Gone With The Wind

Gone with the Wind – Rüzgar Gibi Geçti  1939

Yönetmen: Victor Fleming,

Senaryo: Sidney Howard,

Görüntü: Ernest Haller, Ray Rennahan.

Müzik: Max Steiner.

Oyuncular: Vivian Leigh, Clark Gable, Olivia de Havilland, Leslie Howard, Barbar O’neill, Thomas Mitchell, Butterfly McQueen, Ann Rutheford, Victor Jory

Süre: 220 dakika

Menşe: ABD 

Gone With The Wind, Atlanta’lı kadın yazar Margareth Mitchell’ in yine aynı isimli tek romanının uyarlaması olan bu film Hollywood yapımcısı David O’Selznick’in en ünlü projesi ve uyguladığı reklam kampanyaları ile de tam bir yapımcılık başarısıdır.

Kitabın filme alınacağının söylendiği ilk andan itibaren Amerika’da büyük bir heyecan yaratmış olan bu projede artık bir halk kahramanı haline dönüşen Rhett Butler ve Scarlett O’Hara’yı kimlerin canlandıracağı büyük merak uyandırmıştır. Daha sonraları halkın baskısı ile Rhett karakteri için Clark Gable tartışmasız bir isim haline gelmişse de Scarlett bir türlü seçilememiştir.

Bu rol için bir yandan Lucille Ball, Joan Bennett, Claudette Colbert, Bette Davis gibi ünlü isimler tartışılırken bir yandan da ülke çapında yarışmalar tertiplenmiştir. Son dakikada, hatta filmin bazı sahneleri çekilirken, Sir Laurence Olivier’in eşi şöhretini tiyatroda yapmış bir İngiliz aktrist olan Vivien Liegh’in seçimi bomba etkisi yaratmıştır.

Hikaye  Kuzey – Güney arasındaki güç paylaşımının sonucu çıkan Amerikan iç savaşının oluşturduğu fon çerçevesinde geçen bir aşk hikayesi olarak aynı zamanda o dönem Amerikan sinemasının romantik – duygusal örneğini temsil eder.

Zaten daha romanda oluşturulan baş erkek ve kadın karakterleri alışılmışın dışında kişiliklerdir. Bencil, maceracı, para ve kadın düşkünü Rhett neredeyse bir anti-kahramandır.

Scarlett ise genç, güzel, kendini beğenmiş ve şımarıktır. Kırılgan ve asil görünümüne rağmen son derece mücadelecidir amacına ulaşmak için her şeyi yapabilir.

Belki de bu karakterler Avrupalı maceracılar tarafından kurulan Amerika Birleşik Devletleri’ ne aslında en uygun kişiliklerdir de diyebiliriz.

Filmin ikincil kahramanları olan Melanie ve Ashley onlardan tamamen farklı, merhametli tüm ahlaki değerleri üzerlerinde taşıyan ama pek de gerçek olmayan karakterlerdir.

Hikaye güneyin tüm zenginliğini de yansıtır. Uçsuz bucaksız pamuk tarlalarının yanı sıra görkemli evlerin ve çok sayıda zenci kölenin  oluşturduğu Tara ve 12 Meşeler çiftlikleri filmin diğer karakterleridir sanki.

Bir yandan da vazgeçilemez mülkiyet olgusunun anlatıldığı filmde Scarlett’in tüm mücadeleleri aslında Tara’yı kaybetmemek için verilir.

Gerçek bir aşk ve savaş destanı olan bu film sinema tarihinin en çok izlenen filmi olma özelliğini de taşır.

 

[metaslider id=”2811″]

 

 

Yurttaş Kane Filmi ve Görüntü Yönetmeni Gregg Toland

Yurttaş Kane Filmi, şimdiye kadar yapılmış en önemli filmlerden biri olma özelliğini taşıyan bir yapıt. Günümüzden yaklaşık 77 sene önce çekilmesine ragmen modern filmlere – “Star Wars”, “Birdman”, “Renevant” –  ve Robert Altman gibi sinemacılara, ilham vermiş ve vermeye devam ediyor.

Yurttaş Kane Filmi’nin bu benzersiz özelliği konusu yanısıra (belki de konusundan daha fazla) uygulanan sinematografik anlatımda yatıyor.

Günümüzde de kullanılan ve o dönem için bir devrim sayılabilecek birçok anlatım tekniği, Orson Welles’in dehasının eseri olduğu gibi filmin görüntü Yönetmeni  Gregg Toland’ ın da eseri.

Gregg Tolland 1904 yılında dünyaya geldi. Orson Welles fotoğrafçılık hakkında bildiği her şeyi Gregg Toland’dan öğrendiğini söylemiş. Gerçekten bu ikili Yurttaş Kane Filmi’ni çekmeden önce bir hafta süreyle Welles’in evinde görüntüleme teknikleri – objektifler, kamera hareketleri, aydınlatma vs – üzerinde çalışmışlar.

Welles tüm kariyeri boyunca Toland’dan övgü ile bahsederek; çalıştığı en mükemmel ve hzılı kameraman olduğunu vurgulamış.

Filmin jeneriğinde kendi adının altına Tolland’ın da adını yazarak onu onurlandırmayı ihmal etmemiş.

 

yurttaş kane filmi3
Yurttaş Kane Jenerik

 

Tolland’ın filmografisinde çoğu Oscar’a aday olan; Les Misérables – Sefiller (1935), Çıkmaz Sokak (1937), Ölmeyen Aşk (1939), Gazap Üzümleri (1940), The Long Voyage Home – Eve Yolculuk (1940), Yurttas Kane (1941), The Little Foxes – Küçük Tilkiler (1941), Bir Meleğin Aşkı (1947) gibi filmler yer alıyor.

Welles ne kadar büyük bir dahi ise, Gregg Toland Welles’in kafasındaki fikirleri görüntüye dönüştürmek açısından o kadar dahidir.

Eğer Orson Welles görüntü yönetmeni olarak başka bir isimle çalışsaydı belki de karşımızda başka bir film olacaktı.

Yurttaş Kane Filmin’de kullanılan görüntüleme tekniklerini kısaca şöyle sıralayabiliriz;

  • Subjektif – Öznel kamera bakış açısı.
  • Geniş açılı ve dar açıklıklı bir objektifle elde edilen Alan Derinliği çok yüksek sahneler (aynı karede ön, orta ve arka plan net) sayesinde seyircinin ilgisini kamera hareketleri ve karakterin çerçeve içindeki hareketleri yardımı ile istenen noktaya yönlendirmek
  • Alışılagelmişin dışında bir aydınlatma tekniği; geri plandan yapılan yüksek kontrastlı aydınlatma, Alman dışa vurumcu geleneğin eseri olan ‘Film Noire – Kara Filmler’de uygulanan düşük anahtar ışıklı aydınlatma.
  • Görüntü karesinde tavanı da görecek şekilde (setlerde tavan olması gerektiğini hatırlatırcasına ki “Citizen Kane” de kullanılan tavanlar kumaştan yapılmış ve oyuncuların tam tepesine mikrofonlar yerleştirilmiş, – yani boom mikrofonlar yerine!) alt açıdan yapılan çekimler.
  • Karmaşık kamera hareketleri
  • Yakın plan yüz çekimleri.
  • Düz anlatım yerine flash-back ve flash- forwardlarla yapılan girişik anlatım.
  • Aksiyonu takip eden kesintisiz, uzun süreli çekimler. Oyuncuyu takip eden çekimler (o dönemde Steadicam gibi görüntü sabitliğini sağlayan taşınabilir aksesuarların olmadığını hatırlayalım ve “Birdman”  filminin benzer çekimlerini düşünelim!).
  • Orson Welles şöhretini radyoda ünlü “War of the Worlds – Dünyalar Savaşı” yayını ile yapan bir sanatçıydı. İyi bir kulağı vardı ve her türlü yeniliğe açıktı;
  • Citizen Kane filminin ses tasarımı da dönemine göre devrimci bir nitelik taşıyordu; diyaloglar birbirinin üstüne düşüyor ve karakterlerden birinin diyalogu bitmeden diğerinin diyalogu başlıyordu. Buna ilave olarak sahneler arasındaki bağlantı ya ses efektleri ile ya da devam eden diyaloglarla sağlanıyordu.

Kısaca belirmek gerekirsa Citizen Kane filmi hala geçmiş ve günümüzde yer alan hayli geniş bir yelpazedeki sinemacılara ilham verebilecek bir el kitabı olma özelliğini taşımaya devam ediyor.

 

[metaslider id=”2794″]

 

 

 

 

 

 

 

Bertrand Bonello 2018 Cannes Film Festivalinde Kısa Film Jürisinde

Fransız Film Yapımcısı Bertrand Bonello 8 Mayıs 2018 de başlayıp, 19 Mayıs 2018 de bitecek olan 71. Cannes Film Festivalinde Cinéfondation ve kısa film jürilerinde yer alıyor.

Bonello kısa film yapımcılarından beklentilerini ise şöyle açıklıyor;

Henüz tanınmayan genç filmcilerden ne bekleriz? Bakmadıklarımıza bakmamızı ve görmediklerimiz  görebilmemizi sağlamalarını isteriz. Çünkü onlar henüz özgür ve cür’etkârdır; söylemek istediklerini hiç çekinmeden acımasızca ve bizim bir zamanlar sahip olduğumuz ama şimdi sahip olamadığımız küstahlıkla ifade edebilirler.

Cinéfondation 20 senedir bu özgür seslerin duyulabilmesi için uğraş veriyor ve ben bu uğraşın bu sene bir parçası olabildiğim için son derece gururluyum.

French Filmmaker Bertrand Bonello will chair the Cinéfondation and short films Jury in the occasion of the 71rst edition of the Festival de Cannes from May 8 to 19 May 2018.

“What do we expect from youth, unknown filmmakers, first films? Let them shove us, let them make us look at what we are not capable of seeing, that they have the freedom, the edge, the recklessness and the audacity that sometimes we no longer have. The Cinéfondation has been working for 20 years to make these voices heard and I am extremely proud of being able to accompany them this year.

Orson Welles diyor ki…

İnsan yalnız doğar, yalnız yaşar ve yalnız ölür. Sadece aşk ve dostluk bize bir an için bu alemde yalnız olmadığımız duygusunu verebilir.

We’re born alone, we live alone, we die alone. Only through our love and friendship can we create the illusion for the moment that we’re not alone.
Orson Welles

Işık ve Renkli Objeler

Işık enerjinin özel bir şeklidir ve daima bir cisim tarafından yayınlanır.

Işık veren bu cisme “Işık Kaynağı” adı verilir.

Işık uzayda bir dalga hareketiyle doğrusal olarak yayılır.

Maddi bir cisme gereksinim duymaz ve boşlukta da yayılabilir.

Basit bir cam prizma kullanarak da beyaz ışıktan renkli bir tayf elde etmek mümkündür. Prizmadan geçen beyaz ışık kendini meydana getiren bileşen renklerine ayrılır.

ışık6
Prizma ve Tayf

Dalga boylarına göre sıralanmış bir aradaki radyasyonlara “Spektrum = Tayf” adı verilir. İnsan gözü bu tayfın ancak belirli bir bölgesine duyarlıdır.

Bu bölge 380nm – 760nm (nm = nanometre, bir uzunluk ölçü birimi) arasında olan Radyasyonların karşılığıdır.

ışık7
Görünebilen Spektrum (Tayf)

Bu spektrum bölgesinde doğadaki renkler sıralı olarak kolayca ayırt edilebilir. Mor       Mavi     Yeşil    Sarı   Oranj   Kırmızı 

 Renk görme duyusu gözün ışığın değişik dalga boylarına verdiği cevaptır. Bir görsel algılama olan renk görme duyusunun oluşması için üç değişik faktörün bir araya gelmesi gereklidir.

  • Bir ışık kaynağı
  • Bir obje
  • Ve bir gözlemci

Işık bir ışık kaynağından yayılarak bir obje üzerine düştüğünde objeden yansıyarak veya objeden geçerek gözlemcinin gözüne ulaşır.

Beyaz bir tabaka kâğıt üzerine düşen beyaz ışığın dalga boylarının hemen hemen tümü eşit bir şekilde yansır.

Siyah obje üzerine düşen ışığın tümünün emilmesi ile, gri ise tüm dalga boyları azaltılmış olarak eşit şekilde yansıtıldıklarında oluşur.

Renkli katı cisimler beyaz ışığın belirli bir bölgesini emerken belirli bölgesini yansıtırlar. Renkli saydam cisimler ise – filtreler gibi – beyaz ışığın belirli bölgesini geçirdikleri için renkli görünürler. Bir kırmızı filtre yeşil ve mavi ışığı emip, sadece kırmızı ışığı geçirdiği için “kırmızı” görünür.

ışık2
Kırmızı Gül

Bir kırmızı gül beyaz ışığın mavi ve  yeşil bileşenlerini emerek kırmızı’yı  yansıttığı için kırmızı görünür.

ışık1
Sarı Papatya

Bir sarı papatya beyaz ışığın mavi bileşeni’ni emerek yeşil ve kırmızı bileşenlerini  yansıtır. Yeşil ve kırmızı’nın toplamı olarak sarı görünür.

 

ışık3
Kırmızı ve Sarı Laleler

 

Kırmızı laleler içlerindeki boyar madde pigmentleri yardımı ile beyaz ışığın mavi ve yeşil bileşenlerini emerek sadece kırmızı bileşenini yansıtır.

Sarı laleler ise yine içlerinde bulunan boyar madde pigmentleri ile beyaz ışığın sadece mavi bileşenini emerek yeşil ve kırmızı bileşenlerini yansıtırlar ve “yeşil+kırmızı = sarı” rengi verir.

Yeşil yapraklar ise içlerinde bulunan boyar madde pigmentleri (klorofil) yardımı ile beyaz ışığın mavi ve kırmızı bileşenlerini emerek sadece yeşil bileşenini yansıtarak yeşil renkte görünür.

ışık4
Renkli Filtreler

Benzer şekilde bir mavi filtre içinden geçen beyaz ışığın yeşil ve kırmızı bileşenlerini yutarak sadece mavi bileşenini, yeşil filtre mavi ve kırmızı bileşenini yutarak yeşil bileşenini, kırmızı filtre ise mavi ve yeşil bileşenini yutarak kırmızı bileşenini geçirir.

Fotoğrafçılıkta çok çeşitli ışık kaynakları kullanılır. Fotoğrafik malzemeler belirli renk değerlerine göre kalibre edilmişlerdir. Tekrarlanabilen doğru sonuçlar alabilmek ve bir standardizasyon sağlayabilmek için bu malzemeleri pozlandıracak olan ışık kaynaklarının da tanımlanması gerekir.

Bir ışık kaynağını tanımlayabilmek demek verdiği ışığın şiddetini ve renk kalitesini tanımlamak demektir. İşte bu amaçla renk kalitesini belirtmek için Kelvin cinsinden sıcaklık derecesini kullanırız.

Renk sıcaklık derecesi belirli bir ısıya kadar ısıtılan siyah cismin veya mükemmel bir ışık kaynağının Kelvin cinsinden mutlak sıcaklık derecesi olarak ifade edilir.

Burada mükemmel ışık kaynağından kasıt ısıtıldığında kendisi emme yapmadan ürettiği ışınları tamamen yansıtan kaynak demektir. Böyle bir kaynağın verdiği ışık tümüyle ulaştığı ısı derecesi ile orantılıdır.

Renk sıcaklık derecesi birimi “Kelvin” dir.

1K   =   273   +   Santigrad Derece ( C )

Gün Işığı ve yapay ışığın spektral nitelikleri birbirinden farklıdır ve her biri de kendi içinde önemli değişiklikler gösterir.

Gün ışığı 5500K renk sıcaklık derecesine sahipken yapay ışık (tungsten ışığı) 3200K renk sıcaklık derecesine sahiptir.

Renk sıcaklık derecesi arttıkça ışığın rengi turuncudan (sıcak renk) maviye (soğuk renk) doğru değişir

ışık5
Sıcak Renkler   ————————Soğuk renkler

 

 

 

“Yurttaş Kane = Citizen Kane – 1941”

Yurttaş Kane 

Yönetmen: Orson Welles,

Senaryo: Herman J. Mankiewicz, Orson Welles,

Görüntü: Gregg Tolland,

Müzik: Bernard Herrmann,

Oyuncular: Orson Welles, Joseph Cotton, Dorothy Comingore, Ray Collins.

Süre: 119dakika

Menşe: ABD

 

“Yurttaş Kane” filmi Orson Welles’in kişiliğinden dolayı daha çekilmeye başlamadan bir olay haline dönüşmüştür.

1915 yılında Wisconsin de doğan Orson Welles’in babası bir yazar annesi ise piyanistti. Annesi 1923, babası ise 1927 de ölen ve Amerikanın dahi çocuklarından kabul edilen ve daha ziyade kendi kendini yetiştirmiş bir kimliği olan Orson’un  kültürü ilk aile çevresinde ve daha sonraları Avrupa ve ABD de etkileşime girdiği bazı kültürel kurum ve çevrelerce şekillendirildi.

16 yaşında okuldan ayrılıp Dublin Gate Theatre da oyuncu oldu.

19 yaşında ilk tiyatrosunu kurup Shakespear oynayan genç adam, radyo da anlatıma dayalı bazı programlar da yapıyordu. 23 yaşında H.G. Wells’in Dünyalar Savaşı romanından uyarladığı ve radyonun normal yayın akışını keserek verdiği1938 Cadılar Bayramı programı ile Amerikalıları gerçekten Merihli’lerin istilasına uğradıklarına inandırarak ülke çapında panik yarattı.

Daha büyük başarılara imza atmak isteyen Welles Hollywood’a geçerek RKO şirketi ile (kendisine, istediği senaryoyu seçme, istediği bütçe ile çekme ve kurgulama hakkı tanıyan) o döneme göre inanılmaz bir kontrat imzaladı.

Welles in ilk uzun metrajlı filmi olan bu film son derece etkileyici ve güçlü bir kişinin Charles Foster Kane”in  (basın kıralı William Randolph Hearts veya silah kıralı Basil Zaharof’a ait olduğu söylenen) portresini çizer.

Tüm Barok stilizasyonuna, derin odaklanmasına ve karmaşık (sürekli Flash-back’lerle geriye dönülerek) anlatımına rağmen anlatılan daha senaryo aşamasında kurgulanmış bir kişidir.

Film üzerinde ‘girilmez’ yazan Xanadou Şatosu’nun kapısında giren kamera ile başlar ve kamera bizi ölüm döşeğinde yatan adama götürür. Adam son nefesinde elindeki cam topu yere düşürürken ağzından Rose Bud = Gül Koncası sözleri dökülür.

Charles Foster Kane’in ölümünün ardından kişiliği ve yaptıkları hakkında bir haber filmi başlar ve bu film bize onun hayatını özetler.

Daha sonra gazeteci Thompson bu gizemli kişilik ve özellikle son sözleri olan Rose Bud hakkında araştırma yapmak için şatoya gönderilir.

Thompson Kane in hayatında yer alan kişilerle konuşur ve gizemi çözmeye çalışır.

Xanadou Şatosunda yıllar boyu biriken antika mobilyalar, heykeller, tablolar satılmaya veya hayır kurularına bağışlanmaya başlar, bu arada seyirci Kane’ in çocukken bindiği kızağı görür üzerinde Rose Bud yazmaktadır. Kane ölürken çocukluğunu, o dönemdeki saf ve katıksız mutluluğunu hatırlamıştır.

Ne var ki kızağı Thompson göremez ve seyircinin çözdüğü sırrı gazeteci ve dolayısıyla kamu oyu öğrenemeyecektir.

Filmde kullanılan çekim teknikleri, örneğin derin odaklama, daha önce kullanılmışsa da  Welles ve Görüntü Yönetmeni Toland bu teknik ve yöntemleri filmin karmaşık yapısı içinde ustaca birleştirerek yarım yüzyılı aşan bir süredir tartışılan bir film ortaya çıkarmıştır.

Devam edecek…

 

A Short Film About Killing (Kryzstof Keislowski)

Öldürmek Üzerine Kısa Bir Film – Kryzstof Keislowski.

İlk Gösterim: Mart 11, 1988 (Varşova)
Yönetmen: Krzysztof Kieślowski
Görüntü: Sławomir Idziak
Senaryo: Krzysztof Kieślowski, Krzysztof Piesiewicz
Ödüller: Cannes Jury Prize, European Film Award for Best Film,
Oyuncular: Miroslaw Baka, Krzysztof Globisz

 

Özet:

Genç bir adam bindiği taksinin şöförünü öldürür ve mahkeme edilerek ölüm cezasına çarptırılır ve ceza uygulanır. Kieslowski filminde  her iki ölüm tarzının da toplum tarafında kabul edilebilecek bir olgu olmadığını vurgulamaya çalışır; başı taşla ezilen taksi şöfürü yazvaş yavaş ölürken idam öncesinde uygulanan bürokratik işlemlerin uzunluğu da katil gence aynı azabı çektirir

A Short Film About Killing (Kryzstof Keislowski)
Initial release: March 11, 1988 (Warsaw)
Director: Krzysztof Kieślowski
Cinematography: Sławomir Idziak
Screenplay: Krzysztof Kieślowski, Krzysztof Piesiewicz
Awards: Cannes Jury Prize, European Film Award for Best Film.
Cast: Miroslaw Baka, Krzysztof Globisz
Story:

The film is not easy to watch, being the story of a lumpen young man who kills a taxi driver and is caught, brought to trial, condemned to death and executed. Both deaths are dreadful; Kieslowski is clearly trying to tell us that both are morally repugnant. The taxi driver is battered with a stone and dies slowly, while the long-winded bureaucratic precision of the hanging was apparently so horrendous to film that Kieslowski’s team had to break off in the middle.

 

 

Sahne, Çekim, Sekans

Sinema Filminde sahne, çekim, sekans nedir?

Rönesans döneminde Avrupalı ressamların perspektifi keşfetmesi ile iki boyutlu bir ortam olan tuval üzerinde üç boyutlu gerçekliği oldukça doğru bir şekilde resmedebilmek mümkün olmuştu.

Fotoğrafçılık otomatik olarak insan görüşüne benzer tarz da görüntü kaydı yaparak anlık realiteyi daha gerçekçi bir şekilde yakalar.

Fakat sinema bu yanılsamayı bir kademe daha ileri götürerek görüntüleri o anda oluyormuş gibi yansıtır ve biz bu perdeye yansıyan görüntüleri izlerken üç boyutlu gibi algılayarak resimsel uzamla bütünleşiriz.

İşte bu canlandırma işleminde olaylar şekillenirken materyaller değişik fikirler çerçevesinde an be an değerlendirilerek olaylar silsilesi belirli bir devamlılıkla sunulur.

Böylece bir filmi oluşturan çekimler ortaya çıkar.

Bir sinema filmi olayları değişik bakış açılarından resmeden ve sürekli değişen görüntüler dizisidir diyebiliriz.

Sahne: 

Sahne terimi ile oyunun oluşturulduğu yer ve dekor tanımlanır. Film öyküleri bir durumun anlatılmasından, bir çatışmanın gelişimine, oyunu sonuçlandıran bir doruk noktaya doğru sahne sahne gelişen bir yapıya sahiptir.

Tüm sahneleri üç grupta toplayabiliriz;

  • Aksiyonun olmadığı diyaloglu sahneler,
  • Aksiyonun olduğu diyaloglu sahneler,
  • Diyalogsuz aksiyonlu sahneler.

Şüphesiz bunlar basite indirgenmiş durumlardır. Film çekiminde çok daha karmaşık durumlarla karşılaşabiliriz. Oyuncular diyalog halindeyken hareket etmeyebilirler ama içinde bulundukları tren, uçak, otomobil gibi bir araç ve onu izleyen kamera hareketli olabilir.

Oyuncular konuşurlarken hareket ediyorlarsa onları izleyen kamera sabit kalabilir veya hareket edebilir. Ya da bir anlatıcının sesi veya karakterlerin düşünceleri çerçeve içindeki aksiyonlarına eşlik edebilir vs.

Çekim:

Çekim tek bir kamera ile kesintisiz olarak kaydedilen sürekli bir izleme demektir. Çekimin uzunluğu kameranın durdurulmadan pozladığı filmin uzunluğu ile sınırlıdır.

Her çekim bir çevrim’dir.  Çekim kesilmeyen bir akıcılıkta, kendi bütünlüğü içinde veya parçalara ayrıldıktan sonra diğer çekim parçaları ile birleştirilerek kullanılabilir. Sahnelenen olay bütünüyle veya bölümler halinde aynı ya da değişik yerlerden tekrarlanarak çekilebilir.

Aynı dekorda yapılan aynı oyuna ait çekimler tekrar çekimleridir.

Eğer dekor, kamera açısı, kamera objektifi, kamera yeri, veya hareketler değişirse bu artık tekrar çekimi değil yeni bir çekimdir.

Sekans:

Sekans kendi başına bir bütünlük taşıyan sahne veya çekim dizinidir. Bir sekans tek bir çekimden oluşabileceği gibi birden fazla çekimden de oluşabilir. Örneğin oyuncular bir dış dekordan bir iç dekora (evin içine) girdiği zamanda çekim devam edebilir.

Bir sekans bir açılma-kararma ya da zincirleme geçme ile başlayabilir veya bitebilir.

Bu birden fazla sayıdaki sekanslar kurgu eşlemesi ile birbirlerine bağlanarak devamlılık sağlanır ve film oluşturulur.

 

 

“The Big Blue – Le Grand Bleu” – Sinema Tarihinden Filmler

The Big Blue – Le Grand Bleu,i Türkçe adıyla “Derinlik Sarhoşluğu” filmini hatırlayan kaç kişi vardır acaba?

Yunanistan ve Sicilya denizlerinin derinliklerinde çekilen eşsiz  manzaraları ve  Eric Serra, Bill Conti imzası taşıyan 80’lerin elektronik müziği eşliğinde yönetmen Luc Besson’un şiddet dolu filmleri Nikita ve Léon’dan çok farklı gizem ve romantizm dolu bu film karanlık ve esrarlı bir sona kavuşarak Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac dahil, o dönem kuşağını derinden etkilemiş bir baş yapıt.

Jacques Mayol (Jean-Marc Barr) ve Enzo Molinari (Jean Reno) , birbirlerini çocukluklarından beri tanıyan iki arkadaştır.

Sicilya’da yaşamakta olan Enzo, serbest dalış rekorunu 6 yıldır elinde bulundurmaktadır ve rakipsizdir.

Peru’da yaşayan Jacques’a haber gönderip kendisiyle yarışmak istediğini söyler.

Sicilya’ya gelen Jacques, arkadaşını kolaylıkla yener. Aralarındaki rekabet sürekli artar ve iki adam, inanılmaz derinliklere dalarlar.

New York’da yaşayan Jacques’ın sevgilisi Johana (Rosanna Arquette), Sicilya’ya gelir ve bu anlamsız savaşın sonlanmasını ister.

Luc Besson başlangıçta filmin kast’ı konusunda çok tereddütte kalmış;

Jacques Mayol rolünü Christopher Lambert ve Mickey Rourke’ a önermiş ve hatta kendisi oynamayı bile düşünmüş, taki Jean-Marc Barr önerilene kadar.

 

the big blue2

 

Ama Besson’un da filmde dalgıçlardan biri olarak bir Cameo rol oynamayı ihmal etmemiş.

THE BIG BLUE 1980’li yılların gişede de en başarılı Fransız yapımı; yalnız Fransada 9,193,873 adet bilet satmış.

Filmin Luc Besson ve Jean Reno’ya getirdiği şöhret malum ama Jean-Marc Barr filmden sonra öyle önemli bir projede yer alamamış ta ki 1991yılında Danimarkalı yönetmen Lars von Trier’ e rastlayana kadar…

Europa, filmi uzun süreleri bir arkadaşlığın temelini atmış,

Barr, hem Trier’in çocuklarının vatfiz babası olmuş ve hem de Breaking the Waves (1996), Dancer in the Dark (2000), Dogville (2004), Manderlay (2005), The Boss of It All (2006) ve Nymphoomaniac (2013), gibi yapıtlarında rol almayı başarmış.

 

RSS
Follow by Email