Brando Filipinlerdeki sete geldiğinde hiç kilo vermediği aksine aldığı görülünce görüntü yönetmeni Vittorio Storaro aktörün sahnelerinin çoğunu gölgede çekmek zorunda kalmış.

Marlon Brando’nun psikolojik yapısında oluşan morluk ve berelenmeler onun tüm yaşamını etkilemiştir.

Uzun yıllar bunları tamir etmeye çalıştığını söyleyen aktör sık sık “bir yetimhaneye düşse idim daha sağlam bir birey olarak yetişirdim” der.

Kariyeri boyunca Hollywood ve otorite ile bir türlü barışamayan Brando’nun kendisi de bir cins Oedipus kompleksi taşıdığını itiraf eder. Oedipus kompleksi Sophocles’in meşhur “Oedipus Tragedyası”ndaki, annesiyle evlenen Oedipus’un dramında olduğu gibi, adını eski mitolojik öykülerden alır. Freud’a göre 4-5 yaş arasındaki erkek çocuklarda babayı kendine rakip olarak görme ve annenin gözdesi olma şeklindeki davranış tarzını belirtmek için kullanılmıştır.

Marilyn Monroe’ye göre gelmiş geçmiş en çekici erkek olan Brando kadınları sürekli cezbeder ama onları hep terk eder. Üç kez evlenip boşanır ve üç kadından beş çocuğu olur.

“Kadınları kışkırtarak test ederim; kırılma noktalarına geldiklerinde hemen yalan söylerler” derken bu maço davranışın altında yatan gerçeğin ilgisini beklediği ama mutluluğu içki şişelerinin dibinde arayan alkolik annesine olan güvensizliğin olduğu kesin olsa gerek.

Marlon Brando meditasyon yolu ile hastalıklarını iyileştirebileceğine inanıyordu.

1990 yılında bir operasyon geçirmesi gerektiğinde anestezi istemediğini, sadece bir ağrı kesici iğne ile yetinip meditasyon yolu ile kendini uyutacağını söylemiş. Doktorların bunu kabul etmemesi üzerine doktorların gözü önünde 20’li değerlerin üzerine yükselen tansiyonunu normal değerine meditasyon yaparak düşürmüştür.

Çalkantılı çocukluk yaşamının yanısıra kendi kurduğu ailesi de hayli zor zamanlar geçirmiştir.

80’li yıllardan itibaren yaşadığı ailevi sorunlar sonucu kendini dünyaya kapatan oyuncu neredeyse hiç bir filmde rol almadı. 90’lı yıllar Brando için çok daha sıkıntılı ve yıkıcı yıllar oldu; büyük oğlu kız kardeşinin sevgilisini öldürdü. Bu olaydan sonra Brando’nun kızı intihar etti.

Marlon Brando’nun kaderini tayin eden gerçeklerinden birisi de yeme alışkanlığı olmuştur.

Yaşamını türlü iniş çıkışlarla yaşayan aktörün yeme alışkanlığı da bu yaşama uygun ve alışılmışın dışındaki travmatik karakterinin benzeridir.

Marlon Brando’nun ilk filmi “The Men”in yardımcı oyuncularından Richard Erdman’a göre ünlü aktör bütün gün abur cubur ve bir kutu fıstık ezmesi yiyerek yaşıyormuş.

Uzun süre fit görünümünü koruyan Brando 60’lı yıllardan itibaren kilosunu korumak için şok diyetlere başladı. Fakat bu diyetlerle verdiği kiloları hemen ardından geri alıyordu.

Marlon Brando’nun en büyük sorunu tatlıya aşırı düşkün oluşuydu. Tatlı ihtiyacını dizginlemek için bir günde kilolarca süt içtiği söylenir.

İlerleyen yıllarda diyet yapmaktan tamamiyle vaz geçti ve aşırı yemeğe başladı.

Sabah kahvaltıları çok zengindi; bol mısır gevrekli, salamlı, sosisli, yumurtalı, türlü çeşit peynirli bu kahvaltılar yüzünden ismi “branflakes”e çıkmıştı. Bir diğer rol arkadaşı film çekimlerinde set aralarında 2 biftek, patates, 2 elmalı turta ve süt tükettiğini söylüyordu. Hatta  Brando’ya set ekibi doğum gününde “Umarım Bu Uyar” yazılı hayli uzun bir kemer hediye etmiş.

Brando’nun 6 adet hot-dog’u gecenin bir vakti uyanıp yediği söylentiler arasında…

En garip söylenti ise, 1976 yapımı “Missouri Breaks” filminin çekim aralarında gölde bulunan bir kurbağayı avlayıp ısırdığı ve parçayı içeceğine atıp içtiği söylentisidir…

1980’li yıllara gelindiğinde ise bu kötü yeme alışkanlığı şok diyetlerle alınan kalorileri verememesiyle daha da kötüleşmeye başlar. Ünlü aktörün kız arkadaşları kendisini birer birer terkeder. 80’lerin sonunda 1.75 boyundaki Brando 158 kiloya kadar çıkmıştır. Hayatın sonuna kadar şok diyetler ve kötü yemek yeme alışkanlığını sürdüren Marlon Brando sonunda 70 kilo kadar vermeyi becerir fakat  iç organları zarar gördüğü için sağlık durumu kötüleşir.

Marlon Brando son günlerinde hastalığına rağmen “Big Bug Man” filminde seslendirme yapmayı kabul eder ancak ömrü bu projeyi gerçekleştirmeye yetmez.

Usta oyuncu 1 Temmuz 2004 tarihinde hayatını kaybeder

Ölüm nedeni bir süre gizli tutulan aktörün menajeri Jay Cantor, Marlon Brando’nun akciğer rahatsızlığı nedeniyle vefat ettiğini söylemiştir. Cenazesi kendi isteği üzerine yakılır ve külleri Haitideki adasının çevresine serpilir.

Marlon Brando derki…

 

 

viva zapata
V,iva Zapata! – Yaşasın Zapata!

 

John Wayne’in filmlerini izlemekten her zaman hoşlandım ta ki bir grup kızılderili ile konuşana kadar; o zaman bu filmlerin – bir çok Hollywood yapımı gibi – ne kadar hasar verici ve  yıkıcı olduklarını anladım.

Marlon Brando

Resim: “Viva Zapata!” filminden bir kare

Metodun oluşum ve gelişimi

Metodun oluşum ve gelişimi; Stella Adler.

Metodun oluşum ve gelişiminde rol oynayan öneml iismlerin başında gelen Stella Adler oyunculuk sanatında Konstantin Stanislavski‘den bizzat ders alan tek Amerikalı oyuncudur.

Bu eğitime ve Lee Strasberg’in çalışmalarına dayanarak kendi Metodunu geliştirmiştir. Ancak Strasberg’den farklı olarak duygusal geri çağırmaların yanısıra hayal gücünü de kullanır.

“Annem’in ölümünü hatırlayarak bunun üzerine bir rol oluşturmak benim için hastalıklı ve şizofrenik bir yaklaşımdır. Eğer bu oyunculuksa istemem.” der.

Adler’e göre her oyuncu kendi eşsiz içsel deneyimlerinin ötesine geçmek zorundadır.

Marlon Brando’nun oyunculuğunun Strasberg metoduna dayandığı söylenirse de Brando Adler’in öğrencisidir.

Adler’in diğer öğrencileri arasında ise Mark Ruffalo, Robert De Niro , Benicio Del Toro  ve Melanie Griffith gibi isimler sayılabilir.

 

Metodun oluşum ve gelişimi
Mark Buffalo

Metodun oluşum ve gelişimi; Lee Strasberg.

Kendisi de bir aktör olan Strasberg’in metodu da Moskova Sanat Tiyatrosun’dan ve tabii ki Stanislavski’den ilham alır. Oyuncuları, karakterlerinin duygusal dünyasını daha derinden anlamaya ve bu dünyaya daha derin bağlantılar kurmaya çalışırken kendi içsel duygusal deneyimleri ile bütünleştirmeye teşvik eder.

1982 yılında ölümüne kadar bir çok ünlü oyuncuyu eğitmiştir.  James Dean, Ellen Burstyn, Paul Newman, Al Pacino, George Peppard, Marilyn Monroe, Julie Harris, Dustin Hoffman, Jane Fonda, Mickey Rourke gibi ikonik oyuncular Strasberg‘in öğrencisidir.

Angelina Jolie, Scarlett Johansson ve Steve Buscemi gibi isimler de onun metodundan ilham almışlardır.

 

Metodun oluşum ve gelişimi
Dustin Hoffman

Metodun oluşum ve gelişimi ; Sanford Meisner.

Meisner kendine has metodunu 1930’lu yıllarda The Group Theatre’da Lee Strasberg ve Stella Adler ile birlikte yaptığı çalışmalarla geliştirmiştir.

Meisner, oyunculara “belli hayal ürünü durumlar altında doğru bir şekilde yaşamayı” öğretir. Bu teknikte her şeyden önce açıklık, dürüstlük ve karşısındakini dinleme önem taşır.

Hayli pratik bir metoddur. Ünlü tekrar alıştırmasında karşılıklı oturan iki oyuncu birbirlerine söylediklerine açık ve dürüst cevaplar verir ve sohbet gelişerek devam eder.

Meisner 1935 yılında New York Üniversitesinin Neighborhood Playhouse bölümüne katıldı ve kendi organik tekniği ile aralarında Robert Duvall, Grace Kelly, Gregory Peck ve Diane Keaton  gibi isimlerinde yer aldığı yüzlerce öğrenci yetiştirdi.

 

Metodun oluşum ve gelişimi
Diane Keaton

Metodun oluşum ve gelişimi; Michael Chekhov.

Anton Chekhov’un yeğeni ve Stanislavski’nin yıldız öğrencisi Michael Chekhov Rusyada yaşadığı sürgün döneminin ardından 1920’li yıllarda Avrupa ve Amerikaya geldi.

Chekhov beden, zihin ve duyuların bilincinde olmanın önemli olduğu psikofiziksel oyunculuk yönteminin öncülüğünü yapmıştır.

Clint Eastwood, Anthony Hopkins, Helen Hunt, ve Jack Nicholson Chekhov Tekniği ile eğitilen oyunculardır.

Metodun oluşum ve gelişimi
Clint eastwood
RSS
Follow by Email