Sahne, Çekim, Sekans

posted in: Film Yönetimi | 0

Sinema Filminde sahne, çekim, sekans nedir?

Rönesans döneminde Avrupalı ressamların perspektifi keşfetmesi ile iki boyutlu bir ortam olan tuval üzerinde üç boyutlu gerçekliği oldukça doğru bir şekilde resmedebilmek mümkün olmuştu.

Fotoğrafçılık otomatik olarak insan görüşüne benzer tarz da görüntü kaydı yaparak anlık realiteyi daha gerçekçi bir şekilde yakalar.

Fakat sinema bu yanılsamayı bir kademe daha ileri götürerek görüntüleri o anda oluyormuş gibi yansıtır ve biz bu perdeye yansıyan görüntüleri izlerken üç boyutlu gibi algılayarak resimsel uzamla bütünleşiriz.

İşte bu canlandırma işleminde olaylar şekillenirken materyaller değişik fikirler çerçevesinde an be an değerlendirilerek olaylar silsilesi belirli bir devamlılıkla sunulur.

Böylece bir filmi oluşturan çekimler ortaya çıkar.

Bir sinema filmi olayları değişik bakış açılarından resmeden ve sürekli değişen görüntüler dizisidir diyebiliriz.

Sahne: 

Sahne terimi ile oyunun oluşturulduğu yer ve dekor tanımlanır. Film öyküleri bir durumun anlatılmasından, bir çatışmanın gelişimine, oyunu sonuçlandıran bir doruk noktaya doğru sahne sahne gelişen bir yapıya sahiptir.

Tüm sahneleri üç grupta toplayabiliriz;

  • Aksiyonun olmadığı diyaloglu sahneler,
  • Aksiyonun olduğu diyaloglu sahneler,
  • Diyalogsuz aksiyonlu sahneler.

Şüphesiz bunlar basite indirgenmiş durumlardır. Film çekiminde çok daha karmaşık durumlarla karşılaşabiliriz. Oyuncular diyalog halindeyken hareket etmeyebilirler ama içinde bulundukları tren, uçak, otomobil gibi bir araç ve onu izleyen kamera hareketli olabilir.

Oyuncular konuşurlarken hareket ediyorlarsa onları izleyen kamera sabit kalabilir veya hareket edebilir. Ya da bir anlatıcının sesi veya karakterlerin düşünceleri çerçeve içindeki aksiyonlarına eşlik edebilir vs.

Çekim:

Çekim tek bir kamera ile kesintisiz olarak kaydedilen sürekli bir izleme demektir. Çekimin uzunluğu kameranın durdurulmadan pozladığı filmin uzunluğu ile sınırlıdır.

Her çekim bir çevrim’dir.  Çekim kesilmeyen bir akıcılıkta, kendi bütünlüğü içinde veya parçalara ayrıldıktan sonra diğer çekim parçaları ile birleştirilerek kullanılabilir. Sahnelenen olay bütünüyle veya bölümler halinde aynı ya da değişik yerlerden tekrarlanarak çekilebilir.

Aynı dekorda yapılan aynı oyuna ait çekimler tekrar çekimleridir.

Eğer dekor, kamera açısı, kamera objektifi, kamera yeri, veya hareketler değişirse bu artık tekrar çekimi değil yeni bir çekimdir.

Sekans:

Sekans kendi başına bir bütünlük taşıyan sahne veya çekim dizinidir. Bir sekans tek bir çekimden oluşabileceği gibi birden fazla çekimden de oluşabilir. Örneğin oyuncular bir dış dekordan bir iç dekora (evin içine) girdiği zamanda çekim devam edebilir.

Bir sekans bir açılma-kararma ya da zincirleme geçme ile başlayabilir veya bitebilir.

Bu birden fazla sayıdaki sekanslar kurgu eşlemesi ile birbirlerine bağlanarak devamlılık sağlanır ve film oluşturulur.

 

 

Krzysztof Kieslowski ve Sineması

posted in: Film Yönetimi | 0

Krzysztof Kieslowski Lódz Film Okulundan 1969 yılında mezun oldu.

Hayatının büyük bir  kısmını savaş sonrası Polonyaya yerleşen komünist rejim altında  baskı ve sansürün getirdiği acıları duyumsayarak yaşadı.

Kariyerine belgesel filmler çekerek başladı ve ilk uzun metraj filmini,“Blizna”, 1976 yılında çekti.

İlk filmlerinde politik boyutlar taşıyan sosyal gerçeklikler üzerine yoğunlaştı ise de rejimin getirdiği baskı ile kendine bir nevi oto sansür uygulayarak alışılageldik tarzına; şans, kader, kimlik, karakterler arasındaki içsel bağlantılar gibi temalarla işlenen ve metafizik öğeler de taşıyan, gelişi güzel paradoksların, elde edilen ikinci şansların, ölümün, paralel evrenlerin dünyasını keşfe çıkan filmlerine yöneldi.

Krzysztof Kieslowski’nin filmleri 1985 yılında çekilen “No End” filmi ile iki periyoda ayrılır; “No End” öncesi ve sonrası.

1985 yılından itibaren senaryo yazarı Krzysztof  Piesiewicz (önceleri bir avukat, sonraları bir politikacı) ve besteci Zbigniew Preisner ile çalışmaya başlar.

Bu iş birliği Kieslowski’nin tüm kariyeri boyunca devam eder. Kieslowski’nin doğasından gelen etkileyici metafizik soneleri bu dönemde artık olağanüstü başarılı ses ve renk senfonilerine dönüşür ve ilginç bir şekilde tüm filmlerinde (“The Dekalog” hariç) bir kadın protagonist yer alır.

Ünlü yapıtları “Three Colors: Üç renk” üçlemesine gelindiğinde kırılgan yapılı yönetmen içinde bulunduğu sinema ortamının getirdiği stres ve büyük bir adanmışlıkla yürüttüğü yağun çalışma temposu ile  hayli yorgun düşmüş ve yıpranmıştır ama kapasitesini zorlayarak deli gibi çalışmaya devam eder.

Üç renk – Beyaz” (1994) filmini çekerken “Üç Renk: Mavi” (1993) filminin kurgusunu yapmakta ve “Üç Renk – Kırmızı” (1994) filminin senaryosunu yazmaktadır.

“Kırmızı” filmi Cannes Film Festivalinde prömiyerini yaparkan emekli olmak istediğini ve Cennet, Cehennem ve Araf (“Cennet” 2002 yılında Tom Tykwer tarafından yönetildi, başrolde Cate Blanchett yer aldı) hakkında yeni bir üçlemeye başlayacağını söyler.

Yönetmen o sırada 52 yaşındadır.

54 yaşında açık kalp ameliyatı sırasında genç sayılacak bir yaşta yaşama veda eder.

Kieslowski mezun olduğu Lódz Film okuluna ancak üçüncü başvurusunda kabul edilmişti.

Biraz da bu yüzden olsa gerek sinema okullarını pek yüceltmez; “Sinema okulları size sürekli film izletir, İzlediğiniz filmler hakkında konuşursunuz, analiz yaparsınız, Birbirleri ile karşılaştırırsınız o kadar. Lodz film okulunda da diğerleri gibi sinema tarihi, estetik, fotoğrafçılık, oyuncu yönetimi vs gibi disiplinler aşama aşama öğretilir. Tabii ki bu öğretilenler hep teoride kalır. Pratikte bunların bir filme nasıl uygulanacağı ise sizin kişisel deneyimlerinize kalır” der.

 

[metaslider id=”2747″]

 

Müzik ve Film – Film Müziği

posted in: Film Yönetimi | 0

Müzik ve film  söz konusu olduğunda, müzik  bir filmin “ışık gibi” gibi olmazsa olmazı olarak düşünülebilir; zira filme anlam katan en önemli unsurlardan biridir.

Bazen bir sokak gürültüsü de “9. Senfoni” gibi devasa bir eserin yerini tutabilir çünkü müzik insanın ruhunda yaşayan bir unsur olduğundan hayatın her daim içindedir. Filmler “gelecek ya da gerçek üstü bir dil ile anlatıldıklarında da” bu ruhtan kopamazlar.

Filmde asıl olan şey ise “müziğin bir diyalog muş gibi” kullanılmasıdır.

Özellikle kısa filmlerde; filmin doğası gereği (kısa bir süre içinde anlatım) sözden mümkün olduğunca arıtılıp, “evrensel bir duygu çerçevesinde” yorumlanması önemlidir. Bir sahnede karakter sözünü söylemeden müzik sözü söyler, ya da söz kesilse de, film bitse de, müzik bitmez ve izleyici sinema salonundan ayrılırken müzik dudaklarından usulca dökülür.

Müzik ve sinema arasında bir yapısal benzerlik olduğunu söyleyebiliriz; ikisi de belli bir akışa sahiptir.

Filmin bazı dramatik noktalarını vurgulayan bölük pörçük parçalardan ziyade filmin bütününe yapılacak müzik çok daha başarılı olacaktır.

Bir filmde müzik kullanımı için aşağı da sıralanan üç farklı yol denenebilir;

  • Müzik kütüphanelerine başvurmak (özellikle düşük bütçeli filmlerde kullanılan yöntem),
  • Daha önce yazılmış bir besteyi kullanmak,
  • Film için bestelenmiş özgün bir eseri kullanmak.

Yönetmen, yapımcıyla iş birliği içinde, daha önceki çalışmalarına dayanarak belli bir besteci ile beraber çalışma tecrübesini tercih edebilir.

Bestecinin filmin hangi aşamasında olaya dahil olacağı da sürekli tartışılmakta olan bir konudur.

  • Besteci film senaryosu aşamasında da çalışmaya başlayabilir. Bu bazen iyi (besteciye eser üzerinde hayli uzun çalışma süresi vereceği için) bazen de problemli bir yöntemdir, zira besteci filme çekim aşamasından önce dahil olarak kendi yorumunu getireceği için, film çekilirken yönetmenin yorumuna göre esinleneceği tema tamamen değişebilecektir.
  • Ya kaba kurgu aşamasında ya da film tümüyle bittikten sonra. Genellikle kaba kurgu sonunda besteci filmi izleyerek çalışmalarına başlar.

Filmi izleyen ve filmin nerelerinde müzik gireceğini yönetmen ve yapımcı ile tartışarak saptayan besteci, film ve karakterler üzerinde kendi temalarını yarattığında uygun müziği besteleyecektir.

Filmin nerelerinde müzik gireceği ve çıkacağı senaryolarda belirtilmelidir.

Seçilecek müzik büyük ölçüde filmin türüne ve içeriğine bağlıdır; gece karanlığında yalnız yürüyen korkmuş bir insana, adımlarına uyan vuruşlardan oluşan müzik mi, yoksa kalp atışları mı, ya da sadece gecenin sesi mi eşlik etmelidir?

Bir şüphe ve korku içinde bekleme sahnesi  sessizliği mi yoksa esrarengiz bir müziği mi gerektirir? Sevdiklerinin ölümü karşısında insanın içinden dalga dalga yükselen acıyı en iyi bir senfonik orkestra mı, yoksa tek bir enstrüman mı anlatır?

Bir savaş sahnesine eşlik eden müzik bir marş mı olmalı, yoksa savaşın sert ve dramatik sesleri daha mı etkili olur ? Ana tema olarak bir şarkı mı kullanılmalı?

Bir çok film müzikal temalarının yaygın ünü sayesinde başarıya ulaşmıştır. “Dr. Jivago (Lara’nın Teması)”, “Love Story – Aşk Hikayesi”, “The Good , The Bad and The Ugly – İyi Kötü, Çirkin”, “Star Wars – Yıldız Savaşları”,”Issız Adam (Ayla Dikmen Şarkıları), “Game of Thrones – Taht Savaşları” dizisi.

Polonyalı ünlü yönetmen Krzystof Kieslowski (Üç Renk Üçlemesi – Kırmızı, Beyaz, Mavi) ve günümüz yönetmenlerinden Darren Aronofsky (Black Swan – Kara Kuğu) filmlerinde müziği neredeyse diyaloglardan daha etkin bir şekilde kullanan isimlere örnektir.

 

Mekân ve Sinemasal Anlatımda Önemi

posted in: Film Yönetimi | 0

Mekân İngilizce deki “Space” kelimesinden gelen ve bazen de “uzam” ve “uzay” olarak adlandırılan bir kelime.

Sinema literatüründe mekân kelimesi çok daha uygun kaçıyor.

Dramatik yapı içinde mekanlar karakterler kadar önemlidir.

Doğru seçilmiş veya tasarlanmış bir mekân filme çok şey katar.

Seyirciye sunulan imgeler dünyasında görselliğin ana unsurudur.

Hikâye seyirciye daha etkin şekilde anlatılır ve seyirci hikaye ile bütünleştirilerek filme derinlik katılır.

Antonioni, Kubrick ve Tarkovski filmlerinde uzam duygusu seçilen mekanlarla öne çıkarılıp seyirci sıkıca kavranır.

Güç ilişkileri olan işaretler ve farkların temsili ve düzenlemesi mekanlarda yaşayan insanların da farklılıklarını ve ilişkilerini ortaya çıkarır.

Cinsel, etnik veya sınıfsal farklılıklar, siyasi otoritenin, cinsel otoritenin, her türlü hegemonyaların temsili bize renklerden, ışıklardan, doğa manzaralarından, mimari ve iç mimariden (kadını temsil eden mahrem yatak odası vs) süzülerek aktarılır.

Dinamik ve değişebilen mekân, zaman ve toplumsal varlıklarla diyalektik bir ilişki kurmuştur. Toplum, tarih ve coğrafya bu ilişkinin içindedir.

Ve bu ilişkiler çerçevesinde yüzyılımıza ait bütün ana metinler, söylem sistemleri, onlara karşıt ve onlarla çatışan düşünce, hareket ve söylem biçimleri, günlük yaşam şekilleri, kent planlaması, mimari, evler ve gökdelenler, yeşil alanlar, toplumsal mekanlar, çarşılar, deniz kıyıları, göller, dağlar, eğlence alanları vs buralara kimlerin nasıl katılabildiği ve temsil edilme biçimlerinin yarattığı kültür zaman içinde iz bırakır.

Mekân zaman içinde saklanan tüm bu deneyimlerin izlerinin sürülebildiği yerdir.

Kapitalizm ve kültürel mantığının öğretisi modernizm doğa ile insanı genellikle birbirinden ayırır.

Kadını / erkekten, çocuğu/ yetişkinden, farklı kültürleri birbirinden, kamusalı / mahremden ayırır.

Bunları tanımlayan mekanlar ve davranışlar arasında da büyük farklılıklar ön görür.

Kadınlar, çocuklar, ilkeller, kabile halkları, öteki inanışın insanları hiçbir şey üretmeyen, ani ve duygusal davranışların insanlarıdır.

Dolayısıyla eğitilmeleri ve kontrol edilmeleri gerekir. Doğa ve onun uzantısı mekana en yakın varlık belki de kadındır.

“Antonia’s Line = Antonia’nın Yazgısı” filminin yönetmeni “Marleen Gorris” bunu sıklıkla vurguluyor; Kendi kendini doğurabilen, doğası gereği üretken olan; ele geçirilmesi ve terbiye edilmesi gereken kadın; kendinden başka bir şey üretmeyen ve işlenmesi gereken doğa; başka bir deyişle yaşam ve kadın.

Bazen karakterler arasında çatışmaya neden olan etkileri bir mekandaki yağmur, fırtına, kar gibi doğal olaylarla güçlendirebilirsiniz.

Bazen mekanlar arasındaki zıtlık da anlatıma yardımcı olur.

Örneğin; karakterlerinizi gürültünün çok yoğun olduğu bir mekandan (kalabalık bir bar, otoyol) sessiz bir mekana çıkarırsanız gürültünün etkisini çok daha yoğun bir şekilde duyumsatırsınız.

Sessiz ve engin mekanlar hayat muhasebesi yapıp, yüzleşmeler için idealdir.

Tren garları, hava alanları, limanlar ayrılıkları betimler.

Kapalı mekanlar genellikle bunalım duygusu yaratır. Kapalı mekanlarda mücadele yetisini kaybetmiş kişiler sırtlarını dönerken, mücadele yetisi olanlar dışarıya ufka bakarlar.

Günümüz filmlerinin ise mekân anlayışı sinema tarihinin alışageldik filmlerinin mekân anlayışından hayli farklıdır. Çizgi romanların, bilim kurgunun sıklıkla işlendiği bu filmlerde fantastik karakterlerin maceraları ve çatışmaları sanat yönetmenlerinin hayalinde gelişerek tasarlanan ve bilgisayar teknolojisinin sunduğu olanaklardan yararlanarak üretilen mekanlarda gerçekleşir.

Aşağıda yer alan değişik film kliplerinde çeşitli mekan örneklerini görebilirsiniz.

Manderlay 2005, Lars Von Trier.

James Bond, 2018

The Sea of Trees 2015, Gus Van Sant.

Red Planet 2000, Antony Hoffman.

Brimstone 2016, Martin Koolhoven.

Akira Kurosawa ve hikaye

posted in: Film Yönetimi | 0

 

 

 

akira kurosawa1
Akira Kurosawa

 

Eğer Büyük bir yönetmen olmak istiyorsanız önce iyi bir senaryo yazarı olun.

Akira Kurosawa

 

Hikayenin her şey olduğuna inanan yönetmen hiç bir büyük yönetmenin kötü bir senaryodan iyi bir film çıkaramayacağını söylemiştir.

Büyük sinema adamına göre; tekniği ne kadar zorlasanız da – çok güzel görüntüler çekseniz ve yetenekli oyunculardan olağanüstü performanslar alsanız da- kötü bir hikayeden büyük bir film yapılamayacağına, olsa olsa ancak seyredilebilir bir film yapılabileceğini söyler.

 

akirakurosawa2

 

Akira Kurosawa bu bağlamda film yönetmenlerine senaryo yazmalarını ve aşağıda sıralanan önerilere uymalarını tavsiye eder;

  • Dünyanın büyük romanlarını ve dramalarını okuyunuz.
  • Sonra bunların neden böyle büyük olduklarını düşününüz.
  • Eseri okurken uyanan duygularınızın hangi olaylardan üretildiğini araştırınız.
  • Karakterlerin yetkinliği hangi özelliklerinden kaynaklanıyor?
  • Olaylar nasıl gelişiyor ve sizi doruk noktaya taşıyıp merak ve bağımlılık uyandırıyor?
  • Büyük filmleri seyrediniz.
  • Büyük filmlerin senaryolarını okuyunuz.
  • Büyük yönetmenlerin film teorilerini ve özgün dillerini inceleyiniz.

Ancak bu şekilde önce büyük bir senaryo yazarı sonra da yönetmen olursunuz.

Akira Kurosawa der ki, hayatı boşa geçirmeyin…

Bir çok hikaye anlatıcı ve film yapımcısı “bildiğinizi yazın” der. Bu çok yanlış yorumlanan bir söz.

Eğer 37 yaşında bir araba tamircisi iseniz sadece 37 yaşındaki araba tamircilerinin hikayesini yazacaksınız demek değildir bu söz…

Öyle olsaydı İsveçli bir bakanın oğlu olan İngmar Bergman sadece politik konulara yönelir aşk, ölüm, tanrı ve yalnızlığı anlatan filmler çekmezdi.

Kurosawa sanatçılara yaşamlarını bire bir aktarmak yerine, yaşama aktif bir şekilde katılarak, elde edilen yaşamsal tecrübeleri analiz edip, sonuçlar çıkararak bunları anlatacakları hikayelere uygulamayı öneriyor.

Sinema Akımları

posted in: Film Yönetimi | 0

 

sinemakaımları5
Black Swan

 

Sinema Akımları ve Filmler

Günümüz sinema akımları düşünülünce dönemden döneme popüler olan sinema türleri dışında tüm dünyada sinema yapımcılarının hedef kitlelerini belirleyen üç temel akımdan bahsedebiliriz.

Mainstream (Ana Akım) Sinema:

Her ülkenin sinema endüstrisinin yatırım yaptığı, yüksek bütçeli ve her tür seyirciye hitap eden filmler. Bu filmler popüler konuları işler, fazla sayıda kopya ile çok geniş bir dağıtım ağında özellikle çoklu salonlu sinemalarda gösterime girerek, değişik medyalarda gösterilirler ve dağıtımın ardından yoğun pazarlama kampanyaları ile filme ait yan ürünlerden de kazanç sağlarlar.

A sınıfı oyuncular ile fazla sayıda pahalı mekanlarda çekilen filmlerdir. Uzunlukları 90dak. ile 180dak. arasında değişebilir.

Sinema akımları içinde en baskın Ana Akım Sinema örneklerinin tanımı ülkeden ülkeye değişmekle beraber global anlamda düşünüldüğünde akla, en büyük sermayeye ve geniş dağıtım ağına sahip olması açısından, Hollywood Sineması gelir.

Batman, Spiderman, Lord of Rings. Transformers, serileri vs gibi yapımlar bu türe örnek olarak verilebilir.

sinemaakımları1
Batman vs Superman

 

Sanat Sineması:

Ana Akım sinemaya, popüler kültüre karşı duruşları ile “sanat sanat içindir” anlayışını uygulayan filmler…

Bu tarz sinema akım ürünleri filmler taşıdığı değerler ve getirdiği yenilikler açısından sınırlı dağıtım olanakları ile  ticari sinemalarda yer bulamayarak genelde kısıtlı bir seyirci kitlesine ulaşabilirler.

Uzunlukları genellikle 60 dak. civarındadır ve fazla ünlü olmayan oyuncularla çalışılır.

1934 L’Atalante – Jean Vigo

1941 Citizen Kane – Orson Welles

1953 Tokyo Story – Yasujiro Ozu

1964 The Gospel According to Saint Matthew – Pier Paolo Pasolini

1966 Andrei Rublev  – Andrei Tarkovsky

1978 Days of Heaven – Terence Malick

1982 Fanny and Alexander – Ingmar Bergman

1996 A Clockwork Orange – Stanley Kubrick

2002 Mulholland Drive – David  Lynch

2009 The White Ribbon – Michael Haneke

2015 The Gift – Joel Edgerton

sinemaakımları2
The White Ribbon

 

Bağımsız Sinema:

Sinemayı kendini ifade etme biçimi olarak gören, çoğunlukla sıra dışı konuları ele alan ve düşük bütçelerle çekilen filmler.

bu sinema akım’ının ürünleridir.

Büyük stüdyoların dışında çekilen bu filmler daha önce işlenmemiş konulara yenilikçi bakış açılarını uygulayan  ve bu yenilikçi fikirleri ile sinema anlatımını geliştiren deneysel filmlerdir. Bu tür sinema tarihine bir çok “Ataeur” yönetmen kazandırmıştır. Bağımsız filmler kendilerine her ülkede yer bulabilmelerine rağmen en iyi örneklerini yine Amerika’da vermişlerdir. Spike Lee, Kevin Smith, Bryan Singer, Sofia Coppola, Darren Aronofsky gibi isimler Amerikan sinemasının çıkardığı bağımsız yönetmenlere birer örnektir

1959 Shadows (1959), Yö. John Cassavetes

1973 Mean Streets (1973), Yö. Martin Scorsese

1974 Dark Star (1974), Yö. John Carpenter

1974 The Texas Chain Saw Massacre (1974), Yö. Tobe Hooper

1979 Mad Max (1979, Aus.), Yö. George Miller

1984 Blood Simple (1984), Yö. Joel Coen

1984 Stranger Than Paradise (1984, W. Ger/US), Yö. Jim Jarmusch

1984 The Terminator (1984), Yö. James Cameron

1989 Drugstore Cowboy (1989), Yö. Gus Van Sant

1989 Sex, lies, and videotape (1989), Yö. Steven Soderbergh

1992 El Mariachi (1992), Yö. Robert Rodriguez

1992 Reservoir Dogs (1992), Yö. Quentin Tarantino

1994 Clerks (1994), Yö. Kevin Smith

1995 The Usual Suspects (1995), Yö. Bryan Singer

1998 Run Lola Run (1998, Ger.), Yö. Tom Tykwer

1999 Being John Malkovich (1999), Yö. Spike Jonze

2000 Amores Perros (2000, Mex.), Yö. Alejandro Gonzales Inarritu

2000 Memento (2000), Yö. Christopher Nolan

2001 Donnie Darko (2001), Yö. Richard Kelly

2003 Lost in Translation (2003), Yö. Sofia Coppola

2004 The Passion Of The Christ (2004, It./US), Yö. Mel Gibson

2015 Mother  ( 2015), Yö. Darren Aronofsky

sinemaakımları3
Lost in Translation

 

 

 

 

SENARYO VE YÖNETMEN – SİNEMA FİLMİ YÖNETMENİ HAKKINDA KISA BİR MAKALE, 4

posted in: Film Yönetimi | 0

SENARYO VE YÖNETMEN

Jean-Luc Goddard

 

Her senaryo yazarı için mükemmeldir. Çoğu kez sancılı bir üretim sürecinin sonunda ortaya çıkar ve onu yaratan kişinin çocuğu gibidir. Klasik deyişle her anne kendi çocuğunu beğenir.

Fakat senaryo ve yönetmen ilişkisi bağlamında iyi bir yönetmenin bir senaryonun sinemasal niteliğini kavramak açısından doğal bir yeteneği var olmalıdır. İyi bir yönetmen kamerayı zekice kullanarak etkin bir görsel anlatımla diyalogları da sadeleştirebilir.

Uygun bir dekor içinde iyi bir oyuncu gözlerindeki anlatımla tüm bir senaryo sayfasında yer alan sözcüklerin tümünü söyleyebilir.

Yazarlar genellikle konu üzerinde dururlar, halbuki iyi geliştirilmiş ilginç karakterler konuyu kendiliğinden getirir ve geliştirir. İki insan karşı karşıya getirilip bir dram yaratılabilir. Bu iki kişi de ilerleyen aşamalarda sayısız durum içine konabilir. Shakespeare‘in Romeo – Juliet hikayesinin kaç kez çekildiğini ve kaç versiyonu olduğunu hatırlayalım.

Sinemada oyuncuların konuşmak yerine eylemi yapmaları çok daha etkindir. İnsanlar genellikle düşündüklerinden farklı konuşurlar, bir insanın beklenmedik bir durumda ortaya koyduğu tepki o kişinin karakterini ele verir.

Uygulama ve yapım sorunları açısından senaryonun incelenmesi gereken bir yönü de karakterlerin sayısıdır. Senaryo da ne kadar çok karakter varsa bunları geliştirmek ve organize etmek de o kadar uzun sürer. Yine senaryo ve yönetmen ilişkisi bağlamında şunu söyleyebiliriz; bazı filmlerde başroller üzerinde yoğun şekilde durulurken yardımcı roller kendi akışına bırakılır.

İki veya daha fazla karakteri bir karaktere dönüştürmek kolaydır. Böylece diğer karakterleri daha iyi geliştirmek için zaman kalır.

Elenmemiş bir karakter ise, ne kadar kısa bir rolü olursa olsun, geliştirmeye değer.

Çekim yerlerinin sayısı (mekanlar ve dekor) zaman açısından önemle incelenmesi gereken bir konudur. Zira ekibin taşınması hem zaman hem de para demektir. Bu da senaryo ve yönetmen ilişkisinde bütçe bağlamında karar verilmesi gereken hassas noktalardan biridir.

Film Dilinin gramerinin kuralları da uzun zamandan beri perdededir. Bu kurallar İsveç’te Bergman, Japonya’da Kurosawa, İtalya’da Fellini, Amerikada Coen Kardeşler, Danimarkada Lars von Trier, Fransada Jean-Luc Goddard vs gibi coğrafya ve kültür dolayısıyla üslup açısından birbirinden hayli uzakta olan film yapımcıları tarafından kullanılmaktadır.

Bu kurallar öykünün görsel anlatımında ortaya çıkan özel sorunların çözümünde kullanılır ve senaryo yönetmen ilişkisinde bağlayıcı bir nokta teşkil eder.

 SON

 

 

 

Sinema Filmi Yönetmeni Hakkında Kısa Bir Makale, 3

posted in: Film Yönetimi | 0

Sinema Filmi Yönetmeni

 

Orson Welles
Orson Welles

 

Sinema filmi yönetmeni kendisine yüklenen bu özgün sorumluluğu yerine getirebilmek için ekibinde bir iş dağılımı yapmak zorunda olan kişidir.

Örneğin; filmde yer alan sahnelerin atmosferini  tarif ettiği ve bu atmosferin hangi sahnelerde oluşturulabilecegini bilen  yardımcılarından mekan seçimlerini yapmalarını ister…

Sanat yönetmeninin uygun kostüm ve dekorların,  aksesuarların tasarlanmasını ister…

Görüntü Yönetmeni ile başbaşa vererek hikayeyi en uygun şekilde aktaracak görüntüleri saptamaya çalışır…

 

..

Nuri Bilge Ceylan
Nuri Bilge Ceylan

 

Filmi üzerinde tam kontrol sağlamak isteyen bazı yönetmenler de aşağıdaki şekilde çalışırlar;

  • Genel bir plan oluşturur ve bunun çerçevesinde oyuncularla provalar yapar,
  • Ekip ve oyuncuların direktifleri takip edip etmediklerini dikkatle kontrol eder,
  • Kendi senaryosunu yazar (Orson Welles, Quentin Tarantino, Robert Rodriguez, Christopher Nolan, Nuri Bilge Ceylan vs.)
  • Çalışma tarzına yatkın olan ve çoğu kez daha önce de çalıştığı bazı danışman senaristlerle çalışarak bu senaryoyu kontrol eder ve geliştirir,
  • Kendi görüntü yönetmeni ve kurgucusu ile çalışır,
  • Bazen kendisi de filminde rol alır, hatta filmin star oyuncusudur. (Woody Allen)

 

 

Christopher Nolan
Christopher Nolan

 

 

Woody Allen
Woody Allen

 

Sinema filminin üretim aşamalarını şöyle sıralayabiliriz;

  • Proje seçimi (hikaye – senaryo),
  • Proje üzerinde ön hazırlık çalışması,
  • Çekim,
  • Post Prodüksiyon – çekim sonrası ( çekilmiş ham malzemenin işlenmesi, kurgu, seslendirme, çoğaltma vs. gibi işlemler ) .

 

Sinema filminin oluşabilmesi için her şeyden önce bir film öyküsü dolayısıyla bir senaryo olması gerekir.

Senaryonun kelime anlamı bir film çekilmesinde temel olan yazılı metin veya plan ve sahnelere bölünmüş film hikayesi olarak açıklanabilir.

Film diyalog yazarının anlatım aracı değildir. Bir tiyatro oyununu etkileyici biçimde perdeye

aktarabilse de bir tiyatro eseri de değildir.

Film sözcüklerden çok görüntülerin dilidir. Bir sahnede yoğun diyaloglarla anlatılacak bilgi ve mesajlar devinim ve tepkilerle anlatılmalıdır.

Bir çok yapımcı senaryoların çekime başlamadan önce yönetmen tarafından gözden geçirilmesini ister.

Yazarın bakış açısı öznel’dir, fakat bir yönetmenin bakış açısı kesinlikle nesnel olmalıdır.

Bir yönetmenin belirli konular ve biçimler için öznel tercihlerinin olması kaçınılmazdır.

Fakat tüm bunları izleyiciye en etkin bir şekilde sunabilmek için nesnel bir bakış açısına da

sahip olmalıdır.

İşte bu iki değişik özelliği dengeli bir şekilde yapımlarında birleştirebilen yönetmenler başarılı filmler ortaya koyabilien yönetmenlerdir.

Devam edecek…

 

 

 

Sinema Filmi Yönetmeni Hakkında Kısa Bir Makale, 2

posted in: Film Yönetimi | 0

Sinema filmi yönetmeni hayal gücü geniş olan kişidir…

Sinema filmi
Yönetmen koltuğu

 

Sinema filmi yonetmeni kültürün bütün damarlarından beslenmeli ve iyi gözlem yapıp gördükleri üzerinde düşünebilmelidir

Felsefe, Psikoloji, Düşünce Tarihi, Sosyoloji, Edebiyat, Semantik gibi bilimler kişiliğini

geliştirme konusunda ona yardımcı olacak disiplinlerdir.

Sinema öğrencileri genellikle eski film yapım kurallarını modası geçmiş olarak kabul ederler.

Neticede bir sinema filmi yapımı özel bir şeydir, insan filme kendinden çok şey katabilir ve kuralları eğip bükebilir.

Film yapım kuralları da sürekli değişiyor.

Film yapımı değişiklikleri ve yenilikleri kullanabilen bir daldır.

Ama bu değişiklikleri ve yenilikleri olumlu yönde kullanmak lazımdır.

Sinemada “olumlu” demek izleyiciyi filme katacak ve izlettirecek her şey demektir.

Seyirciyi sıkan filmden kaçıran her şey olumsuzdur.

Sinema filmi yönetmeni olmak isteyen meraklıları bazı öneriler…

  • Her şeyden önce seyirciyi tanıyın.
  • Kendinizi onun yerine koyun.
  • Öznel değil nesnel olmaya çalışın.
  • Hikayeye nasıl katıldıklarını gözlemleyin.
  • Seyircinin alışkanlıkları olduğunu ve yıllardır koşullandırıldığını unutmayın.
  • Yenilik ve denemelerin cesursa peşinden koşun, ama kuralları değiştirmeden ve yeni kuralları koymadan önce eski kuralları öğrenin.

Sinema eseri yapımı aynı zamanda büyük paraların harcandığı ve büyük getirilerin de

olabileceği ticari ve mali bir iştir.

Bu durum yönetmen ve yapımcı arasındaki her zaman da iyi olmayan ilişkileri getirir

Bir yapımcı, özellikle Amerikan sinemasındaki yapımcılar, proje üzerinde mutlak kontrolü olabilecek kişidir.

Örneğin, yönetmen her zaman oyuncu seçimi üzerinde mutlak kontrol sağlayamayabilir.

Filmin iş yapmasını ve stüdyonun az masrafla fazla kazanç sağlamasını ön planda gözeten

yapımcı bu konuda söz sahibidir..

Amerikan sinemasında büyük stüdyoların yapımcıları senaryodan, filmin son kurgusuna

kadar her konuda veto yetkisine sahiptirler ve sıklıkla yönetmen ile ters düşebilirler.

Profesyonel anlamda yapımcıların olmadığı ülkemizde ise durum biraz farklıdır.

Tanınmış yönetmenlerimizin çoğu, Ömer Kavur, Atıf Yılmaz, Ali Özgentürk, Feyzi Tuna, Emin Alper, Yeşim Ustaoğlu hem yönetmen, hem de yapımcıdır.

Bu durum sinema filmi yönetmenlerinin, bir yandan yapımcılığın gerektirdiği bir sürü bürokratik işlemle uğraşarak sanatsal aktivitelerine yoğunlaşmalarını zorlaştırırken, bir yandan da onlara istediği seçimleri yapabilme özgürlüğünü tanıyor.

Yönetmenlerin bu çifte şapkalı durumlarının en olumsuz etkisi o sinema filmi için etkin bir pazarlama yapılamaması şeklinde ortaya çıkar.

Ama Türk sineması geliştikçe profesyonel yapımcıların da bu göreceli zayıf endüstride yerini alacağına inanabiliriz.  Nuri Bilge Ceylan ve Zeynep Özbatur birlikteliği buna örnek verilebilir.

Yukarıda verilen bilgilerin çerçevesinde bir yönetmenin sorumluluklarını şöyle sıralayabiliriz;

  • Filmin tüm artistik vizyonunu oluşturmak,
  • İçeriği kontrol edip , film akışını sağlamak,
  • Oyuncuların duygu oluşumlarını ve performanslarını yönetmek.

Devam edecek…