Adaptasyon’lar; SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI – II

Adaptasyon

Edebiyat ve tiyatro eserlerini sinemaya adaptasyonu (uyarlanması) sinema tarihinin başlangıcından beri sıklıkla uygulanan bir yöntemdir.

Adaptasyon geçmiş çağlardan bu yana her anlatı sisteminin gelişiminde rol oynamıştır.

Tarih boyunca, sözlü masallardan yazılı edebiyata ve yeni bir sanat olan sinemaya kadar, adaptasyon anlatı geleneğinin sürdürülmesini sağlamış, sinemanın şekillenip yayılmasına hizmet etmiştir.

Andre Bazin’e göre, “bugünün sanatı, medyumların karşılıklı alışverişleri ve söylemlerin etkileşimlerini içermektedir”.

Sinema, başlangıcından beri 19. yüzyıl romanlarından sıklıkla faydalanmış ve  bu dönemin büyük romanlarının kabul görmüş kalıpları sinema anlatısını derinden etkilemiştir.

Bu romanların popülerliği sayesinde emekleme çağını yaşayan sinema endüstrisi seyirciyi yeni kurulan sinema salonlarına çekmeyi de başarmıştır.

adaptasyon2
Gone With The Wİnd

 

Örnek, 1939 yılında gösterildiği sinema salonları önünde uzun kuyruklar oluşturan bir film, 80’li yıllara gelinceye kadar bütün zamanların en çok iş yapan filmi unvanını koruyan ‘Gone With The Wind – RÜZGÂR GİBİ GEÇTİ’ vizyona girer.

Clark Gable, Leslie Howard ve Vivien Leigh’in oyunculuklarını üstlendiği bu film Atlanta’lı kadın yazar Margareth Mitchell’ in yine aynı isimli tek romanının uyarlamasıdır ve  Hollywood yapımcısı David O’Selznick’in en ünlü projesi ve uyguladığı reklam kampanyaları ile de tam bir yapımcılık başarısıdır.

Kitabın filme alınacağının söylendiği ilk andan itibaren Amerika’da büyük bir heyecan yaratmış olan bu projede artık bir halk kahramanı haline dönüşen Rhett Butler ve Scarlett O’Hara’yı kimlerin canlandıracağı büyük merak uyandırmıştır.

Daha sonraları halkın baskısı ile Rhett karakteri için Clark Gable tartışmasız bir isim haline gelmişse de Scarlett bir türlü seçilememiştir.

Bu rol için bir yandan Lucille Ball, Joan Bennett, Claudette Colbert, Bette Davis gibi ünlü isimler tartışılırken bir yandan da ülke çapında yarışmalar tertiplenmiştir.

Son dakikada, hatta filmin bazı sahneleri çekilirken, Sir Laurence Olivier’in eşi, şöhretini tiyatroda yapmış bir İngiliz aktrist olan Vivien Leigh’in seçimi bomba etkisi yaratmıştır.

Hikaye Kuzey – Güney arasındaki güç paylaşımının sonucu çıkan Amerikan iç savaşının oluşturduğu fon çerçevesinde geçen bir aşk hikayesi olarak aynı zamanda o dönem Amerikan sinemasının romantik – duygusal bir örneğini temsil eder.

Böylece gelişen sinema bir süre sonra adaptasyon ile yavaş yavaş romanla benzer özellikler kazanarak romanın görevini de yerine getirmeye soyunmuştur diyebiliriz.

Adaptasyon, bir metnin (roman, hikâye, tiyatro oyunu, bilgisayar oyunu, çizgi roman vb. gibi) filme uyarlanabilirliği ile ilgili teorik ve pratik sorunları içerir.

Bu durum da sinema ile diğer medyumlar arasındaki anlatım farklılıklarından doğan kaçınılmaz bir sorundur.

SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI – I

SENARYONUN ÖYKÜ KAYNAKLARI

Senaryo yazarı sinema için yazacağı öykülerini kendi hayal gücüne dayanarak özgün bir  şekilde tasarlayabileceği gibi, edebiyattan, tiyatrodan, müzikallerden, televizyondan, video oyunlarından, çizgi romanlardan uyarlayarak da tasarlayabilir. Film festivallerinin çoğu bu öykü kategorizasyonunu yaparak senaryo ödüllerini verir.

Özgün Öykü:

Özgün öyküde yazar kendi hayal gücüne, yaşam deneyimlerine ve bilgi dağarcığına göre bir tema çerçevesinde özgün öyküsünü tasarlar. Özgün öyküler sinemasal endişeler göz önüne alınarak yazıldıkları için sinemasal anlatıma daha yatkındırlar.

Özgün öykü, güncel yaşamdan, gazete ve televizyon haberlerinden, İnternet’ten, anılardan, yaşam tecrübelerinden esinlenecek bir fikir çerçevesinde sinemasal öykü saptandıktan sonra, bu öyküleme kuralları uygulanarak geliştirilir.

Zamanla sinemanın gelişmesi ile yönetmenler sinemayı gerçek bir sanat dalı olarak görmeye başlamışlar ve bu görüş bağlamında eserler vermek istemişlerdir. Böylece Edebiyata ait olan “author” (yazar) konseptinin sinemaya “auteur” olarak adapte edildiğini görüyoruz.

Auteur sözü ilk olarak 1950’li yıllarda André Bazin tarafından Cahiers du cinema (Sinema Defterleri) isimli Fransız sinema dergisinde kullanıldı. Bu belirli aralıklar devam etti ve daha sonraları terim Fransız eleştirmenler ve filmciler arasında yaygınlaşmaya başladı. Claude Chabrol, Françoiş Truffaut, Jean-Luc Godard ve Jacques Demi gibi isimler çalışmalarıyla terimi yaygınlaştırdı.

Fransız yeni dalga eleştirmenleri filmi bir dil, yönetmeni de kalem yerine kamerayı kullanan bir yazar olarak gördüler. Böylece auteur yönetmenler, kişisel ifade yetenekleriyle kendi özgün hikayelerini yaratarak eserlerini vermeye başladılar. Auteur yönetmen filmine kendi  işaretini koyar imzasını atar. Stüdyo müdahalelerine ve kolektif sürece rağmen filmde auteur yaratıcı sesi daha belirgindir. Bunun sonucu olarak film sadece yönetmenin ismi ile anılmaya başlar. Akira Kurosawa, Miyazaki, Antonioni, Bergman, Cassavetes, Spielberg, David Lean, Scorsese, Tarantino, Polanski, Wong Kar Wai filmi gibi. Çünkü izlediğiniz filmin dili yönetmeni bilmeseniz dahi onu tanıyabileceğiniz kadar belirgindir.

 

öykü 2
Hayao Miyazaki

 

1962 yılında Amerikan film eleştirmeni Andrew Sarris, terimi Amerika’ya tanıttı. Çoğu ünlü yönetmen auteur olarak anılmaya başladı. Bunlar, 1958’den 1960’ların sonuna dek süren Fransız Yeni Dalga akımına dahil değildiler. Fakat kendilerini Hollywood’un stüdyo sisteminden ayırt edebilen özelliklere sahip isimlerdi.

 

Öykü 4
John Cassavetes

 

Auteur teorisi Hollywood’da fazla popüler olmamıştır. Çünkü, Hollywood’un stüdyolarında yapımcıların filmlere hükmettiği bir anlayış vardı ve film çekimi çok profesyonel ve kollektif bir işti, yani orada film çok daha fazla ticari bir meta olma özelliği taşıyordu.  Senaryo yazarları da filmin tek bir kişiyle bağdaştırılmasından hoşlanmıyorlardı.

“Devam edecek”

RSS
Follow by Email