Tom Hardy

Tom Hardy

Edward Thomas Hardy 15 Eylül 1977 de Londra Hammersmith, İngilterede doğdu.

Annesi Elizabeth Anne (Barrett), ressam ve artist, babası Chips Hardy, ise bir yazar.

İngiliz ve İrlanda kökenli.

Tom Hardy Richmond Drama Okulunu bitirdi ve ardından, Michael Fassbender ile birlikte Londra Drama Merkezinde Sir Anthony Hopkins‘in  derslerine katıldı.

21 yaşında iken girdiği bir mankenlik yarışmasının ardından bir süre mankenlik yaptı.

Ergenlik çağını ve 20’li yaşlarının ilk yıllarını alkolizm ve hap bağımlılığı ile mücadele ederek geçirdi.

2002 yılında “Uzay Yolu: Nemesis” filminde rol almasının ardından özel bir kliniğe yatarak tedavi gördü ve bu alışkanlıklarından tamamen kurtuldu.

2008 yılında Nicolas Winding’,n yönettiği ve İngiliz Hapishanelerinin en dehşetengiz mahkumu olan Charles Bronson’u canlandrdığı  “Bronson” filmi En İyi Aktör dalında “British Independent Film Award – İngiliz Bağımsız Filmleri Ödülü” nü kazanarak Hollywood’un dikkatini çekti ve Variety Dergisinin “Dikkatle Gözlenecek 10 Aktör” listesine girdi..

2010 yılında rol aldığı Christopher Nolan‘ın bilim kurgu gerilimi filmi “Inception – Başlangıç” la artık büyük bütçeli  Ana Akım Sinema filmlerinde rol almaya başlamıştı.

Boyu 1.75 metre, dolgun dudakları ve mavi-yeşil gözleri ile tanınıyor.

Derinden gelen hafif boğuk ama çok etkileyici bir sesi var.

Fiziği güzel ve kaslı.

Fiziksel görünümünü büründüğü karaktere göre inanılmaz derecede  değiştirebiliyor.

Rol yaparken yüzününün bir kısmını gizlemekten hoşlanıyor.

2018 yılına kadar oynadığı dört film “En İyi Film” dalında Oscar’a aday oldu.

 

[metaslider id=”3498″]

 

 

Tom Hardy oyunculuk hakkında diyor ki…

Canlandırdığınız her karakterin sürekli birşeyler yaptığını unutmayın. Sadece konuşmazlar. Yaşarlar; drama boyunca hayli karmaşık insancıl sorunlar sürecinden geçerler. Anahtar sözcükler; yaşamak ve deneyimdir. Sahnede yaptığınız herşey gerçek yaşamda edindiğiniz deneyimlerden esinlenir. Bir duyguyu gerektiği gibi anlatmak için hayal gücünüzü abartarak ya da dizginleyerek oyununuzun içine gizleyin. Bu bağlamda tonlarca hata yapabilir ve tam bir geri zekalı gibi görünebilirsiniz ama sonunda başarırsınız…

Tom Hardy

Whatever character you play, remember they are always doing something. They are not just talking. They are alive; going through a drama in which they will go through some sort of dramatic human experience. Keywords: Alive and Experience. It is your job to make them become so. Anything you do on stage or film has a direct relation to something you have experienced in one form or another in real life. Use your imagination to exaggerate or lessen that sensation. Then, disguise it in characterization and don’t forget to make lots and lots of mistakes, and look like a complete asshole. You’ll do fine.

Tom Hardy

SENARYO YAZARI OLMAK İÇİN…

Senaryo yazarı…

Her sanatçı kendi tarihini kendisi yazar, ama… Kabaca, (hatta hamasi bir anlatımla) bir senaryo yazarı olmak için gereken…!!!

ENTELEKTÜEL OLMAK; Sanatçı her şeyden önce bilgi taşıyan bir entelektüeldir.

Her şeyi bilimselleştirebilen burjuvazinin tek denetleyemediği “serseri mayın” imge ve onu bir ham malzeme olarak kullanan sanatçıdır.

İlgi, gözlem, yetenek vs. senarist olmak isteyen kişiye bağlı unsurlardır.

Senaryo ise gözlem, araştırma, genel kültür, yaratıcı yazma yeteneği, ve hayal gücü gerektiren zorlayıcı bir çalışmadır.

Biz burada senaryo yazma tekniğini ve kurallarını basit ve anlaşılır bir dille anlatmaya çalışacağız.

Senaryo yazarı olacak hedef kitlemizi ise şöyle tanımlayabiliriz;

  1. Senaryo yazımı hakkında hiçbir fikri olmayıp denemek isteyenler.
  2. Birkaç denemede bulunmuş ama konuya hakim olmayıp daha fazla bilgiye ihtiyaç duyanlar.
  3. Profesyonel senaryo yazarlığı yolunda ilerleyen ama konuyla ilgili her tür bakış açısına açık olanlar.

Filmin belirlenen genel ve alt amaçlarına, teknik ve yapım olanaklarına, hedef izleyici kitlesine göre, yapımın özünü unutmadan, belli kurallara uyarak oluşturulan 35-100 sayfalık bir metindir senaryo.

“Senaryo, görüntü ve sese dönüşecek bir düşüncenin, bir olayın yazıya dökülmüşüdür”

(Eliot 1972:64).

İyi bir filmin her şeyden önce iyi bir senaryosu vardır. İyi bir senaryonun ise iyi bir hikayesi.

Senaryo yazmak isteyenler, ilk önce iyi bir hikaye anlatıcısı olmayı hedeflemelidir.

Drama’nın sınıflandırmalarını, tanımlanmış unsurlarını ya da senaryo formatlarını öğrenmek bu sürecin  parçasıdır. Fakat yeni başlayan biri ilk önce hikayenin ne olduğunu anlamalıdır.

Hikaye, bir çatışmanın (conflict) oluşması, gelişmesi ve sonunda en yüksek noktaya ulaşarak (climax) bir çözüme (resolution) varmasıdır. İşte iyi bir hikaye anlatıcısı olmak çatışmanın ne olduğu, nerelere doğru gelişebileceği ve nasıl sona ereceği problemini anlaşılır bir şekilde ortaya koymaktır.

Bir anlamda senaryo yazımı bulmaca çözmeye benzer.

Bu bulmacayı çözmek için, iyi bir senaryo yazarının yazarlık, felsefe, tarih, film yapım teknolojisi, kurgu, oyunculuk gibi konularda da bilgili olması gerekir.

Görsel bir anlatım tekniği olan “Senaryo” yazımı kendine özgü özellikler taşır;

  • Gerçek yaşamdan alınarak, kurmaca olarak (fiction) veya başka bir sanat dalından (roman) etkilenerek sinemanın kural ve koşulları dikkate alınarak öyküleme – dramatik yapı kurulur.
  • Kurulan bu yapı içinde belli düşünceler çerçevesinde, karakterler yaratılıp ilişkiler kurularak olay yaratılır, bu olay geliştirilerek sonuca varılır.
  • Diğer bir yönden senaryo görüntü, ses ve sahneleme yöntemlerinin detaylarını kapsayan teknik bir çalışmadır.
  • Görüntü; oyuncu, kamera hareketleri, çekim ölçekleri, dekor, ışıklandırma, özel etkiler (special effects) gibi öğeleri, ses ; diyalog, müzik, ses efektleri (sound effects) gibi öğeleri kapsar.
  • Tüm bu öğelerin yapımın gerçekleşmesi sürecinde nasıl uygulanacağını detayları ile anlatarak yapımı gerçekleştiren bir yazılı şema olarak düşünülebilir.
  • İşte bu şemanın sinemasal açıdan bağlı olması gereken bazı kurallar vardır.
  • Bu kurallar hakkında sinema kuramcılarının ve ünlü senaryo yazarları çok çeşitli öneriler geliştirmişlerdir.
  • Sanatın formüllerle ifade edilebileceğini söylemek hayli zordur  ama kuralları bilmek ortaya konan çalışmayı irdeleyip analiz edebilmek için gereklidir. Bu analiz ve sorgulama da uygulayıcının her şeyden önce kendini tanımasına ve ne yapmak istediğini iyi bilmesine yardımcı olurken uygulamayı da kolaylaştırır.

Yukarıda belirttilenlere bağlı olarak senaryo yazarı olmak isteyenlere burada birkaç kısa öneride bulunalım;

  1. Orijinal olun,
  2. İlk eserinizin kusursuz olmasını beklemeyin,
  3. Düşünce özgürlüğünüz kullanın,
  4. Senaryoyu ciddiye alın.

  [metaslider id=”3482″]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Rıhtımlar Üzerinde = On the Waterfront – 1954

Rıhtımlar Üzerinde = On the Waterfront – 1954

Yönetmen: Elia kazan,

Senaryo: Budd Schulberg,

Görüntü: Boris Kaufman,

Müzik: Leonard Bernstein,

Oyuncular: Marlon Brando, Eva Marie Saint, Lee J. Cobb, Rod Steiger, Karl Malden, Pat Henning

Süre: 108 dakika

Menşe:ABD

New York doklarında gerçek mekanlarda çekilmiş olan bu filmde liman işçileri sendikasına hakim olan gangsterlere karşı savaşa giren ve kardeşinin öldürülmesinden sonra onları polise teslim eden bir işçinin hikayesi anlatılır.

Terry Mallon (Marlon Brando) ağır şartlarda liman işçisi olarak çalışan eski bir boksördür. Limanın işletmeciliğini yapan  Johnny Friendly  (Lee J. Cobb) ise aslında illegal bir çetenin lideridir.

Johnny Friendly’nin emriyle Terry’nin çocukluk arkadaşı Joey Doyle öldürülür ve Terry istemeden de olsa cinayete karışmıştır. Terry’nin abisi Charley (Rod Steiger) Liman Patronu Friendly ile işbirliği yapınca, Terry Mallon liman işçilerini bir araya getirip büyük bir ayaklanma başlatır.

Öte yandan, Terry öldürülen arkadaşının kız kardeşi Edie Doyle (Eva Marie Saint) ile flört etmeye başlar. Bu yakınlaşma Terry’nin vicdanını sorgulamasına sebep olur.
Papaz Barry’nin (Karl Malden) de desteğiyle Terry mevcut düzene karşı savaş açar…

Elia Kazan ve Lee Strasberg’in kurduğu Actors Studio’dan gelen oyuncuların olağanüstü oyunundan, siyah-beyaz görüntülerin filme yaptığı estetik katkıdan ve müziğin’den  büyük ölçüde yararlanan bu film kalabalık sahnelerdeki oyuncuların ustalıkla yönetimiyle de göze çarpar.

Rıhtımlar Üzerinde – On The Waterfront dönemin Sosyal ve Ekonomik yapısının anlaşılması bakımından  önemli bir filmdir. Ayrıca dönemin politik gerilimini de gözler önüne serer. Filmin yönetmeni  Eli Kazan bu karanlık dönemden nasibini alan bir isimdir.

Rıhtımlar Üzerinde filmi yönetmenin bu karanlık ve talihsiz bir dönemine denk gelir.

Amerikan siyasal yaşamının önemli bir periyodu olan Mc Carthy soruşturmaları sırasında bir zamanlar gönül ve eylem birliği yaptığı solcu arkadaşlarını kurulan komisyona ihbar ettiği suçlaması ile karşılaşan, basın ve sanat çevreleri tarafından dışlanan yönetmen film yapmakta zorlanmaktadır. Yine kendisi gibi ihbarcılıkla suçlanan Budd Schulberg’in senaryosu bir umut ışığı olur. Terry karakterini canlandırması için ilk önce Frank Sinatra’ya teklif götürülür fakat Sinatra, Elia Kazan ile çalışmak istemediğini söyleyerek rolü geri çevirir.

Film büyük başarı yakalamasına rağmen eleştirmenler tarafından iki ihbarcının kendilerini temize çıkarma çabası olarak görülür.

Rıhtımlar Üzerinde 12 dalda Oskar adayı olur, en iyi film, yönetmen, senaryo, görüntü, aktör, aktris ve kurgu ödüllerini toplar.

Filmin aynı zamanda bir Marlon Brando filmi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Önceleri Kazan hakkındaki dedikodulardan dolayı rolü kabul etmek istemeyen aktör bu filmde tüm eleştirmenlerce göklere çıkarılan olağan üstü bir oyunculuk sergilemiştir.

1924 yılında Nebraska’da doğan aktörün annesi bir oyuncu idi. Oyunculuktan nefret eden babası Marlon’u  askeri akademiye yazdırdı. Kısa sürede okuldan atılmayı başaran Marlon New York’a gelerek “Actors Studio” ya girdi. Önceleri sinema oyunculuğunu küçümsediğini söyleyen aktör ilk çıkışını yine Elia Kazan’ın yönettiği İhtiras Tramvayı oyunu ile Broadway de yaptı.

Fakat kısa sürede sinemaya yönelerek ardı ardına Erkekler, İhtiras Tramvayı, Viva Zapata, Vahşi Genç gibi başarılı filmler çevirdi.

Kırık burnu, vahşi tavrı ve hafif kısık sesi ile çizdiği hayvani cazibe onu savaş sonrası dönemin en ünlü ve aranılan aktörü yaptı. Yeni gelen her erkek oyuncu ona benzemeye çalıştı. Sonraki yıllarda Dean, Pacino, Newman, De Niro  gibi büyük isimler onun gölgesinden kurtulmak için büyük mücadele vermişlerdir.

[metaslider id=”3352″]

 

 

 

Andrei Tarkovsky der ki…

Yaşam boyunca insan ya  hayaletlerin peşinde koşarak ya da idollerin önünde iki büklüm eğilerek oyalanır ama sonunda her şey ruhun derinliklerinde varlığı hep hissedilen tek bir şeye indirgenir, AŞK. Bu duygu yaşama anlamını veren en baskın elementtir. Benim görevim filmlerimi izleyen her insanın kendini aşka adama yeteneğini keşfetmesini sağlamaktır.

Andrei Tarkovsky

Man is too busy chasing after phantoms and bowing down to idols. In the end, everything can be reduced to the one simple element which is all a person can count upon in his existence: the capacity to love. That element can grow within the soul to become the supreme factor which determines the meaning of a person’s life. My function is to make whoever sees my films aware of his need to love and to give his love, and aware that beauty is summoning him.

Andrei Tarkovsky

Cennetin Çocukları = Les Enfants du Paradis – 1945, sesli sinemanın 1930-1960 dönemine damgasını vuran filmler

Cennetin Çocukları = Les Enfants du Paradis – 1945

Yönetmen: Marcel Carnet,

Senaryo: Jacques Prevert,

Görüntü: Roger Hubert,

Müzik: Maurice Thiriet,

Oyuncular: Arletty, Jean-Louis Thiriet, Marcel Herrand, Maria Casares

Süre: 195 dakika

Menşe: Fransız

Romantik sinemanın Anglo-Sakson baş yapıtı olan “Cennetin Çocukları” özellikle Fransızlar için zamanın ötesinde değişmeyen bir yerde durarak önemini hiç yitirmemiştir.

Savaş sırasında ünlü ozan Jacques Prevert ile yaptığı iş birliği sonucunda Şiirsel Gerçekçilik akımının doğmasına da yol açan yönetmen Marcel Carnet’in bir baş yapıtı olan bu film çok zengin bir oyuncu kadrosuna sahiptir.

Filmin tarihi bağlamda taşıdığı önemin yanısıra aşk, cinayet ve gerilim öğelerini de taşıması seyirciye hitap eden önemli özellikleridir.

Hayli uzun bir süreyi kaplayan hikayede Paris’de hayatını bildiği gibi yaşayan güzel Garance ile çevresinde yer alan kendisine aşık erkekler arasındaki ilişkiler anlatılır.

“Cennetin Çocukları” filminin başlangıç sahnesi ve anlatım tekniği tiyatrodan fazlasıyla esinlenmiştir. Özellikle açılış sahnesi 19. yüzyıl Fransa’sının klasik bir prototipi olarak kabul edilir.

Filmin son sahnelerinde bu panaromik bakış açısına geri dönülür.

Bu tarz bir bakış açısı ve sahnelerde yer alan binaların perspektiflerini derinlik etkisi yaratacak şekilde ayarlayan çekim teknikleri Marcel Carne’nin yönetmenlik hayatındaki ününü yaratan anlatım dilini oluşturmuştur.

1830’lu yılların Paris’inin öykünün geçtiği bölgesi her türden sanatçıların, cambazların, yankesicilerin, hayat kadınlarının, azılı katillerin yer aldığı canlı, neşeli ve aynı zamanda tehlikeli bir yöredir. Genç oyuncu Frederick, pantomimci Baptiste, yazar ama doğuştan katil Lacenaire, Garance ile ilgilenen erkeklerdir.

Garance ise ilişkiye girdiği bir Kont ile Paris’ten ayrılır ve altı sene sonra çok zengin bir kadın olarak geri döner.

“Cennetin Çocukları” Filminin ikinci bölümünde bu dönüş anlatılır.

Tiyatrocu Frederick ve Pantomimci Baptiste ünlü olmuşlar, bu arada Baptiste kendisine aşık Nathalie ile evlenmiştir.

Kadının geri dönüşü eski ilişkileri yeniden alevlendirir.

Artık kayıtlı bir suçlu olan Lacenaire Garance’ın hamisi kont’u öldürürken, kadın gerçek aşkı olan Baptiste ile geçirdiği tek gecenin ardından onu çocuklarına ve karısına bırakarak kaçar.

Arletty, filmin romantik kadın kahramanı Garance rolünde ünlendiğinde zaten Fransız sinema ve tiyatrosunun en popüler kadın oyuncusu idi.

Arlette-Leonie Bathiat sinemaya girmeden önce sekreter olarak çalışıyordu ve zaman zaman ressam ve fotoğrafçılara poz veriyordu. 1920 yılında ilk kez tiyatro sahnesine çıktı. 1930 yılından itibaren de filmlerde rol almaya başladı.

Piyasaya çıktığında büyük bir başarı yakalayan bu film Arletty için şansız bir dönemin de başlangıcı oldu. Savaş sırasında bir Alman subayı ile yaşadığı ilişkiden dolayı tutuklanıp hapis yatarak sinemadan üç sene uzak kaldı. Ardından tekrar çalışmaya başladıysa da eski şöhretini yakalayamadı.

 

[metaslider id=”3276″]

 

 

Bisiklet Hırsızları ve Vittorio De Sica, SESLİ SİNEMA’NIN 1930-1960 DÖNEMİNE DAMGASINI VURAN  FİLMLER

Bisiklet Hırsızları

Ladri di Biciclette – 1948”

Yönetmen: Vittorio De Sica,

Senaryo: Cesare Zavattini,

Görüntü: Carlo Montuori, Müzik:Alessandro Maggiorani,

Oyuncular: Lamberto Maggiorani, Enzo Staiola.

Süre: 90 dakika

Menşe: İtalya

1927-1950 yılları arasında yer alan dönem dünyanın her açıdan zorlu bir sürecidir. Amerika’da patlak veren ekonomik kriz, ardından İkinci Dünya Savaşı’na zemin hazırlayan aşırı milliyetçi görüşler, dünyanın her köşesini değişik açılardan etkisi altına alırlar. Ama her zorlu dönem bir anlamda sanatsal yaratıcılığı körükleyen bir etkendir. Sinema alanında hâkim olan “Neo-realismo” (İtalyan Yeni Gerçekçiliği) de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra filizlenmeye başlayan bir akımdır. Temelini Fransa’nın “Réalisme Poétique” (Şiirsel Gerçekçilik)” akımı oluşturur.

Şiirsel Gerçekçilik, 1930’lu yılların başında Fransız sinemasında ortaya çıkmış ve etkisini, İkinci Dünya Savaşı’na dek sürdürmüştür. Fakat 1920’lerde Fransız sinemasına hakim olan romantik bakış açısı ve içerikten çok görselliğe önem veren anlatım tarzı Avrupayı etkisi altına almaya başlayan ekonomik çalkantı ve savaşın yaklaştığını haber veren faşist eğilimler ile yüzleşince sinemanın sosyal gerçekçiliğe olan yönelimi güçlenmeye başlamıştır.

İtalyan sinemasında ise bu akımın en büyük temsilcisi “Bisiklet Hırsızları- Ladri di biciclette” adlı filmiyle Vittorio De Sica’dır.

Vittorio De Sica uzun kariyerine 1910’lu yılların başında çocuk oyuncu olarak başladı ve 150 ye yakın filmde oyuncu olarak yer alırken,30’a yakın filmi yönetti.

İtalya dışında en çok “Bisiklet Hırsızları” nın yönetmeni olarak tanınan Vittorio De Sica  bu filmi olgunluk dönemi diyebileceğimiz yıllarında çekti. Hollywood’un filmin başrolünde Gary Grant’ın oynaması önerisini reddeden De Sica amatör bir oyuncu olan Lamberto Maggiorani ve çocuk oyuncu olarak yine hiç tanınmamış ve bu filmden sonra ortadan kaybolan küçük Enzo Staiola ile anlaştı .

De Sica’nın büyük başarısı belki de bu profesyonel olmayan oyuncuları kullanışındaki doğallık ve sıcaklıktan gelir.

Filmde bir anlamda umudu temsil eden çocuk ancak alt tabakada yetişmiş bir birey olursa böyle başarılı bir yorumda bulunabilirdi. Zaten “Yeni Gerçekçilik” akımının ürünü olan filmlerin çoğunda profesyonel oyuncuya rastlamak hayli zordur.

Film savaş sonrası fakirlik ve sefaletin sürdüğü Roma da geçer.

İki yıldır işsiz olan Antonio Ricci nihayet bir iş bulur; afiş yapıştırmak, ama bu işi yapabilmek için bir araca ihtiyacı vardır, bir bisiklete.

Bir gün Ricci’nin yaşam kavgasının aracı olan bisikleti çalınır. Bisikleti ile beraber tüm umutları gitmiştir. Hırsızı bulmak için oğluyla beraber tüm Roma’yı aramaya başlarlar.  Bulduğunda ise onunda kendi gibi sistemin kurbanı bir zavallı olduğunu görür. Çaresiz kalan Ricci’de bir bisiklet çalar ama beceriksizliğinden yakalanır. Mahalle sakinleri ve polis tarafından kovalanırken yaşama dair tüm umutları da sönmüştür.

Bisiklet Hırsızları filmi dünyanın en çok tanınan ve izlenen filmlerinden biridir.

Bunda savaş sonrası dönemi yaşayan insanların kendi sorunlarını bu filmde bulma ve yaşayabilme gerçeğinin büyük rolü vardır.

Tüm karamsar yapısına rağmen insanlara umut aşılayabilme özelliğini de bünyesinde taşıyan bu hümanist film sinema sanatının baş yapıtlarından biridir.

 

[metaslider id=”3241″]

 

 

 

RSS
Follow by Email