Frida, 2002 – Frida Kahlo ve Yaşam

“Frida” 2002 

Yönetmen: Julie Taymor,

Kast: Frida (Selma Hayek), Diego (Alfred Molina), Leon Trotsky (Geoffrey Rush), Nelson Rockefeller (Edward Norton).

Bütçe:  $12.000.000

Dünya Hasılatı:  $56.298.470

Frida, sanat tarihinin sıra dışı insanlarından biri olan ressam Frida Kahlo’yu yine kendisi gibi bir ressam olan kocası, akıl hocası Diego Rivera ile yaşadığı sıra dışı çalkantılı yaşam üzerinden biyografi tarzında anlatan bir film.

Bir kadın yönetmen tarafından yönetilen, iki Oscar ödüllü bir film.

Frida Cahlo’nun yaşamı ne kadar çalkantılı ise filmin çekimi esnasında yapımcı Harvey Weinstein ile Selma Hayek ve yönetmen Julie Taymor arasında geçenler de hayli çalkantılı olmuş.

Selma Hayek tarafından kaleme alınan ve 2017 eylülünde New York Times da yayınlanan bir yazı yapımcı Weinstein’in film çekim sürecinde ortaya koyduğu uygunsuz seksüel davranışları gözler önüne sermiş.

Gerçek adı Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon olan Meksikalı ressam, 6 Temmuz 1907’de Meksika’nın güneyindeki Coyoacan’da doğdu.

Macar Yahudisi fotoğrafçı Wilhelm Kahlo ile Kızılderili asıllı Matilde Calderon Gonzales’in 4 kızından üçüncüsü olarak dünyaya geldi. Frida Kahlo sonraki yıllarda doğum gününü Meksika’nın devrim tarihi olan 7 Temmuz 1910 olarak değiştirecektir.

Henüz 6 yaşındayken çocuk felcine yakalandı.

O dönemlerde bu hastalık ölümcül bir hastalıktı. Pek çok çocuğun yaşamını elinden alan bu hastalığa direnerek kaderini yenmeyi başarmış ama bir bacağı diğerine göre daha ince kalmıştır.

1925 yılının 17 Eylül’ünde erkek arkadaşı Alejandro Gomez Arias ile okuldan dönerken bindikleri otobüs bir tramvayla çarpışır. Çok sayıda insanın hayatını kaybettiği kazada Frida da ağır şekilde yaralanır. Sayısız kırık çıkığın yanı sıra karnından girip omurgalarını zedeleyerek dışarı çıkan demir bir çubukla hastaneye götürüldüğünde doktorlar yaşamanın ancak bir mucizeye bağlı olduğunun söylerler.

Frida bu mucizeyi gerçekleştirir ve ikinci kez ölümü yener…

Dinmeyen acıları Frida’yı uzun süre boyunca doktor, hastane, ilaç, yatak ve korselere mahkum eder. Tam 32 kere ameliyat olur, günleri yatakta geçer. Filmde başarılı bir şekilde vurgulandığı şekilde hiçbir zaman yaşama arzusunu ve resim yapmaya duyduğu büyük açlığı kaybetmez.

Babası Wilhelm Kahlo, ona özel bir karyola yaptırır. Annesi ise Frida’nın kendisini görebilmesi için tavana bir ayna asar. İlk portresini, ilk aşkı Alejandro Gomez Arias’a hediye eder. Bu oto portrelerin mükemmelliği Picasso’ya “biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz” dedirtir… 

Kazadan iki sene sonra yürümeye başlayan Frida, bu dönemde sanat ve politika camialarında boy göstermeye başlar. Meksika Komünist Partisi’ne üye olur. Ancak aynı yıl eşi olacak Rivera’nın partiden ihraç edilmesiyle Frida da üyelikten ayrılır.

Bir yandan siyasetle uğraşırken bir diğer yandan da resim yapan Frida uzun süredir hayranı olduğu Meksikalı Michalangelo olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera ile tanışır. Çift 1929 yılının Ağustos ayında tüm karşı çıkmalara rağmen evlenirler.

Bu evliliğe şiddetle itiraz eden anne Matilde onların ilişkisini bir güvercin ile filin birlikteliğine benzetir. Fakat tüm olumsuz eleştiriler Frida’nın umurunda bile olmaz.

Frida’dan 21 yaş büyük olan ve sadakatsizliği ile tanınan komünist ressam çok çapkındır, onu sürekli aldatır.

Ama Frida da boş durmaz evli olduğu sırada Amerikalı fotoğrafçı Nickolas Muray ile bir ilişkiye girer. Muray, Frida’ya körkütük aşık olur ama Frida’nın Diego’dan kopamayacağını anlayarak onu terk eder. Frida Kahlo’nun diğer bir büyük aşkı da Rus devriminin önde gelen isimlerinden biri olan Lev Troçki’dir. Frida evli bir adam olan Troçki’ye bağlanır ama karısının ilişkilerini fark etmesinden sonra Troçki Frida’ dan ayrılır.

Kendi tabiri ile acıların, aşkın ve devrimin kadını olan Frida Kahlo, 1954 yılında 47 yaşındayken akciğer ambolisinden yaşama veda eder. Yaşamının büyük kısmını yatarak geçirdiğini söyleyerek cesedinin yakılmasını ister.

Frida Kahlo, Diego’dan vazgeçme eşiğini şöyle açıklar:

“Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.”

“Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.”

“Her sabah benimle uyanmak istemediğini anladığım zaman vazgeçtim.”

“Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.”

“Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden ‘sen’ olduğun için vazgeçtim.”.

Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi çünkü sevgim yüceydi.

Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım. Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.

 

Öldüren Aşk’ın Filmi ‘Mavi Melek-Blue Angel’

Öldüren Aşk, SESLİ SİNEMA’NIN 1930-1960 DÖNEMİNE DAMGASINI VURAN  FİLMLER:

 “Mavi Melek = Der Blaue Engel – 1930”

Yönetmen: Josef von Sternberg, Senaryo: Robert Liebmann, Karl Zuckmayer, Karl Vollmoeller, Görüntü: Günther Rittau, Hans Scheeberger, Müzik: Frederic Hollander, Otto Hunte, Emil Hasler,  Oyuncular: Emil Jannings, Marlen Dietrich, Kurt bGerron

Süre: 98 dakika

Menşe: Almanya.

öldüren aşk filmi 4
Mavi Melek Poster

 

Sessiz sinemanın etkisini tümüyle yetirdiği bir dönemin başlangıcında çekilen bu Alman filmi İngiltere ve özellikle Amerika’da büyük yankılar uyandırmıştır.

Ünlü yazar  Heinrich Mann’ın romanından uyarlama olan bu öldüren aşk  filmi o sıralarda ABD’de yaşayan ve Alman Kara Film’lerinin Amerika’daki ilk uygulamalarını gerçekleştiren yönetmen Sternberg’e memleketinden gelen bir öneri olarak sunuldu.

Alman dışa vurumculuğunun doğurduğu bir stil olan Kara Film-Film Noire, adından da anlaşılacağı gibi oldukça karamsar bir dünya görüşünü yansıtır.

Konular, genellikle kötü yazgısına boyun eğen bir anti-kahraman, toplumun genel ahlak yapısına uymayan bir kadın karakter (femme fatale) ve diğer suçluların çevresinde geçer.

Acı ve çelişkili durumlar, öngörülemeyen tehlikeler, geriye dönüşler, şiddet, erotizm, ihanet ve iç karartıcı sonlar kara filmlere damgasını vurmuştur.

Bu üslup, dışa vurumculuğun gerçekliği ne şekilde ele aldığını da gösterir. Işık ve gölgenin belirgin karşıtlığına rağmen ayrılmaz birlikteliği, gerçeğin kötülük ve tehlikelerden arınamayacağının işaretidir.

Canlılarda olduğu kadar dekorda da kullanılan keskin gölgeler bu savı doğrular.

Dışa vurumculuk’ta ışık ve gölge ile yaratılan karamsar hava, gerçekliği iyiyle kötünün, aydınlık ve karanlığın sürekli olarak çarpıştığı bir kabus gibi algılatır.

Zaten çoğu dışa vurumcu film, deliliği ve insanı yıkıma götüren hırs ve tutkuları konu alır.

Proje için düşünülen isimler, filmin de büyük ölçüde başarısını borçlu olduğu müthiş oyuncu Emil Jannings ve Brigitte Helm idi.

Almanya’ya giden Sternberg orada 30’lu yaşlarına merdiven dayamış ve oynadığı filmlerle henüz başarıyı yakalayamamış olan Marlene Dietrich ile tanışır.

Erkekleri etkileyerek yok edişe sürükleyen vamp kadın Lola-Lola rolünü büyük bir sürpriz yaparak ona verir. İkilinin yedi yıl sürecek olan duygusal beraberlikleri de böylece başlamış olur.

Öldüren aşk ve buna bağlı bir yok oluş hikayesini anlatan filmin konusu ise kısaca şöyledir;

Bir gece kulübünde şarkı söyleyen Lola-Lola  Profesör Unrat ile tanışır ve onun saygın kişiliğinden etkilenerek bir nevi hami olarak algılarken Profesör Unrat Lola-Lola’ya şehvetli bir aşk ile bağlanacaktır.

Bir aşk ve baştan çıkarma öyküsünün anlatıldığı filmin sonunda Unrat tüm bu saygın kişiliğini ayaklar altına alarak kaçınılmaz bir yok oluşa sürüklenecektir.

Alman sinemasının o dönemlerde çok düşkün olduğu düşüş, yok oluş ve mazoşizm temalarını  işleyen bu filmin kostüm ve dekorları da çok başarılıdır.

Müzikleri ise tüm dünyayı dolaşmış ve hala günümüzde de dinlenmektedir. Dietrich’in erkeğin cinselliğinin kullanılarak aşağılanmasına aldırmayan femme fatale rolü sinemayı yıllar boyu etkilemiştir.

 

[metaslider id=”3094″]

 

 

RSS
Follow by Email