İyi yapılmış bir filmde ses kesilse bile izleyiciler perdede olup biteni rahatça anlamaya devam ederler.
If it’s a good movie, the sound could go off and the audience would still have a perfectly clear idea of what was going…
Alfred Hitchcock
Sinema Okulu
İyi yapılmış bir filmde ses kesilse bile izleyiciler perdede olup biteni rahatça anlamaya devam ederler.
If it’s a good movie, the sound could go off and the audience would still have a perfectly clear idea of what was going…
Alfred Hitchcock
Kült sözcüğünün etimolojik kökenine bakarsak sanat ve edebiyat alanında kullanılan birçok kelime gibi Latince’den geldiğini görürüz. Kült sözcüğü, Latince ‘’Cultus’’ yani ‘’tapınma’’ anlamına gelir. İngilizce “Cult”, Fransızca “Culte” Almanca “Kult” ve Türkçeye kazandırılmış hali ise “Kült”.
Dini hareketlerin sosyolojik sınıflandırılmasına göre kült, sosyal olarak sapkın veya yeni inanç ve uygulamalara sahip dini veya sosyal bir grup olarak da tanımlanabilir.
Türkçede sözlük karşılığı kısaca tapma, tapınma, dini tören, ibadet, ayin.
‘’kült’ ’sözcüğü negatif bir özelliğe sahip olsa da, dini anlamda ele alınsa da bu tanımların dışında tanımlara da sahiptir ki bu tanımlar;
Böylece “Kült” kelimesini sinemaya da sokmuş olduk. Kült sevenlerin bağlandıkları filmlere karşı bir nevi tapınma davranışı yaşadıklarını da yadsıyamayız.
Kült Film deyince öncelikle bilinmesi gereken nokta bu filmlerin ‘’Klasik Film’’ olmadığıdır. Kesinlikle ‘’Klasik Film’’ ile karıştırılmaması gerekir.
‘’Klasik Film’’ gösterime sunulduğu tarihten yıllar sonra da–genellikle- değerini koruyarak, kitleler tarafından ilk günkü gibi beğenilen ve sinemanın klasik kurallarını uygulayarak çekilen filmdir.
“Citizen Kane – Yurttaş Kane”, “Gone With The Wind – Rüzgar Gibi Geçti”, “Casablanca – Kazablanka”, “Dr Jivago” , “Lawrence of Arabia – Arabistanlı Lawrence”, “The Godfather – Baba” , “Schindler’s List – Schindler’in Listesi” vs gibi filmler klasik film kategorisinden örnekler olabilir.
“Star Trek”, “Star Wars”, “Indiana Jones” gibi filmler kendi dönemlerinin birer kült filmleri oldu ve zaman zaman alay konusu olan çılgın takipçileri vardı. Ama bu filmler kült klasik konumuna geçemedi. Günümüzde, özellikle “Star Wars -Yıldız Savaşları”, seriler halinde çekilen ve ana akım sinema endüstrisinin tüm pazarlama olanakları kullanılarak tüketilen yapımları haline dönüştüler
Toplum eleştirisi getirir ama bunu yaparken hikayesini alışılmışın dışında anlatır.
Kült Klasik film izleyicileri farklı ve garip olanı severler çünkü kültürel normlara karşıdırlar.
Bazen de nostaljik, artistik açıdan bir film izleyici tarafından kült haline getirilir. Bazen de o kadar kötüdür ki izleyici iyi olarak görür (o kadar kötü ki çok iyi) veya bundan bir melodram veya komedi çıkarılır.
Kült Klasik filmler ana akım sinemanın dışında üretilen filmlerdir lafı da pek gerçeği yansıtmaz. Stanley Kubrick’in “A Clockwork Orange – Otomatik Portakal” filmi en tanınan Kült Klasik örneklerinden biridir ve ana akım sinema ürünü olarak çekilmiştir. Filmin İngiltere sinemalarında gösteriminden sonra yönetmen tarafından gösterimden çekilmiş ve ana akım sinema ürünü olmadığı iddia edilmiştir. Film o zamanın ev sineması gösterim formatı olan VHS kasetler üzerinde gençler arasında elden ele dolaşarak sevilmiş ve kült film klasiği haline gelmiştir.
Kült klasik filmlerden bazılarının ya yönetmenleri tarafından–yukarıdaki örnekte olduğu gibi-ya da telif hakları sorunlarından dolayı ilk gösterimlerinden sonra toplatıldığını görürüz. Korku türünün en iyi ilk örneği kabul edilen “Nosferatu” Bram Stoker’un 1897 de yayınlanan “Drakula” Romanı ile telif hakları sorunu yaşadığı için toplatılmış ve imha edildiği söylenmiştir. Fakat kült takipçileri tarafından kopyaları kaçak olarak izlenerek bu günkü değerine ulaştırılmıştır.
Bir filmin nasıl bir Kült Klasiği haline geldiği ucu açık bir soru ve bu soruya sinema yazarları değişik cevaplar getiriyorlar;
Bir izleyici grubu bir filmde kendi gereksinimlerine karşılık verebilecek bir anlam buluyor ve çoğu kez bu anlam filmin anlatmak istediğinden tamamen farklı oluyor.
Ne olursa olsun bir Kült Klasik film çekmenin formülü yok ama her film de bir Kült Klasik film haline gelebilir diyebiliriz.
Bazı Kült Klasik Filmler
“Nosferatu”1922
Yönetmen; F.W.Murnau
The Rocky Horror Picture Show, 1971
Yönetmen: Jim Sharman
Aguirre: The Wrath of God Aguirre, Tanrının Gazabı 1972
Yönetmen: Werner Herzog
A Clockwork Orange – Otomatik Portakal 1971
Yönetmen: Stanley Kubrick
The Yakuza – Yakuza 1974
Yönetmen: Sydney Pollack
An American Werewolf in London – Kurt Adam Londra’da 1981
Yönetmen: John Landis
Dünyayı Kurtaran Adam 1982
Yönetmen: Çetin İnanç.
The NeverEnding Story – Hiç Bitmeyen Öykü 1984
Yönetmen: Wolfgang Petersen
Barton Fink 1991
Yönetmen: Joel ve Ethan Coen
My Own Private Idaho – Benim Güzel Idaho’m 1991
Yönetmen: Gus Van Sant
Pulp Fiction – Ucuz Roman 1994
Yönetmen: Quentin Tarantino
The Shawshank Redemption – Esaretin Bedeli 1994
Yönetmen: Frank Darabont
Bottle Rocket 1996
Yönetmen: Wes Anderson
Cube – Küp 1997
Yönetmen: Vincenzo Natali
Seven – Yedi 1995
Yönetmen: David Fincher
The Big Lebowski – Büyük Lebowski 1998
Yönetmenler: Joel Coen, Ethan Coen
Fight Club Dövüş Kulübü 1999
Yönetmen: David Fincher
American Psycho – Amerikan Sapığı 2000
Yönetmen: Mary Harron
Kült film örneklerinin videolarını izlemek için https://www.youtube.com/sinema_ekol
hesabımızı ziyaret edebilirsiniz.
Gölge, sözcük anlamıyla, ışıkla aydınlatılmış objelerin ters tarafına düşen karaltıdır.
Fakat, ilkel çağlardan bu yana gölgenin, insanoğlu için bu fiziksel olguyla karşılaştırıldığında ağır basan yan anlamları vardır.
Golge, özellikle bir metafor olarak insan gölgesi, kimi kavimlerde kişinin sahip çıkması gereken ‘ruh’u olarak kabul ediliyordu.
Antik çağlarda ise Socrates, gölgeye metafizik bir anlam yüklemişti.
Socrates’e göre, ışık mükemmel ve kutsal bir iyilik ideası ile özdeşken, içinde yaşadığımız gerçek dünyayı da içeren gölgeler dünyası, belirsizlik, bilinemezlik ve geçicilik ile karakterize ediyordu.
Böylece gerçekliği, maddesel ve ruhsal olarak ikiye ayırmıştı.
Bu bakış açısı, Batı felsefesini ve dinleri derinden etkileyen en önemli düşünceydi.
Daha sonra gölge, tek tanrılı dinlerde ‘öte dünya’nın ve modern zamanlarda ise psikologlar tarafından kişiliğin karanlık yönlerinin simgesi olarak görülmeye başlandı.
Tarihsel açıklamalar da gösterir ki; gölge ve ona yüklenen anlamlar metafizik ve psikoloji bağlamında kilit bir dayanaktır.
Buna paralel bir biçimde gölge, insanı insana anlatan ve gerçekliğin en yakın temsili olarak kabul edilen sinema sanatında da geniş bir konudur
Sinemasal anlatıda gölge kullanımı, hem belirli dönemleri etkilemiş bir estetik, hem de bu estetikle beraber algılanan ve yorumlanan bir metafor ya da simge olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yukarıda belirtildiği gibi, ışık ve gölge birbirlerine karşıt olarak görülür.
Işık burada apriori’dir; çünkü ışık olmadan gölge varolamaz.
Bu yüzden de gölge, her zaman bir varlığın göstergesidir.
İnsan hareket ettiğinde gölgesi onu takip eder.
Böylece temel bir metafizik karşıtlığı içinde barındırmış olur: gerçek ve gerçek dışı.
Işık ve gölgenin ikiliği, aynı zamanda psikoloji terminolojisinde, bilinç ve bilinçaltının ikiliği anlamına gelir. Buna göre insan, ışık ve gölge, bilinç ve bilinçaltı arasında yarı aydınlık bir değerde yaşar.
Sinema, gerçekliği olduğu gibi yansıtabilen görsel bir sanat dalı olmasına rağmen, dış dünyaya olduğu kadar iç dünyaya da yönelmiştir.
Sinematograf aygıtı ilk bulunduğunda, sadece kameranın önünde gerçekleşen olayları kaydeden bir medyum olarak algılanmıştı. Fakat çok geçmeden bu medyuma özgü anlatı biçimleri geliştikçe, sinemanın simgesel ve dışa vurumcu ifadelere yatkınlığı keşfedildi.
Filmlerdeki gerçekçi görüntüler bilinci gösterirken, gölgenin en sık kullanılan öge olduğu dışa vurumcu görüntüler, bilinçaltını ya da gerçekdışı dünyayı anlatmak için kullanıldı.
Bilinçaltına eğilim ilk önce, 1910 ve 1920’lerde ortaya çıkıp, sinema sanatını derinden etkileyen Alman dışa vurumculuğunda göze çarpar.
Alman dışa vurumculuğu, karakterlerin iç dünyasını ve psikolojik durumlarını görselleştirmek için çarpık duran dekorlar ve eğik kamera açılarının yanı sıra kontrastı vurgulayan bir aydınlatma ve abartılı gölgelerden yararlanır.
Bu akımın en çok bilinen örneklerinden The Cabinet of Dr. Caligari (1919, Robert Wiene), Nosferatu (1922, F.W. Murnau) ve M (1931, Fritz Lang) stilistik mizansenleri ve gerçeküstüne eğilen konularıyla, denetimsiz ve korkutucu bir bilinç dışını betimler.
Bu filmlerde, insanın olumsuz ve karanlık yönleri gölge ile sembolize edilir.
Devam edecek…
.