Nostalji
[metaslider id=”3388″]
Sinema Okulu
Nostalji
[metaslider id=”3388″]
Sinema oyunculuğu için önemli olan kriterler
Sinema oyunculuğu bir çok oyuncu adayına “normal – kendi” olma durumunun dışında fazla şey gerektirmeyeceği düşünülerek cazip gelebilir.
Tiyatro oyunculuğunun gerektirdiği şekilde fazla fiziksel efor harcamayı gerektirmediği zannedilebilir.
Oyunculuğun gerçekleştiği mekan bir doğa sahnesi veya bir stüdyo olabilir. Her ne kadar diğer oyuncular, teknik ekip, ışıklar, kameralar vs sizi çevrelediyse de, karşınızda gerçek seyirci yoktur. Yönetmen “motor” dediği anda kendi kişiliğinizden izole olur, senaryoda yazılmış kişinin benliğine bürünürsünüz.
Eğer bu konuda başarısız olursanız karşıda gerçek seyirci olmadığı için her zaman geri dönüş imkanı vardır diye düşünmeyiniz; her tekrar zaman ve zaman da para demektir!
Kamera önünde doğal olmak durumundadır oyuncu. Yapılan eylemin iyi bir denetim içinde kullanılması doğallığı kazandırır. Yapmacık hiçbir şey yapılmamalıdır. Bu oyunculuğa aykırıdır. Kamera önünde yapılacak her eylemin bir mantığının olması şarttır.
Sinema projelerinde el kameralarının kullanımı her geçen gün biraz daha artmaktadır. Özellikle bu kameraların kullanıldığı durumlarda (etrafınızda sürekli dönen bir kamera olduğunu hayal ediniz) bir oyuncunun yerini muhafaza edebilmesi en önemli ve en zor durumlardan biridir.
Kamera çekime başlamadan önce sahnedeki yeriniz yönetmen yardımcılarından biri tarafından yere renkli bir bantla bir X veya T şeklinde işaretlenir.
Göreviniz sadece o noktaya yürüyüp orada kalmak çekim başladığı anda doğal bir şekilde kamerayı takip etmektir.
İp ucu: Evinizde bir üç-ayak ve video kamera yardımı ile deneme yapabilirsiniz.
Bu terim konusunda genellikle bir yanlış anlama vardır. “Geriye Kayma” terimini bir nevi “denge” anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz; hiçbir zaman sahnede canlandırdığınız karakterin gücünü ve enerjisini azaltmanız kesinlikle kastedilmemektedir.
Bir tiyatro sahnesinde sesin güçlü kullanımı tiyatro oyunculuğunun en önemli öğesidir diyebiliriz.
Sinema filmi çekimlerinde ise bir oyuncunun etrafı yaka mikrofunu, boom mikrofon vs gibi çeşitli, son derece duyarlı ses toplama ve kayıt cihazları ile çevrilmiştir. Bu ekipmanlar en düşük seviyede bile yayılan sesleri toplayıp kaydetme yeteneğine sahiptirler.
Dolayısıyla gerçek yaşamı birebir canlandırmaya çalışan sinema filmlerinde rol alan oyuncunun sesini günlük yaşamda kullandığı vokal seviyede kullanması idealdir.
Komedi oynamak göründüğünden çok daha zordur. Bir komedi oyuncusunun en fazla dikkat etmesi gereken husus seyirciyi gülmeye zorlamamaktır.
Elinizde mükemmel bir komedi senaryosu olabilir ama karakterinizi her an izleyiciden bir kahkaha bekler şekilde kurgularsanız sahnenin spontaneliğini bozarsınız.
Komik bir repliği nasıl söylemek gerekir?
Tekrar ediyoruz…Sakın komik olmaya çalışmayın!
Eğer repliğinizin komik olduğuna yürekten inanırsanız kahkahalar kendiliğinden gelir…
Canlandırdığınız her karakterin sürekli birşeyler yaptığını unutmayın. Sadece konuşmazlar. Yaşarlar; drama boyunca hayli karmaşık insancıl sorunlar sürecinden geçerler. Anahtar sözcükler; yaşamak ve deneyimdir. Sahnede yaptığınız herşey gerçek yaşamda edindiğiniz deneyimlerden esinlenir. Bir duyguyu gerektiği gibi anlatmak için hayal gücünüzü abartarak ya da dizginleyerek oyununuzun içine gizleyin. Bu bağlamda tonlarca hata yapabilir ve tam bir geri zekalı gibi görünebilirsiniz ama sonunda başarırsınız…
Tom Hardy
Whatever character you play, remember they are always doing something. They are not just talking. They are alive; going through a drama in which they will go through some sort of dramatic human experience. Keywords: Alive and Experience. It is your job to make them become so. Anything you do on stage or film has a direct relation to something you have experienced in one form or another in real life. Use your imagination to exaggerate or lessen that sensation. Then, disguise it in characterization and don’t forget to make lots and lots of mistakes, and look like a complete asshole. You’ll do fine.
Tom Hardy
2017 yılının en çok ses getiren filmlerinin genç oyuncuları gelecek için umut vadediyor…
Dünya sineması 2017 yılında bir çok genç oyuncunun yükselişine şahitlik etti.
Bu erkek ve kadın oyuncular arasından seçtiğimiz yıldızlı on tanesi [icon icon=icon-star size=14px color=#000 ][icon icon=icon-star size=14px color=#000 ]
[icon icon=icon-star size=14px color=#000 ]
[metaslider id=”2194″]
Oyunculukta Biyomekanik Yöntem, aktör ve yönetmen Vsevolod Meyerhold’un Pavlov’un koşullu tepke kuramı ile Taylorculuğun etkisi altında ortaya attığı, mekanikliğe ve ekonomikliğe dayalı oyunculuk yöntemidir.
Rus Devriminden sonra çalışma tekniklerini oyunculuk teknikleriyle bağdaştırma ve “proleter oyunculuk” yöntemini kurma amacından doğan Biyomekanik Yöntem, oyuncunun işçinin çalışma düzenine koşut bir devinim içinde olmasını, burjuva oyunculukta rastlanan “fazla” hareketlerden arınmasını, “çalışma davranışı” nın yakalanmasını, düşüncenin uyarımla yorumlandıktan sonra gövdeye uygulanmasını, iç tonlamanın bu yolla ortaya çıkarılmasını istiyordu.
Anlatımda ekonomiklik, devinimlerde kesinlik gerekiyordu; zira, oyuncunun devinimi, uzayda plastik biçimlerin devinimi olduğundan, oyuncu kendi gövdesinin mekaniğini çok iyi bilmeliydi.
Deneyimli bir işçiyi izlediğimizde hareketlerinde şunlar gözlenir;
Bu temeller üzerine kurulmuş hareketlerde hiçbir kararsızlık yoktur. Dansı hatırlatır.
Konstrüktivizm (yapısalcılık), sanatçının aynı zamanda mühendis olmasını da zorunlu kılmıştır. Meyerhold’a göre sanat, bilimsel temellere dayanmalı ve sanatçının her yaratımı bilinçli olmalıdır. Oyuncunun sanatı malzemesini düzenlemesine dayanır ve oyuncu bedeninin tüm anlatım olanaklarının bilincinde olmalıdır.
Düzenleyen ve düzenlenen, ya da sanatçı ve malzemesi arasındaki sentez oyuncuda gerçekleşir.
N=A1+A2
N-Oyuncu
A1-Tasarımı Yapan
A2-Tasarımı Yorumlayan (oyuncunun bedeni)
Uzam içerisinde plastik biçimler yaratmak olarak özetlenebilecek oyunculuk yaratımı, oyuncunun beden mekaniğini incelemesini zorunlu kılar. Bu onun için gereklidir çünkü, özellikle canlı bir organizmada, bir kuvvetin kendini ifade etme biçimi tek bir mekanik yasasına bağlıdır. Belki de en büyük gereklilik biyomekanik yasalarının herkesçe bilinmesidir.
Sanat, bilimsel temellere oturtularak oyuncunun hareketleri bilinçli bir süreci oluşturmalıydı. Her psişik durum, belli fizyolojik süreçlerle uyarıldığından, oyuncu kendi doğru fiziksel durumunu kendisini bulgulamalıydı; böylece denetlenmiş fiziksel durum, duyguları doğuracaktır.
Oyunculukta Biyomekanik Yöntemde uygulanan ve iç tekniği geriye iterek dış tekniği öne çıkaran bu oyunculuk yöntemi, konstrüktivist oyunculuğa ve sahne düzenine karşılık gelen bir yöntem olmuştur. Böylece, Meyerhold Stanislavski’nin temsili sunuma dayalı oyunculuğunun aksine göstermeye dayalı bir oyunculuk stilini savunur. Bir oyuncunun içerden bir karakter yaratmasının öneren Stanislavski yönteminin tam karşıtıdır; ona göre oyuncu önce dışsal hareketlerini kullanmalıdır.
Meyerhold’un yaklaşımı izleyicinin oyuncunun bedeni üzerinden olayları izlediği bir teknik yaratmaktı. Sahne dekorunu ve diyalogları önemsemeden aksesuarlarla bütünleşmiş oyuncu bedeninin ve hareketlerinin, oyunun en önemli öğesi haline sokmayı ilke edinen bir tiyatro yaratmak istiyordu.
Ona göre her hareket önemlidir, kesin ve bilinçli olmalıdır, fazladan gereksiz hareketlere yer yoktur ( proleter bir işçi gibi)
olarak sıralanabilir…
Meyerhold’un egzersizlerinde sıklıkla mask kullanılır. Makyaj, peruk, şapka, eşarp, fular, gözlük ve özellikle Commedia della’arte maskları vs gibi aksesuarlar oyuncunun tiyatronun paradoksal doğasının keşfinde yardımcılarıdır.
Aşağıda belirtilen Oyunculukta Biyomekanik Yöntem egzersizi herhangi bir maske ile uygulanabilir;
Oyunculukta Biyomekanik Yöntem’in babası Meyerhold adeta Groteks’e aşıktı; bir oyuncunun izleyiciyi bir durum ve anlayıştan başka bir durum ve anlayışa geçirmesinin en etkin yolunun zıtlıklar olduğuna inanırdı. İzleyiciyi beklenmedikle şaşırtarak, rahatsız etmenin oyuncunun performansını algılamasını sağladığını defalarca ifade etmiştir.
Meyerhold’a göre Groteks ögeler aşağıdaki şekilde izole edilebilirlerdi;
Meyerhold’un tiyatrosu,
Meyerhold’un çalışmaları 1939 yılı Hazıran ayına kadar devam etti 1939 yılında Leningrad’da Pushkin’in eseri Boris Godunov’u Prokofiev’in müziği eşliğinde sahnelemeye hazırlanırken İngiltere ve Japonya adına casusluk yapma iddiası ile tevkif edildi. Temmuz ayında ise eşi aktris Zinaida Reich Moskovadaki apartmanında bıçaklanarak öldürüldü.
Meyerhold da 1940 yılında idam mangası tarafından infaz edildi.
Stalin döneminin ardından 1955 yılında adı temize çıkarıldı ve 2000 yılında basılan posta pullarında Stanislavski ile birlikte portreleri yer aldı.
Meyerhold Egzersizi
Meyerhold egzersizi hançerleme
Not: Bu konu ile ilgili örnek videoları Youtube sinema_ekol hesabımızda bulabilirsiniz.
Kaynakça:
Braun, E. 1995. The Theatre of Meyerhold: Revolution and the Modern Stage. University of Iowa Press.
Hoover, M.J. 1974. Meyerhold: The Arts of Conscious Theatre. University of Massachusetts Press. Mass.
Leiter, S. 1994. The Great Directors. Facts on File Press. New York.
Meyerhold, V. (trans. and ed. By Edward Braun) 1969. Meyerhold on Theatre. Methuen. London.
Marlon Brando
Marlon Brando 3 Nisan 1924 yılında Omaha, Nebraskada dünyaya geldi.
Şiddetli geçimsizlik yaşayan anne ve babası bir süre sonra boşandılar. Marlon, kız kardeşleri Frannie ve Jocelyn ile birlikte aslen Alman asıllı olan bir oyuncu olan anneleri Dorothy Julia’nın yanında kaldılar.
Aile boşanmanın ardından Kaliforniyaya taşındı. Ardından anne ve babası barıştı ve aile tekrar birleşti.
Marlon Brando’nun kız kardeşleri de oyunculuğa meraklı idiler. Jocelyn Brando, Amerikan Dramatik Sanatlar Akademisin’de okudu. Broadway’ de sahneye çıktı ve filmlerde ufak roller aldı. Frannie Brando ise New York’a Sanat Okulu’na gitti.
Rol yapma eylemi, etrafını çevreleyen olumsuz atmosferden kaçmak için ürettiği bir yöntem gibidir. Annesi alkolikti, sık sık yollara düşen bir satıcı olan babası ailesiyle ilgilenmemesinin yanısıra onlara şiddet uygulamaktan hoşlanıyordu.
Daha henüz yedi yaşındayken çok güzel lehçe taklidi yapar; çünkü babası bundan çok hoşlanmaktadır.
16 yaşındayken girdiği askeri okuldan disiplin sorunu yaşadığı ve sık sık okuldan kaçtığı için atıldı. Bir süre babasının yanında çalıştıktan sonra New York’taki ablasının yanına geldi. New York Brando’nun karmaşık karakterini oluşturduğu şehir olmuştur.
Sık sık sokaklarda yatıp kalkıyor ve gözlem yapıyor, serseriden bankere kadar çevresindeki tüm insanların davranışlarını inceliyordu. Daha sonra bu gözlemlerini ablasının da devam ettiği ve Stella Adler’in oyunculuk dersi verdiği “New School” da aldığı eğitimle pekiştirdi.
Brando sürekli öğrenmek ve bilmek isteyen bir yapıya sahipti; okulunun da etkisiyle kitaplara gömüldü ve bu tutkusu tüm yaşamı boyunca devam etti; kitap okudu, yeni şeyler öğrenmeye çalıştı.Yeteneklerinin yanısıra onu böylesine büyük bir oyuncu yapan faktörlerden biri de bu tutkusu olsa gerek.
“I Remember Mama” isimli oyunda büyük bir başarı yakalamasının ardından tüm yetenek avcıları peşine düştü fakat Brando 7 senelik bir kontratla kimseye bağlanmayı kabul etmediği için bir menajer tarafından temsil edilemedi.
1950 yılında Fred Zinnemann’ın “The Men” filmiyle sinema dünyasına etkili bir giriş yaptı. Bu filmde canlandıracağı rol için gaziler hastanesinde kalarak uzun süre gözlem yaptığı ve rolü için hazırlandığı söylenir. Marlon Brando’yu “The Men” filmininin ardından “ A Streetcar Named Desire – Arzu Tramvay’ı” filmindeki uzun süre aktörle özdeşlenen ve babasının kabadayı karakterinin birebir yansıması olan Stanley Kowalski karakterinde izleriz. Film’in 3 Oscar ödülü kazanmasına rağmen Brando’ya beklenen Oscar verilmemiştir.
Daha sonraları “On The Waterfront – Rıhtımlar Üzerinde” ve “God Father – Baba” filmleriyle En İyi Erkek Oyuncu dalında iki kez Oscar’ı kazanmasına rağmen 1972 yılı Oscar ödül törenine kendisinin gitmeyip yerine Kızılderili genç bir kızı göndermesinin altında yatan sebeplerden biri de aslında kırılgan bir duygusal yapısı olan aktörün gençliğinde yaşadığı bu hayal kırıklığı olabilir. Marlon Brando, törenin ardından Amerikan hükümetinin ve Hollywood’un Western filmleri yoluyla kızılderililere yyaptığını kabul edemediği için Oscar’ı protesto ettiğini söyledi ve bir gecede Brando efsanesi oluştu.
1953 yılında Shakespeare’in “Julius Caesar” oyunundan uyarlanan filmde Marcus Antonius rolüyle Oscar’a 3. kez aday oldu ama ödülü alamadı.
O zamanlar Hollywood Brando’ya karşı çok sert bir tutum takınmıştı. Eleştirmenlerin onu dönemin en iyi oyuncusu olarak göstermesi ve filmlerinin gişe başarısına rağmen ödül alamaması büyük yankı uyandırıyordu.
Fakat Marlon Brando yine umursamaz tavrını takınarak arkadaşlarına: “Eğer film stüdyoları, yerleri silmem için de aynı parayı verseydi, oyunculuk yerine yerleri silmeyi tercih ederdim.” demiştir.
1955 yılında yapılan 27. ödül töreninde sürekli çiklet çiğnemiş ve aktris Bette Davis En İyi Erkek Oyuncu ödülünü açıklamak için sahneye çıktığında çiğnemesini durdurmuş, adı anons edilince ağzından çikleti çıkararak cebine koymuş ve ödülü almak için sahneye yönelmiştir.
“The Wild One – Kanlı Hücum” filminde oynadığı motosikletli, blucinli, deri montlu Johnny Strabler karakteri dönemin bir idolü haline geldi ve gençlerin büyük çoğunluğu onu taklit etti.
1952 yılında ise Broadway yıllarında tanıştığı Elia Kazan’ın “Viva Zapata! – Yaşasın Zapata!” filminde Meksikalı devrimci rolünü üstlenmiştir. Oynadığı bu rolle büyük beğeni topladı ve Oscar’a yine aday oldu
1954 yılına gelindiğinde ise Elia Kazan’ın yönettiği “On The Waterfront – Rıhtımlar Üzerinde” filminde ki Terry Malloy rolüyle sinema tarihinin unutulmaz performanslarından birine imza attı. Oscar’a “En İyi Erkek Oyuncu” dalında üst üste 4. kez aday olan Brando, bu rolüyle en sonunda Oscar’ı aldı. Oynadığı rolü adeta yaşayan, karaktere verdiği gerçekçiliğiyle birçok kişiye göre sinema tarihinin en iyi oyunculuk performansını sergileyen Marlon Brando için filmin yönetmeni Elia Kazan “Sinema tarihinde bundan daha iyi bir oyunculuk performansı var mı bilmiyorum” yorumunu yapmıştır. Bu rolüyle neredeyse almadık ödül bırakmadı.
Elia Kazan Brando’nun çağdaşı ve ondan sonra gelecek nesil olmak üzere iki jenerasyonu mahvettiğini söyler. Kazan’a göre Brando hiç bir zaman bir Metot oyuncusu olmamıştır. O da oyunculuğunda bir metot uygular ama bu Adler’in öğrettiği Metot değil, kendi dehasının ürünü kendi metodudur. Böylece bilinen Metot oyunculuğu öğretisini uygulayarak Brando’yu taklit etmeye çalışan tüm genç oyuncular başarısız olmuştur.
Oyunculuk açısından başarılı ama gişe başarısı yakalayamayan filmlerde oynadı.
The Fugitive Kind – Kaçak Türden (1960), One Eyed Jacks – Ask ve intikam (1961), Mutiny on the Bounty – Denizde İsyan (1962), The Ugly American – Çirkin Amerikalı (1963), Chase- Kaçaklar (1966), Batida Vuruşanlar (1966) ve Reflections in A Golden Eye – Parıltılı Gözler (1967). gişede başarısız olan filmleri oldu.
1961 yılında çekilen “One-Eyed Jack” filmi ilk ve tek yönettiği filmdir. Film her ne kadar beğenildi ve gişe de iş yaptıysa da çekim o kadar uzamış ve yapım maliyeti o kadar yükselmişti ki getirisi gideri karşılayamadı. Brando, son derece başarılı bir oyuncu olmasına rağmen insan yönetimi, ekip çalışması ve organizasyon yönünden de o kadar zayıftı. Bir türlü bitmeyen film, stüdyo tarafından zorla Brandonun elinden alındı ve kurgu odasında tamamlandı ki Brando kurgu odasından da çok sıkılmıştı.
60’lı yıllar Marlon Brando’nun politik tutumunun ve aktifliğinin zirve yaptığı yıllardır. Amerikan Yerlilerinin ve siyahilerin haklarının savuncusu olmuştur. Southern Christian Leadership Conference’ın 1963 martındaki yürüyüşüne ve Black Panther – Siyah Panterlerin 1968 yılındaki yürüyüşüne katılması ona fazla hayran kazandırmaz, aksine kaybettirir. Özellikle Amerika’nın Güney eyaletlerinde Brando’ya karşı gizli bir ambargo başlar, dağıtım zincirleri filmlerini dağıtmaz ve göstermez.
Marlon Brando, sıkıntılarla geçen 60’lı yıllardan sonra maddi anlamda zor günler geçiriyordu. “The Godfather – Baba” filminin yönetmeni Francis Ford Coppola aktörle ilk temasa geçtiğinde Brando Mafya’yı yüceltmek istemediği için bu rolü kabul etmemiş fakat daha sonra maddi sorunlarının da etkisiyle evet demiştir. “Baba” filmindeki “Don Vito Corleone” rolü ona kuşaklar boyunca unutulmayacak bir prestiji de beraberinde getirdi. Birçok sinema eleştirmenlerine göre “tüm zamanların en iyi oyunculuk performansı” nı gösteren Brando, taraflı tarafsız herkesin büyük beğenisini kazandı ve o sene 2. Oscar’ını aldı.
The Godfather’dan sonra belki de çektiği en erotik film olan “Last Tango in Paris – Pariste Son Tango” ona yeni bir Oscar adaylığı getirdi..
1970’li yılların sonlarına doğru küçük rollerde oynadı.
”Superman” filmindeki 10 dakikalık Cameo rolü için astronomik ücret talep etti ve istediği ücreti de aldı. Sadece 2 haftalık çekimler için 11.25 milyon dolar alarak bir rekora imza attı.
“Apocalypse Now – Kıyamet” filminin yönetmeni Francis Ford Coppola sadece 20 dakikalık rolü olan karakterine (filmin ilham aldığı romanda Kurtz malarya hastalığından dolayı çok zayıf, adeta bir çocuk görünümündeymiş) uyum sağlayabilmesi için kilo vermesini istemiş ve Brando kabul etmiş. Astronomik ücretininin bir kısmını önceden almış olan 52 yaşındaki Brando Filipinlerdeki sete geldiğinde hiç kilo vermediği aksine aldığı görülünce görüntü yönetmeni Vittorio Storaro aktörün sahnelerinin çoğunu gölgede çekmek zorunda kalmış.
Uzun yıllar bunları tamir etmeye çalıştığını söyleyen aktör sık sık “bir yetimhaneye düşse idim daha sağlam bir birey olarak yetişirdim” der.
Kariyeri boyunca Hollywood ve otorite ile bir türlü barışamayan Brando’nun kendisi de bir cins Oedipus kompleksi taşıdığını itiraf eder. Oedipus kompleksi Sophocles’in meşhur “Oedipus Tragedyası”ndaki, annesiyle evlenen Oedipus’un dramında olduğu gibi, adını eski mitolojik öykülerden alır. Freud’a göre 4-5 yaş arasındaki erkek çocuklarda babayı kendine rakip olarak görme ve annenin gözdesi olma şeklindeki davranış tarzını belirtmek için kullanılmıştır.
Marilyn Monroe’ye göre gelmiş geçmiş en çekici erkek olan Brando kadınları sürekli cezbeder ama onları hep terk eder. Üç kez evlenip boşanır ve üç kadından beş çocuğu olur.
“Kadınları kışkırtarak test ederim; kırılma noktalarına geldiklerinde hemen yalan söylerler” derken bu maço davranışın altında yatan gerçeğin ilgisini beklediği ama mutluluğu içki şişelerinin dibinde arayan alkolik annesine olan güvensizliğin olduğu kesin olsa gerek.
Marlon Brando meditasyon yolu ile hastalıklarını iyileştirebileceğine inanıyordu.
1990 yılında bir operasyon geçirmesi gerektiğinde anestezi istemediğini, sadece bir ağrı kesici iğne ile yetinip meditasyon yolu ile kendini uyutacağını söylemiş. Doktorların bunu kabul etmemesi üzerine doktorların gözü önünde 20’li değerlerin üzerine yükselen tansiyonunu normal değerine meditasyon yaparak düşürmüştür.
Çalkantılı çocukluk yaşamının yanısıra kendi kurduğu ailesi de hayli zor zamanlar geçirmiştir.
80’li yıllardan itibaren yaşadığı ailevi sorunlar sonucu kendini dünyaya kapatan oyuncu neredeyse hiç bir filmde rol almadı. 90’lı yıllar Brando için çok daha sıkıntılı ve yıkıcı yıllar oldu; büyük oğlu kız kardeşinin sevgilisini öldürdü. Bu olaydan sonra Brando’nun kızı intihar etti.
Yaşamını türlü iniş çıkışlarla yaşayan aktörün yeme alışkanlığı da bu yaşama uygun ve alışılmışın dışındaki travmatik karakterinin benzeridir.
Marlon Brando’nun ilk filmi “The Men”in yardımcı oyuncularından Richard Erdman’a göre ünlü aktör bütün gün abur cubur ve bir kutu fıstık ezmesi yiyerek yaşıyormuş.
Uzun süre fit görünümünü koruyan Brando 60’lı yıllardan itibaren kilosunu korumak için şok diyetlere başladı. Fakat bu diyetlerle verdiği kiloları hemen ardından geri alıyordu.
Marlon Brando’nun en büyük sorunu tatlıya aşırı düşkün oluşuydu. Tatlı ihtiyacını dizginlemek için bir günde kilolarca süt içtiği söylenir.
İlerleyen yıllarda diyet yapmaktan tamamiyle vaz geçti ve aşırı yemeğe başladı.
Sabah kahvaltıları çok zengindi; bol mısır gevrekli, salamlı, sosisli, yumurtalı, türlü çeşit peynirli bu kahvaltılar yüzünden ismi “branflakes”e çıkmıştı. Bir diğer rol arkadaşı film çekimlerinde set aralarında 2 biftek, patates, 2 elmalı turta ve süt tükettiğini söylüyordu. Hatta Brando’ya set ekibi doğum gününde “Umarım Bu Uyar” yazılı hayli uzun bir kemer hediye etmiş.
Brando’nun 6 adet hot-dog’u gecenin bir vakti uyanıp yediği söylentiler arasında…
En garip söylenti ise, 1976 yapımı “Missouri Breaks” filminin çekim aralarında gölde bulunan bir kurbağayı avlayıp ısırdığı ve parçayı içeceğine atıp içtiği söylentisidir…
1980’li yıllara gelindiğinde ise bu kötü yeme alışkanlığı şok diyetlerle alınan kalorileri verememesiyle daha da kötüleşmeye başlar. Ünlü aktörün kız arkadaşları kendisini birer birer terkeder. 80’lerin sonunda 1.75 boyundaki Brando 158 kiloya kadar çıkmıştır. Hayatın sonuna kadar şok diyetler ve kötü yemek yeme alışkanlığını sürdüren Marlon Brando sonunda 70 kilo kadar vermeyi becerir fakat iç organları zarar gördüğü için sağlık durumu kötüleşir.
Marlon Brando son günlerinde hastalığına rağmen “Big Bug Man” filminde seslendirme yapmayı kabul eder ancak ömrü bu projeyi gerçekleştirmeye yetmez.
Usta oyuncu 1 Temmuz 2004 tarihinde hayatını kaybeder
Ölüm nedeni bir süre gizli tutulan aktörün menajeri Jay Cantor, Marlon Brando’nun akciğer rahatsızlığı nedeniyle vefat ettiğini söylemiştir. Cenazesi kendi isteği üzerine yakılır ve külleri Haitideki adasının çevresine serpilir.
İnsanın var olduğu ilk dönemlerinde, henüz konuşmasını dahi bilemeyen insanlar, çıkardıkları seslerle anlaşıyor, duygularını, düşüncelerini bu sesler ile karşı tarafa aktarmaya çalışıyorlardı.
İnsanlık tarihinin bu ilk dönemlerinde, korunma gereksinimleri oldukça zor ve çokluktaydı. Örneğin, vahşi hayvanlardan korunmaları gerekmekte, doğa şartlarının getirdiği kuralları kendi yaşam biçimlerini uygulama durumunda olmakta buna, zaman ve emek harcamak zorundalardı.
Bilmedikleri o kadar çok şey vardı ki; bunu zaman içinde öğrendiler. Önce sığınmak ve korunmak adına mağaraları seçtiler, mağaraların daha sonraları korunmada yeterli olmadığını görünce kendi evlerini doğa içindeki malzemelerle yaptılar. Orman ve bitkiler onların korunak yapmalarını sağladı.
İnsanlık yaşam savaşı verirken bir kaç kez çağ geçirecek gelişmesini sağlamaya çalışacaktı. İlk çağ, yoğun araştırmaları da beraberinde getirdi. Önce kendilerine silah edinmeyi öğrendiler. Taş ve sopaların yardımıyla güç kazandılar. Taş baltaları, mızrakları oldu. Çünkü korunmanın ötesinde karınlarını doyurmaları da gerekiyordu ve bu yiyecekler, doğadaydı. Elde etmek için güç gerekiyordu. Avcılık böylece başladı ve gelişti.
Ateşin bulunuşu insanların daha iyi yaşamasını sağladı. Soğuktan ve kış şartlarından da korundular böylece. Sonra bir arada yaşamalarının gerektiği çıktı ortaya. Eşleri ve çocuklarının bakımını ve olası bir vahşi hayvan saldırısından topluca karşı savunma gereksinimlerini daha kolay sağladılar.
Erkekler avlanmak için bulundukları yerlerden ayrılmak zorundalardı. Avladıkları hayvanları getirirler etleri paylaşarak birkaç günlerini böyle geçirirlerdi. Ateş önemliydi onlar için. Evlerinin bulunduğu bir küçük alanda ateş yakarlar, insanlar onların etrafında toplanır bir taraftan etleri pişerken diğer taraftan ısınırlar ve avcı olanlar avladıkları hayvanların nasıl avlandıklarını işaret ve ses yardımıyla anlatmaya çalışırlardı.
Bunu yapan avcı ayakta, nasıl pusu kurduğunu, nasıl mızrağını attığını, nasıl hayvanın pençesinden kurtulduğu, ne kadar güçlü olduğunu, öyle olmakla birlikte zor da olsa onu nasıl yendiğini hayvandan daha güçlü olduğunu hareket ve seslerle anlatırdı. Bunu yaparken vücudunu kullanır, ses tonu ile anlatımı etkinleştirir, taklitle anlatımını ilginçleştirirdi.
İnsanın doğasında vardır oyunculuk…
İşte oyunculuk ve onun sergileneceği bir alanın olması şartı da o zaman böylece keşfedilmişti. Tarih akışı içinde oyunlar ve oyuncular, oynanış biçimleri, kuramsal ve sanatsal anlamda gelişmeler göstererek zamanımıza kadar gelmiştir.
Büyük oyuncular işlerine aşık olan kişilerdir.
Oyunculuğu insan ruhunun gizemlerinin araştırılarak gözler önüne serildiği bir laboratuvar olarak görürler.
Oyuncuların bazıları hiçbir eğitim almadan kendi performans tarz ve tekniklerini geliştirmişlerdir.
Bazı büyük oyuncular da kendilerini eğiten kişileri birer “Guru” olarak görüp sürekli onun izinden gitmeye çalışırlar.
Her ne tarz olursa olsun başarılı bir oyuncu doğru eğiticilerini bulup, yaşamı gözlemleyerek gördüğü her şeyi çalıp kendi ruhunda özümsemeyi bilen kişidir.
Oyuncu çevresindeki her insanın fiziksel karakterini ve davranış şifrelerini dikkatle gözlemlemelidir.
Gözleme dayanma yöntemi bazen “Dışardan İçeriye” çalışma olarak isimlendirilir. Taşralı bir insan ile şehirli bir insan arasında büyük davranış farklılıkları olduğu gibi değişik meslek gruplarına ait insanlar arasında da davranış farklılıkları vardır.
Oyuncu değişik yürüyüş stillerini; bebek adımları ile yürüme, uzun adımlar atarak yürüme, sıçrayarak yürüme, dans ederek yürüme (John Travolta), genç bir insanın yürümesi, yaşlıların yürümesi vs gibi – sarhoşluk derecelerini; çakır keyif, küfelik, alkolik vs gibi – gülme tiplerini; geniş gülme, dudaklar kapalı gülme, dudaklar büzük gülme vs gibi – gözlemleyerek envanterine kaydetmelidir…
Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncusu Kemal Sunal her filminde canlandırdığı karaktere derinlik ve inandırıcılık katabilen ender isimlerden biridir.
Oyuncunun yıllardır bıkmadan izlenmesinde yatan sebeplerin başında gözlem ve kendine has mimik ve jestler üretebilme yeteneği yatar.
Sema Fener’in Sinema Kitapları
Sinemanın dili görseldir. Başka bir deyişle Sinema görsel bir sanattır.
Günümüzün popüler teknolojisi olan yüksek tanımlamalı (HD-High Definition) görüntüleme Beyaz Perde ve Televizyon ekranında film görüntüsüne en yakın görüntüyü veren elektronik dijital görüntü yakalama ortamıdır. 35 mm film’in yaklaşık 4000 yatay piksele tekabül eden 4K çözünürlüğe sahip olduğunu varsayarak filmin çok daha detaylı ve keskin görüntüler vereceğini düşünebiliriz.
Elektronik görüntüleme yönteminin keşfedildiği ilk günlerinden beri başarılmak istenen filmin yakaladığı gölge ve ışık detayı, derinlik renk zenginliği gibi özelliklere sahip mükemmel görüntüye ulaşmak olmuştur. Sinematografır’a büyük kolaylıklar sunan diğer özelliklerin yanı sıra film görüntüsü ile eşdeğer kalitede bir görsellik sunmak bu görüntüleme yöntemindeki tüm teknolojik gelişme ve buluşların hedefidir.
Sayfa Sayısı: 194
Baskı Yılı: 2013
Dili: Türkçe
Yayınevi: Es Yayınları
İngilizceden Türkçeye Açıklamalı Sinema Televizyon Video Terimleri Sözlüğü
Sema Fener’den 3.000’den fazla terimi ve açıklamasını içeren sinema-televizyon-video sözlüğü!
Sinema ve televizyon sektöründe çalışanların, post prodüksiyon sektörü elemanlarının, üniversitelerin sinema-TV bölümü öğrencilerinin, sinema sanatı ile ilgilenenlerin, meraklı sinema izleyicilerinin yabancı dildeki yayınları dil sorunundan dolayı takip edemediklerini düşünerek hazırladığım ‘HD Sinematografi’ kitabına ek olarak şimdi bu sözlüğü hazırladım.
Bu sözlükte sinema, televizyon ve video uygulamaları ile ilgili İngilizce sözcüklerin, (Sinemayı konu alan İngilizce yayınların bolluğunu düşünerek) teknik terimler, sinema akımları, başlıca sinema kuramları ve kurumları, sinema tarihinde önem taşıyan olay ve keşifler ile ilgili temel kavramlar olmak üzere, Türkçe karşılıklarını ve kısa açıklamalarını bulacaksınız.Her an başvurulabilecek, okunması kolay, kullanılması pratik bir sözlük olmasını umuyorum…
Sayfa Sayısı: 320
Baskı Yılı: 2014
Dili: Türkçe
Yayınevi: Yitik Ülke Yayınları
Tiyatro, Sinema, Televizyon, Dizi Oyunculuğu
Hem sinema, hem de tiyatro alanında çok başarılı bir kariyer çizen aktris Glenn Close bir keresinde “iyi bir oyuncu kendisini çevreleyen ortamın moleküllerini parçalayıp dört bir yana savurabilen oyuncudur” diyerek oyunculuğun nasıl bir bağlılık ve yoğunlaşma gerektirdiğini veciz bir şekilde vurgulamıştı. Tiyatro sahnesinde oyuncunun bu molekülleri salonun en arka sıralarına kadar taşıyabilmesi gerekirken sinemada bu moleküllerin ulaşması gereken yer kamera objektifidir. Bu bağlamda oyunculuk eğitiminin olmazsa olmazlarının yanı sıra, oyuncu adaylarının uğraş verecekleri konuyu daha iyi tanımaları ve dallar arasındaki farklılıkları özümseyebilmeleri amacıyla tarihsel, şekilsel, sanatsal ve teknik anlamda genel bir bilgi çerçevesi oluşturmaya çalışan bu kitap, 22 bölümden oluşuyor ve 281 sayfa.
Oyunculuk insan doğasında var olan bir olgudur. Çoğu zaman bunun, farkında bile olmaz insan. Bebeklik çağından gelişme ve büyüme aşamalarında yer yer, kimi zaman, çocuğun anne ile oynamasında, kimi zaman, gördüklerini hareket ve sesle taklit ederek, kimi zaman, elde olmayan nedenlerle bir kişinin diğer kişiye olan sahte hayranlığının sergilenişi, kimi zaman, olmayan bir duyguyu varmış gibi göstermeye çalışarak, kimi zaman, kızarak, gülerek ağlayarak vs. yapar bunu.Tüm bu saydıklarımızı herkes, akıl ve vücut kullanımı ile çeşitli boyutlarda sergileyebilir. Kimi zaman beğeni kazanılır, kimi zaman izlenmez bile. Kişi izlenilmese de kendisini, kendinde becerisi olduğuna inandırır. Zaman içinde insanların bu biçimde insanlara, yeteneklerini sergilemesinin bir yolu olması gerektiğini düşündürmüş ve becerilerinin geliştirilip sergilenmesi için eğitimin gerekli ve önemli olduğu görüşüne inanmanın, doğru olacağına karar vermişlerdir.Tüm farklılıklara rağmen tiyatro ve sinema oyunculuğu eğitimlerinin birbirlerinden çok farklı metotlar içerdiğini de söyleyemeyiz.
Bu kitapta, oyunculuk eğitiminin olmazsa olmazlarının yanı sıra, oyuncu adaylarının uğraş verecekleri konuyu daha iyi tanımaları amacıyla tarihsel, şekilsel, sanatsal ve teknik bağlamda bir genel bilgi çerçevesi de oluşturulmaya çalışıldı.
Sayfa Sayısı: 281
Baskı Yılı: 2014
Yazarlar: Sema Fener, Yıldırım Yanılmaz
Dili: Türkçe
Sinema Senaryoları Nasıl Yazılır?
“Yaşar Kemal yazar, biz resimleriz.”
-Ömer Lütfi Akad-
Senaryo hem edebi, hem de teknik bir metindir… Bu kitapta, güncel filmlerin yanı sıra sinema tarihine mal olmuş filmlerden alınan örneklerle desteklenen pratiğe yönelik sade ve yalın bir anlatım kullanıldı. Öykü, öyküleme, olay örgüsü, film fikri, senaryo, sinopsis, çekim senaryosu, tretman, teknik dekupaj gibi sıklıkla birbirine karışan kavramlar film oluşumuna giden bir dizin içinde kategorize edilerek bu karışıklığı önleyen ve senaryo yazmak isteyenlere yol gösteren bir şablon oluşturuldu. “Sinema Senaryoları Nasıl Yazılır?”, senaryo yazma teknikleri üzerine yeni ve güncel bir kaynak kitap.
Sayfa Sayısı: 232
Baskı Yılı: 2015
Dili: Türkçe
Baskı Sayısı: 2. Baskı
Yayınevi: Yitik Ülke Yayınları
https://yitikulkeyayinlari.com/urun/sinema-senaryolari-nasil-yazilir/
Günümüzde her yurttaş gazeteci. Akıllı telefonlar, tabletler yardımıyla günlük yaşamda yakalanan görüntüler; olaylar, yaşam, doğa, anında paylaşıma sunuluyor. Elektronik ve bilgisayar teknolojisindeki bu gelişmeler kısa filmi de başka bir platforma taşıdı. Dijital olanakları kullanarak film çekmek daha kolay ve düşük maliyetli. Hazırlanan ürünün web üzerinden online gösterime sunulması uluslararası izlence dünyasında kolay ve hızlı dolaşımı sağlarken, kısa filmciye de sınırları aşan yeni bir kimlik kazandırdı. Bir ülkede sinemanın gelişebilmesi için önce sinemasal anlatımın özü olan kısa filmlerin çekilmesi ve izlenceye sunulması gerekir. George Lucas, Wes Anderson, Ridley Scott gibi ünlü yönetmenler sinema öğrencisi oldukları dönemde çektikleri birer kısa filmle göze çarparak ana akım sinema endüstrisine hızlı bir geçiş yapmışlardır. Bu kitap, bir filmin nasıl çekileceğinin genel kurallarını günümüz gelişmeleri ışığında tüm öğeleriyle anlatan ve bunların kısa film özeline nasıl uygulanacağını açıklayan bölümlerden oluşuyor. Hem güncel, hem de yerel, hem de evrensel bir kitap..
Medya Cinsi : Ciltsiz
İlk Baskı Yılı : 2017
Hamur Tipi : 2. Hamur
Sayfa Sayısı : 360
Ebat : 14×21
Baskı Sayısı : 1. Basım
ISBN: 9786059782579