Türkiye Belgesel ve Kısa Film Tarihi; 1960-1980 Dönemi.

Türkiye Belgesel

1960 sonrası Türkiye politik ve kültürel yaşamının hareketlendiği bir dönemdir; Ankara, İstanbul ve bazı Anadolu şehirlerinde Sinematek Dernekleri kurulurken, ‘Genç Sinema Hareketi’ ve ‘Hisar Kısa Film’ yarışması gibi etkinlikler kısa filme inanılmaz bir ivme kazandırmıştır.

Kimisi öğrenci birkaç sinema meraklısı genç ‘Genç Sinema Hareketine’ de çekirdek teşkil edecek olan ’Genç Sinema’ dergisini çıkarmaya başlarlar.

Sinematek ve Robert Kolej Sinema Kulübünün ortak çalışması olan ‘Hisar Kısa Film Yarışması’na katılmak için kısa filmler çekilmeye başlanır.

1968 yılının heyecanlı politik ortamı içinde yeşeren ve Oğuz Onaran, Mehmet Gönenç, Artun Yeres, Ömer Tuncer, Kuzgun Acar, Faruk Atasoy, Ahmet Soner, Engin Ayça, Üstün Barışta gibi isimleri içinde barındıran Genç Sinema Hareketi’ 1969 yılında bir sinema gösterisinin ardından bir bildirge dağıtır.  Bu bildirgenin altında yer alan filmlerin yönetmenlerinin isminin bile belirtilmemesi hareketin ne düzeyde kolektif bir birliktelik olduğunun göstergesi gibidir.

Ama bir süre sonra bu üretken ortam kazaya uğrar.

Hisar Yarışmasının ve Onat Kutlar yönetimindeki Sinematek derneğinin politik tavrını yeterli bulmayan Genç Sinemacılar arasında sürtüşme başlar.

Kısa Filmciler arasındaki çatlak büyür. ‘Hisar Kısa Film Yarışması’ da ancak 4 kez yapılabilir. Son sayısı olan 16. Sayının yayımlanmasından sonra ‘Genç Sİnema Dergisi’ kapanır ve hareket dağılır.

Zaten ardından gelen 12 Mart 1971 darbesi her şeyi dümdüz eder ve sonraki yıllarda daha liberal bir yapıya dönüşüm başlar.

Türkiye Belgesel tarihinde 1973 yılı Süha Arın belgeselleri dönemidir.

Süha Arın 23 Ocak 1942 tarihinde Balıkesir’de doğdu, 1 Şubat 2004’de İstanbul’da yaşama veda etti. İlk, Orta ve Lise öğrenimini Ankara’da tamamladı. Washington, D.C.‘deki ‘Howard Üniversitesi –  Sinema Televizyon Yapımcılığı ve Yönetmenliği’ Lisans eğitiminden sonra ‘The American University – Kitle Haberleşmesi, Hükümet ve Kamu Enformasyonu’ bölümünde lisans üstü eğitimini tamamladı. 1966 – 1967 yılları arasında Amerika’da Capital Film Labs`ta çalıştı. Amerika’nın Sesi Radyosu Washington muhabirliği, Uluslararası Sinema TV Merkezi (USIA) ve TRT Washington Muhabirliği, çevirmenlik ve sunuculuğu görevlerini üstlendi.

1973 – 1974 sürecinde Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı.

Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, International American University, Liverpool John Moores Üniversitesi, Beykent Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Maltepe Üniversitesi ve Yeditepe Üniversitesi‘nde ders verdi.

Süha Arın profesyonel bir sinemacıydı; tek işi sinemaydı ve Türkiye Belgesel üretimine yeni bir bakış kazandırmak istiyordu.

Amerika’da gördüğü Eğitimin etkisiyle sahibi olduğu MTV firmasında satılabilir filmler üretmek istiyordu ve seyirciye ulaşacak film yapmayı biliyordu. Aydınlanmacılardan gelen geleneği de kullanarak belgeselin bir kültür hizmeti olarak algılanmasını sağlayarak büyük sermayeli kuruluşların bu işi bir reklam ve tanıtım aracı olarak görmelerini sağladı.

Süha Arın Türkiye Otomobil Kurumu ve Yapı ve Kredi Bankası gibi kurumlardan aldığı maddi destekle Türkiye Belgesel Tarihi ve Türkiye’nin görsel kültürel, yaşamsal ve sanatsal hatta politik hafızası açısından büyük değer taşıyan belgeseller çekti, öğrenciler yetiştirdi. “Kula’da Üç Gün” belgeseli 1994’de sinema sektörünün tüm örgütlerinin katıldığı toplantıyla ‘Sinemanın 100. Yılı’ etkinliklerinde Türkiye’yi temsil edecek belgesellerden biri olarak seçilmiştir.

Çektiği Belgesel Filmler:

“Türkiye Film Yapım Kılavuzu – 2000”, “Kıbrısta Bir Özgürlük Anıtı – 1997”, “Altın Kent İstanbul – 1996”, “Topkapı Sarayı – 1991”, “Ayasofya – 1991”, “Hüseyin Anka ile Sinan’ı Yeniden Yorumlamak – 1990”, “Mimar Sinan‘ın Anıları – 1989”, “Dünya Durdukça – Mimar Sinan – 1988”, “Eski Evler Eski Ustalar – 1986”, “Camın Teri – 1985”, “Kariye – 1985”, “Fırat Göl Olurken – 1985”, “Anadolu’da Konutun Öyküsü – 1984”, “Kula’da Üç Gün – 1983”, “Dolmabahçe ve Atatürk – 1981”, “Cemal Reşit Rey – 1980”, “Aşık Ali İzzet Özkan – 1980”, “Kapalıçarşı’da 40 Bin Adım – 1980”, “Tahtacı Fatma – 1979”, “Yörük Elif – 1978”, “Urartu’nun İki Mevsimi – 1978”, “İstanbul’un Çağırdığı Su – 1977”, “Likya‘nın Sönmeyen Ateşi – 1977”, “Safranbolu’da Zaman – 1977”, “Kaygı Kuyuları – 1975”, “Midas‘ın Dünyası – 1975”, “Bir Yuva Dağılıyor – 1975”, “Hattilerden Hititlere – 1974”, Affın Ardından – 1974”, “Sessiz Emekçiler – 1974”, “Gurur / Pride – 1968”, “Trafik Emniyeti – 1964”, “Başkent Ankara – 1964”.

Türkiye’de ilk kez Süha Arın döneminde belgesel film için ciddi bir talep ortaya çıkmıştır.

Özel televizyon kanallarının yayına başlaması ile bir rekabet ortamına girmek zorunda kalan TRT de alıcılar arasına katıldı. Ortada ciddi bir talep ama yetersiz bir arz vardı; bu da belgesel film çeken firma sayısının hızla artarak sırf pastadan pay koparmak için üretilen kalitesiz filmlerin çekilmesine yol açtı.

1968 yılında yayına giren ve özel televizyonlar dönemine kadar ülkede tek yayın ve gösterim aracı olan TRT her ne kadar memur zihniyeti ve sansürcü bir yönetim anlayışıyla çalışsa da Türkiye Belgesel sinemasına bir çok belgesel ve belgeselci kazandırdı. Bunların arasında Ertuğrul Karslıoğlu, Semra Sander ve Mehmet Ege gibi isimleri sayabiliriz.

Devam edecek…

https://www.youtube.com/user/Mtvfilm

 

 

Türk Sinemasında Kısa Film ve Belgeselin Tarihi – I

Türk Sinemasında Kısa Film

Türk Sinemasında Kısa Film özellikle belgesel çalışmaları hayli eskiye dayanır. Lumiere kardeşler kameralarının çektiği ve İstanbul manzaralarını kapsayan “İstanbul Sokakları”  görüntülerinden başlar. Osmanlı vatandaşı olan Janaki ve Milton Manaki kardeşlerin 1911 yılında çektiği “V. Sultan Reşat’ın Manastır Ziyareti” ve 1914 yılında Fuat Uzkınay’ın çektiği söylenen “Ayastefanos Abidesini Yıkılışı” isimli filmlere kadar uzanan hayli eski bir geçmişi vardır.

Türk Sinemasında Kısa Film çalışmasına ilk başlayan firma ‘İpek Film’dir.

Firmanın bünyesinde senaryo yazarı olarak çalışan Nazım Hikmet ve şehir tiyatrolarının gözde oyuncusu Hazım Körmükçü dört ayrı kısa filme imza atan isimlerdir.

Nazım Hikmet’in ilk denemesi Kavuklu Ali, Zenne Necdet, Naşit Özcan gibi oyuncuları bır araya getiren “Düğün Gecesi/Kanlı Nigâr”, 1933 isimli orta oyunu çalışmasıdır.

Diğer iki filmi ise “Istanbul Senfonisi”, 1934 ve “Bursa Senfonisi”, 1934 filmleridir. Hazım Körmükçü ise kendi oynadığı bir Karagöz oyununu baştan sona filme alarak “Yeni Karagöz” isimli bir filme dönüştürmüştür. Bu filmler daha ziyade müzikal – şiirsel diyebileceğimiz sanatsal yaklaşımların ön plana alındığı belgesel nitelikli filmlerdi.

Yine bu dönemlerde iki tanınmış Sovyet sinema sanatçısı Sergei Yutkevich ve Lev Oscarovitch Arnstam Cumhuriyet’ in kuruluşunun onuncu yılı münasebetiyle Basın Yayın ve Turizm Bakanlığının davetlisi olarak Türkiye’ye gelip “Ankara Türkiye’nin Kalbidir” isimli belgeseli hazırlamışlardır.

Türk Sinemasında Kısa Film çalışmalarına İpek filmle aynı yıllarda başlayan diğer bir firma da ‘Haka Film’dir.

Üç yıl boyunca yönetmen Kemal Necati Çakuş tanınmış Sovyet yönetmen Ester Schub’la iş birliği yaparak, bilgi ve malzeme toplayıp, “Türk İnkılabında Terakki Hamleleri” 1934/1937 belgesel filmi çekmişlerdir.

Bir süre yaşanan durgunluktan sonra 1950’li yıllarda hareketlenme başlar. Kore savaşı patlamış ve ülke haber – savaş filmlerinin akınına uğramıştır. Seyfi Havaeri “Kore Gazileri”, 1951 ve Kenan Erginsoy “Mehmetçik Kore’de”, 1951 filmlerini çekerler. Halk Film ise “Kore’de Türk Kahramanları”, 1951 filmini hazırlamaktadır.

Kore filmlerinin ardından İstanbul’un 500. fetih yılı da Atlas Filmin ürettiği altı bölümlük bir belgeselle kutlanır.

1954 yılında Münir Hayri Egeli’nin yapımı “Atatürk Sevgisi” filmi çekilir.

Bu dönemin en başarılı belgesellerinden biri de İlhan Arakon’un renkli olarak çektiği  “Bır Şehrin Hikâyesi”, 1954 filmidir. Dönemin en yeni teknikleri kullanılarak oluşturulan güzel görüntülerle İstanbul şehrinin Bizans’ tan bu yana hikâyesi anlatılır. 

Bu dönemin belgeselcileri bir nevi aydınlanma hareketinin öncüleri sayılabilecek insanlardır. Sabahattin Eyüboğlu, Mazhar İpşiroğlu, Azra Erhat,Vedat Günyol, Macit Gökberk, Aziz Albek, Melih Cevdet Anday gibi…

Bu isimler üniversitelerde verdikleri derslerde, yazdıkları makalelerde duygu ve düşüncelerini topluma aktarmaya çalışırken bir yandan da belgeseller üretiyorlardı.

1956 yılı Türk Belgesel Filmleri tarihi açısından önemli bir yıldır. Sabahattin Eyüboğlu ve Mazhar Şevket İpşiroglu’nun birlikte hazırladıkları “Hitit Güneşi” belgeseli ‘Berlin Film Festivali’nde belgesel dalında ‘Gümüş Ayı’ ödülünü kazanır.

1959 yılında Sabahattin Eyüboğlu “Surname” isimli güzel bir belgesel daha hazırlar.

Eyüboğlu – İpşiroğlu ikilisi çalışmalarına devam ederler ve çok kıymetli dört belgesel daha üretilirler;

“Antalya Ormanları”, 1956

“Siyah Kalem”, 1957

“Anadolu’da Roma Mozaikleri”, 1959

“Karanlıkta Renkler”, 1959

1950’li yıllarda bazı uzun metraj film yönetmenleri ve yapımcılarının da belgesel çektiklerini görürüz. Metin Erksan, ‘Ordu Foto Film Merkezi’ için “Dünya Havacıları Türkiye’de”, 1957 belgeselini çekerken, ‘Acar Film Stüdyoları’ nın yöneticisi Şadan Kâmil de ‘Basın Yayın ve Turizm Bakanlığı’ için “Dağları Delen Ferhat” isimli belgeseli çeker. 1959 ‘Karlovy – Vary Film Festivali’ne de katılan bu ilginç belgesel Anadolu’yu dolaşan bir kamyonun hikayesini anlatır.

O dönemin sinema ortamında hayli etkili olan ‘Ordu Foto Film Merkezi’ komutanı Albay Nusret Eraslan da ordu mensubu subayların ve ailelerinin günlük yaşamını anlatan “Şanlı Ordumda Bir Sene” isimli belgesel filme imza atan resmi bir isim olur.

Metin Erksan’ın çektiği diğer bir belgesel de kendi kaynaklarını kullandığı “Nehir ve Uygarlık/Büyük Menderes Vadisi”, 1959 isimli filmdir.

Devam edecek…

 

 

Matrix – “The Matrix” Film 1999.

“The Matrix” 1999 yılı yapımı bir bilim-kurgu aksiyon filmi.

Lana ve Lily Wachowski kız kardeşler tarafından yazılıp, yönetilmiş.

Önemli rolleri Keanu ReevesLaurence FishburneCarrie-Anne MossHugo Weaving, ve Joe Pantoliano gibi sanatçılar paylaşıyor.

Ütopik bir gelecekte geçen hikâyede simülatik bir gerçekliğin ürünü olan ve Matrix denilen bir ortamda makineler tarafından tutsak edilen insanların macerası anlatılıyor. Bir bilgisayar programcısı olan “Neo” takma isimli Thomas Anderson aynı zamanda çok usta bir “hacker” dır. Ancak siyah takım elbiseli ve siyah gözlüklü gizemli adamların sürekli takibindedir. Bir gece Neo, kendisini başka bir dünyaya götürecek olan güzel “Trinity” ile tanışır. Bu takibin nedenini de bu başka dünyada karşılaşacağı “Morpheus” dan öğrenecektir.

Neo, Morpheus’u bulup Matrix hakkında bir şeyler öğrendiğinde büyük bir komplonun içinde olduğunu anlar.

İçinde yaşadığını sandığı dünya aslında tamamıyla aldatmacadır. Tüm insanlık uzaydan gelen yaratıkların kölesidir. Neo, Trinity ve Morpheus’un da yardımıyla Matrix’ den kendini kurtarmayı başaran ve kendini bu düzeni yıkmaya adamış az sayıda insanın oluşturduğu gruba katılır…

“The Matrix” siperpunk alt türün başarılı bir örneği. Wachowski’ler hayran oldukları Japan Animasyon ve Savaş Sanatları filmlerinden esinlenerek filmin aksiyon sahnelerini düzenlemişler. Bunu başarmak için de Hong Kong aksiyon sinemasının dövüş sahnelerini tasarlayan koreograflarını ödünç almışlar. Film böylesine başarılı olunca da Hollywood sineması çektiği aksiyon filmlerinde benzer sahnelerin tasarımı için bu koreografları sıklıkla kullanmaya başlamış.

Filmin popüler ettiği diğer bir çekim tekniği de, “Bullet Time – Mermi Zamanı”. Bu özel efekti yaratmak için uygulanan belirli bir yöntem var. Kamera belirli bir karakterin hareketini slow-motion kaydederken sahnenin diğer bölümlerine bakış açısını değiştirmeden normal hızla kayıt yapması ile oluşan ve yükselme şeklinde bir algı yanılsaması oluşturan teknik.

Film’in içeriksel bir özelliği de Varoluşçuluk, Marksizm, Feminizm, Budizm, Nihilizm, Post-modernizm vs gibi sosyal ve dini mesajları alt metinlerde başarılı bir şekilde vermesi. Bazı eleştirmenler aksiyon sahnelerinin bu mesajları gölgelediği iddiasıyla filmi eleştiriyor olsalar da…

Süre: 136 dakika

Bütçe: $ 63 milyon

Gişe: Dünya çapında: $ 464 milyon.

Ödüller: 4 Oscar ve 37 çeşitli ödül. 50 adaylık.

Dövüş sahneleri için Hong Kong’lu ünlü dövüş sahneleri koreografı  Woo-Ping Yuen ile temasa geçilmiş ama Yuen başta teklifle ilgilenmemiş. Daha sonra senaryoyu okumuş ve hoşlanmış ama astronomik bir ücret talep etmiş. Wachowski’ler bunun saçma bir ücret olduğunu söyleyerek kabul etmemişler. Bunun üzerine Yuen filmdeki dövüş sahnelerinin yalnızca kendi kontrolünde olması şartı ile geri dönüş yapmış ve ekibe dahil olmuş. Çekimler başlamadan önce dört ay oyuncuları eğitmiş.

“Morpheus” Yunan Mitolojisinde rüya tanrısıdır. Bu tanım filmdeki işlevi ile ironik bir şekilde ters düşer. Çünkü o insanları içinde yaşadıkları rüyadan uyandırarak gerçeğe taşımaktadır.

Neo sıklıkla sıfır sayısı ile özdeşleştirilir. Bu arada “Cypher” (Joe Pantoliano tarafından canlandırılan ve Ajan Smith tarafından Mr. Reagan diye hitap edilen karakter) ismi de sıfır anlamına gelir. (Arapçada sifr). Sıfır ve bir birlikte modern bilgisayar sistemlerinin temeli olan binary data – sayısal veri’yi temsil ederler. Neo aynı zamanda 101 numaralı apartmanda yaşar.

Üçlü grup anlamı taşıyan Trinity filmde ilk kez 303 numaralı odada sahneye çıkar.

Bir bilgisayar ekranında izleniyormuş havasını vermek için Matrix de yer alan tüm sahnelerin baskın rengi yeşildir. Gerçek dünyada yer alanlar ise mavi renk.

Morpheus ve Neo arasındaki kavga sahnelerinde ise ne gerçek dünyada ne de Matrix de yer almadıkları için sarı renk hakimdir.

Frida, 2002 – Frida Kahlo ve Yaşam

“Frida” 2002 

Yönetmen: Julie Taymor,

Kast: Frida (Selma Hayek), Diego (Alfred Molina), Leon Trotsky (Geoffrey Rush), Nelson Rockefeller (Edward Norton).

Bütçe:  $12.000.000

Dünya Hasılatı:  $56.298.470

Frida, sanat tarihinin sıra dışı insanlarından biri olan ressam Frida Kahlo’yu yine kendisi gibi bir ressam olan kocası, akıl hocası Diego Rivera ile yaşadığı sıra dışı çalkantılı yaşam üzerinden biyografi tarzında anlatan bir film.

Bir kadın yönetmen tarafından yönetilen, iki Oscar ödüllü bir film.

Frida Cahlo’nun yaşamı ne kadar çalkantılı ise filmin çekimi esnasında yapımcı Harvey Weinstein ile Selma Hayek ve yönetmen Julie Taymor arasında geçenler de hayli çalkantılı olmuş.

Selma Hayek tarafından kaleme alınan ve 2017 eylülünde New York Times da yayınlanan bir yazı yapımcı Weinstein’in film çekim sürecinde ortaya koyduğu uygunsuz seksüel davranışları gözler önüne sermiş.

Gerçek adı Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon olan Meksikalı ressam, 6 Temmuz 1907’de Meksika’nın güneyindeki Coyoacan’da doğdu.

Macar Yahudisi fotoğrafçı Wilhelm Kahlo ile Kızılderili asıllı Matilde Calderon Gonzales’in 4 kızından üçüncüsü olarak dünyaya geldi. Frida Kahlo sonraki yıllarda doğum gününü Meksika’nın devrim tarihi olan 7 Temmuz 1910 olarak değiştirecektir.

Henüz 6 yaşındayken çocuk felcine yakalandı.

O dönemlerde bu hastalık ölümcül bir hastalıktı. Pek çok çocuğun yaşamını elinden alan bu hastalığa direnerek kaderini yenmeyi başarmış ama bir bacağı diğerine göre daha ince kalmıştır.

1925 yılının 17 Eylül’ünde erkek arkadaşı Alejandro Gomez Arias ile okuldan dönerken bindikleri otobüs bir tramvayla çarpışır. Çok sayıda insanın hayatını kaybettiği kazada Frida da ağır şekilde yaralanır. Sayısız kırık çıkığın yanı sıra karnından girip omurgalarını zedeleyerek dışarı çıkan demir bir çubukla hastaneye götürüldüğünde doktorlar yaşamanın ancak bir mucizeye bağlı olduğunun söylerler.

Frida bu mucizeyi gerçekleştirir ve ikinci kez ölümü yener…

Dinmeyen acıları Frida’yı uzun süre boyunca doktor, hastane, ilaç, yatak ve korselere mahkum eder. Tam 32 kere ameliyat olur, günleri yatakta geçer. Filmde başarılı bir şekilde vurgulandığı şekilde hiçbir zaman yaşama arzusunu ve resim yapmaya duyduğu büyük açlığı kaybetmez.

Babası Wilhelm Kahlo, ona özel bir karyola yaptırır. Annesi ise Frida’nın kendisini görebilmesi için tavana bir ayna asar. İlk portresini, ilk aşkı Alejandro Gomez Arias’a hediye eder. Bu oto portrelerin mükemmelliği Picasso’ya “biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz” dedirtir… 

Kazadan iki sene sonra yürümeye başlayan Frida, bu dönemde sanat ve politika camialarında boy göstermeye başlar. Meksika Komünist Partisi’ne üye olur. Ancak aynı yıl eşi olacak Rivera’nın partiden ihraç edilmesiyle Frida da üyelikten ayrılır.

Bir yandan siyasetle uğraşırken bir diğer yandan da resim yapan Frida uzun süredir hayranı olduğu Meksikalı Michalangelo olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera ile tanışır. Çift 1929 yılının Ağustos ayında tüm karşı çıkmalara rağmen evlenirler.

Bu evliliğe şiddetle itiraz eden anne Matilde onların ilişkisini bir güvercin ile filin birlikteliğine benzetir. Fakat tüm olumsuz eleştiriler Frida’nın umurunda bile olmaz.

Frida’dan 21 yaş büyük olan ve sadakatsizliği ile tanınan komünist ressam çok çapkındır, onu sürekli aldatır.

Ama Frida da boş durmaz evli olduğu sırada Amerikalı fotoğrafçı Nickolas Muray ile bir ilişkiye girer. Muray, Frida’ya körkütük aşık olur ama Frida’nın Diego’dan kopamayacağını anlayarak onu terk eder. Frida Kahlo’nun diğer bir büyük aşkı da Rus devriminin önde gelen isimlerinden biri olan Lev Troçki’dir. Frida evli bir adam olan Troçki’ye bağlanır ama karısının ilişkilerini fark etmesinden sonra Troçki Frida’ dan ayrılır.

Kendi tabiri ile acıların, aşkın ve devrimin kadını olan Frida Kahlo, 1954 yılında 47 yaşındayken akciğer ambolisinden yaşama veda eder. Yaşamının büyük kısmını yatarak geçirdiğini söyleyerek cesedinin yakılmasını ister.

Frida Kahlo, Diego’dan vazgeçme eşiğini şöyle açıklar:

“Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.”

“Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.”

“Her sabah benimle uyanmak istemediğini anladığım zaman vazgeçtim.”

“Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.”

“Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden ‘sen’ olduğun için vazgeçtim.”.

Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi çünkü sevgim yüceydi.

Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım. Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.

 

Alfred Hitchcock Filmleri Neden İzlenir…

Alfred Hitchcock `izleyici yaptığınız filmleri seyretmek zorunda değildir” der.

Senaryoyu, çekim listesini veya kurguyu tamamlamadan önce hatırlanması gereken en önemli gerçeği vurgulamış olur böylece.

Özellikle mesleğin başındaki sinemacılar metaforlar, karakter psikolojileri ve semboller arasında kolaylıkla kaybolabilirler. Entelektüel karmaşa iyi hikayeler kurgulatabilir ama izleyiciyi filme bağlamaz.

Alfred Hitchcock showman’likle entelektüel hikâye anlatımı arasındaki dengeyi kurabilen ender yönetmenlerden biridir.

Birincil amacı anlattıklarını izleyicinin kolayca anlayabileceği kıvama getirmektir. Belirsizlikleri sevmez, karmaşa yaratarak izleyiciyi yorup kaçırmak istemez. İstediği tek şey onları gerilime sokmaktır.

Filmlerinin pazarlamasını yapmayı çok iyi bilir. `Psycho – Sapık – 1960` da olduğu gibi film henüz prodüksiyon aşamasında iken büyük bir reklam kampanyasına başlar. Konu ve kast olabildiğince gizlenir böylece film üzerinde büyük bir gizem ve merak oluşur.

Alfred Hitchcock ‘un kullandığı tekniklerden biri de “Anlatıcı” kullanmaktır.

Herkes iyi anlatılan hikayeleri sever; ama iyi anlatıcıların anlattığı hikayeleri.

Alfred Hitchcock Bu konuda adeta kendi markasını yaratmış bir yönetmendir. İzleyici her kamera hareketinin arkasında duymasa bile bu anlatıcıyı hisseder. Bir karakterin aklını okumanın türlü yolları vardır. Bunlardan biri de (sıklıkla ihmal edilen) “voice-over – dış ses” şeklinde karakterin düşüncelerini işitmektir.

Sır Saklamayı iyi bilir.

İzleyici daha filmin başlarında sadece tek bir karakterin bildiği bir sırrı sezinler. Film ilerledikçe bu sır ortaya çıkacak gibi olur ama çıkmaz. Diğer karakterler de bilmedikleri bu sır etrafında sürüklenirler. Böylece kahramanın yaptıklarına ve yapacaklarına olan ilgi ve merak sürekli taze tutulur. Heyecan artar, merakla bu sırrın ne zaman ve nasıl keşfedileceği beklenir.

 “Dramatic Space – Dramatik Alan”ı kendine özgü bir şekilde kullanır.

Günümüzde kopuk kopuk çerçeveleme, titrek kamera ve hızlı kurgu moda. Akıllıca kullanılırsa gerilimi arttıran bir yöntem olduğu kesin. Ama bir sahnede var olmayan gerilimi o sahneye yüklemenin yapay bir yolu. Birbiri ardı sıra gereksiz sıklıkta kullanıldığında izleyiciyi yorup bıktırabilir. Araya uzun çekimlerin ilave edilmesi bu problemi ortadan kaldıracaktır. Oyuncu-kamera mesafesinin değişmesi bile gerilimin yoğunluğunu değiştirebilir. Bir görüntü karesinde “Dramatik Alan” iki zıt kuvvetin birbirini etkilemesine izin verir; ön planda ve arka planda olup bitenler. Alan boyunca devam eden uzun çekimler de izleyici üzerinde duygusal bir etki yaratacaktır. Alfred Hitchcock sadece üç odadan ibaret basit setlerde bu iki zıt kuvveti çarpıştırarak ve uzun takip çekimleri yaparak gerilim yaratmayı başarmıştır.

Alfred Hitchcock karakterlerini gerekmedikçe konuşturmaz.

Amatör yazarlarda sıklıkla rastlanan en büyük hata bir karakter sahnede görünür görünmez onu konuşturmaktır. Eğer bu karakter hikaye akışı gerektirdiği için değil de sırf yazar istediği için konuşuyorsa ortaya çok sıkıcı ve anlamsız bir sahne çıkar.

Dramalarda yalan iyidir!

Özelikle yalan söyleyenlerin diyalogları çok ilginç olur. Eğer bir karakterin saklayacak bir şeyi varsa kaçınılmaz bir şekilde yalan söyler. Bu da izleyicinin merakını uyandırır. Merak sinemada izleyiciyi filme bağlayan en etkin duyguların başında gelir.

 

Sinema Salonu Abonelik Sisteminin “MoviePass” Özelinde Geleceği

Sinema Salonu Abonelik Sistemi

Bir süre önce ana hissedarları ‘Helios and Matheos Analytcs’ firması olan ve Amerikada 2011 yılında kurulan en popüler abone esaslı Sinema Salonu bileti sağlayıcısı MoviePass hakkında skandal sayılabilecek bir haber patlamıştı.

İddiaya göre şirket üyelerinin kişisel ve kredi kartı bilgilerini çaldırmıştı.

Böylece tüm saygınlığını yitirmiş ve yeni üye kabul etmeyerek, ana sayfasında “büyük değişikliklerin yolda olduğu” duyurusunu yapmıştı.

Fakat ne yazık ki ülkemizdeki “Sinemia”nın ABD’deki rakibi Sinema Salonu abonelik girişimi MoviePass, ana şirketi “Helios and Matheson” tarafından hazırlanan bir basın bülteni ile 14 Eylül’de kapacanacağını duyurdu.

Duyuruda MoviePass ‘in sermayesini yeniden düzenleme  çabalarının bugüne kadar başarılı olamadığını dile getiren şirket, MoviePass için fon aramaya devam edeceklerini de belirtti.

Sinema Salonu Abonelik Sisteminin Öncüsü “MoviePas” bir dönemin en parlak girişimlerinden biri olarak kabul görüyordu.

Şu günlerde yaşadığı sıkıntılı durumun ana sebeplerinden biri de ABD’de ortalama sinema bileti fiyatlarının yükselmiş olması. Böylece MoviePass’ ın sunduğu (9.99 $/ay bedele sınırsız sayıda bilet) servisi karşılamak imkansız hale gelmiş durumda.

‘National Association of Theater Owners – Ulusal Sinema Salonu Sahipleri Derneği’ne göre Amerika Birleşik Devletlerinde 2018 – 2019 sezonları ortalama sinema bileti fiyatı 9.11 $. Bu fiyat daha ziyade şehir merkezlerinde yer alan sinema salonlarında geçerli. Ulaşım maliyeti de hesaba katıldığında bir çok ailenin neden evlerinde oturup televizyondan Netflix gösterilerini tercih ettiklerini anlamak kolay olsa gerek.

Her ne kadar sinema izleyicisi için çok cazip olsa da, ayda 10 $ fiyatla sınırsız sayıda sinema bileti sunmak var olan bilet fiyatları hesaba katıldığında devam edemeyecek bir opsiyon. İşin ironik tarafı bu cazip fiyatın bile düzenli olarak sinemaya giden bir kitle oluşturamamış olması.

Günümüzün çeşitliliği sürekli artan eğlence olanaklarının rekabeti karşısında sinema salonlarına giden izleyici sayısı düzenli azalıyor.

Bu durum Sinema salonu işleticilerini zaten bir takım önlemler almaya zorlamıştı. Salonların konforunu arttırmak, ses kalitesini yükseltmek, yeme-içme olanakları sunmak vs gibi.

Bu bağlamda MoviePass ilk ortaya çıktığında bir kurtarıcı gibi karşılandı.  Ayda yaklaşık on dolara limitsiz sinema bileti opsiyonu ile 20 000 üye sayısından başlayarak üç milyon üye sayısına ulaştı.

Bu izleyiciler daha önceki alışkanlıklarının dışındaki saatlerde ve sıklıkta sinema salonu’na gittiler ve büyük stüdyoların ‘Blockbuster – Gişe Kapatan’ filmlerinin ilk hafta gösterimlerini tercih ettiler. MoviePass izleyicileri arasında 2018’de THR (The Hollywood Reporter) tarafından yapılan bır araştırma altı aylık zaman periyotunda üyelerin, üye olmayanlardan altı adet fazla film izlediklerini göstermiş. Ayrıca ‘Rotten Tomatoes’ sitesinin sıralamasında düşük skorlu filmleri ve ‘Blockbuster’ filmlerin dışında ilginç filmleri, bağımsız filmleri izlemeyi tercih ediyorlarmış.

Böylece genel olarak “MoviePass” üyelerinin daha maceracı bir yapıda olduğu söylenebilir.

Bu izleyiciler olanak sağlandığında büyük stüdyo yapımlarının konfor zonun’dan çıkarak daha yeni ve ilginç yapımların peşinde koşabilirler. Fakat bilet fiyatları yüksek olduğu için sinema seyircisi bilinmedik bir filmi izlemek riskini göze alamıyor. Bilindik popüler tarz filmleri izlemeyi ister istemez tercih ediyor..

Bağımsız filmlerin bu ikilemine değişken bilet fiyatları veya değişik tarz bilet aboneliği servisleri çözüm getirebilir. Bir roket hızıyla yükselen MoviePass eninde sonunda ölüme mahkum olsa bile farklı modeller uygulayabilen sinema salonu abonman servislerinin yaşayacağını söylemek geçersiz bir öngörü değildir. Örneğin “AMC’s Stubs A-List” programı 900 bin abone sayısına, “Cinemark Movie Club”  ise  800 bin abone sayısına ulaşmış durumdalar. Bunların yanısıra bazı büyük sinema salonu zincirleri de kendi özel abonelik servislerini oluşturarak oyuna katılıyorlar.

Abonelik servisi diğer bir çok ticari alanda başarıyla uygulanan, tüketicinin de aşina olduğu bir yöntem.

Bu yöntemin sinema endüstrisine katkı yapmaya devam edeceği de kesin. Önemli olan MoviePass’ ın yaptığı hatalardan ders çıkararak sistemi akıllıca uygulamak.

Şeffaflık, iyi müşteri ilişkileri, güvenlik izleyicinin beklentisini kestirmek, akıllı fiyat stratejisi vs gibi unsurlar dikkate alınarak uygun ve rekabet gücü yüksek bir iş modeli yaratılabilir..

Kaynak:

www.moviepass.com

www.webrazzi.com

www.cnn.com

.

“Indie – Bağımsız” Film Sanatçılarından Bazı Öneriler

Indie  (Bağımsız) film sanatçılarından öneriler.

Indie yani Bağımsız Filmlerin önemi son dönem sinemasında her geçen gün daha fazla artıyor.

Çoğu kez küçük bütçelerle çekilen ve popüler olmaktan uzak insancıl ve ilginç konuları işleyen bu filmler hem gişe hasılatı topluyor, hem de Festivallerin gözdesi. Özellikle Netflix gibi kanalların ortaya çıkıp gelişmesi bu filmlere hem dağıtım hem de yapımcı açısından büyük olanaklar sunmakta.

Aşağıda son dönemin başarılı  Indie film sanatçılarının Genç Sinemacılara sunduğu bazı önerileri bulabilirsiniz.

Manifesto

Yönetmen/Yazar: Julien Rosefeldt

Kast: Cate Blanchett, Erika Bauer, Rubby Buste.

Cate Blanchett’i 13 farklı karakterde izliyoruz. Filmde her karakter farklı manifestolardan alıntıları canlandırıyor.

5 ödüllü bu İndie – Bağımsız film 2014 Aralığında Berlin ve çevresinde 12 günde çekilmiş.

Yönetmen Julien Rosefeldt diyor ki;

Herşeyi merak eden bir kişiliğiniz olsun ve gerçekten istediğiniz işleri yapın. Pazar, dağıtım veya izleyici bulmak önemli değildir; önemli olan ne istediğini bilip bir fark yaratabilmektir. Sizi özel kılacak kendi el yazınızı yaratın ve korumak için savaşın. Bu çok zor bir uğraştır. Pazarın tuzaklarına düşmek, başkalarını taklit ederek kolaya kaçmak çekicidir. Genel şablonlara uymayan fikirleri hayata geçirmek asap bozucu ve yıpratıcı olabilir ama fark yaratabilmek ancak böyle mümkündür.

“I Daniel Blake – Ben Daniel Blake”

Daniel Blake (Dave Johns) 59 yaşında dul bir marangozdur. Geçirdiği kalp krizinden sonra işine devam edemez ve sosyal yardımlarla yaşamaya mecbur kalır.  İşçi filmlerinin ünlü İngiliz yönetmeni Ken Loach’un yönettiği bu sosyal içerikli film Daniel Blake’in bu yolda devletle yaşadığı mücadeleye odaklanır.

Yönetmen: Ken Loach

Kast: Dave Johns, Hayley Squris, Briana Shann.

Ödüller: Altın Palmiye, BAFTA, Yunan Film Akademisi Ödülü, Cesar Ödülü, Ingiliz Bağımsız Filmler Ödülü.

Filmin çekim bütçesi: $ 260 000.-

Senaryo yazarı Paul Laverty diyor ki:

Ben tarihi hikayeler yazarım. Eğer tarih söz  konusuysa o zamanı anlamak ve bilmek zorundasınızdır. Fotoğraflara bakın,  müziğini dinleyin,  şiirlerini okuyun. Eğer o dönemi bilen insanlar varsa onlarla konuşun. Masalları, söylentileri dinleyin, mekanları ziyaret edin.

Bu bir anlamda gazetecilik gibidir, gerçekten neler olup bittiğini anlamanız gerekir. Kafanızdaki hikaye boyunca kayıp parçaları birleştirirsiniz. Yorucu bır iştir ama hikaye çizgisi oluşunca karakterleriniz birer birer gözlerinizin önünde canlanmaya başlar.

Okja.

Yapımcı: Bu Indie filmin yapımcısı  Netflix

Yönetmen: Bong Joon Ho, 

Güney Kore’nin kırsal kesimlerinde yaşayan Mija isimli bir kız on senedir Okja isimli iri bir hayvanın hem bakıcısı hem de en iyi dostudur. Filme ismini veren Okja kısmen domuz, kısmen hipopotom,  kısmen de fil özellikleri taşıyan çok iri fantastik bir yaratıktır. Büyük bir aile şirketi olan Mirando Firması Okja’yı Mija’nın elinden alarak New York’a götürmeye karar verir ve Mija’nın Okja’yı onların elinden kurtarma mücadelesi başlar.

Kast: Ahn Seo-Hyun, Paul Dano, Lily Collins, Tilda Swinton, Byun Hee-Bong, Steven Yeun, Jake Gyllenhaal, Giancarlo Esposito, Shirley Henderson.

Görüntü Yönetmeni Darius Khondji diyor ki:

Yönetmenle konuştuğum zaman sahnenin havasını anlamaya çalışırım. Çoğu kez söyledikleri kadar bu söylenenlerin arasında gizli söylenmeyenler de önemlidir. Kamera çalışması ve aydınlatma açısından anahtar rolü oynayacak bu ipuçlarını yakalamak için dikkat kesilmek gerekir; özellikle yönetmen ne yapmak istediğinden emin değilse. Tabii ki Bong [Joon Ho] ile durum farklıydı. Bong son derece hazırlıklı gelmişti. Oysa bazı yönetmenler bu şekilde çalışmayı sevmezler ve her şeyi sette tasarlamak isterler. Onlara karşı açık ve samimi olmak gerekir. Kendi fikirlerimi sunmadan önce onları sabırla dinlemeyi, bir sahne hakkındaki düşüncelerini anlamayı ve ondan sonra aydınlatma ve çekim tarzını belirlemeyi tercih ederim.

“Last Men in Aleppo – Halep’teki Son Adamlar”

Bir grup yardım gönüllüsünün bakış açısından anlatılan Suriye iç savaşı belgeseli.

Yönetmen: Firas Fayyad:

Kast: Batul, Khaled Umar Harah, Mahmoud Alloush , Abu Umar, Abu Walid, Abu Sabih, Abu Husain, Mahmoud, Abu Yusuf, Isra Ahmad.

Öduller: Robert Ödülü En İyi Belgesel, Peabody Ödülü – Belgesel, Bodil Ödülü En İyi Belgesel,  Ondas Ödülü – Uluslararası Tv, Haber, Belgesel, Emmy Ödülü Belgesel

Yönetmen Firas Fayyad diyor ki:

Konuyu anlatan veya oluşturan kişilerle sizin ve ekibiniz arasında güven oluşturmak çok önemlidir. Karakterlerimiz ile sürekli konuştuk ve onlara hikayelerini tüm dünya ile paylaşmanın ne kadar önemli olduğunu anlattık.

Filmi izleyecek kişilere de güvenmelerini istedik. Ortak amacın savaşı durdurmak olduğunu söyledik. Bir çok kez karakterlerimiz o kadar yorgun ve bezgindi ki tüm bu söylediklerimize kulak asmadılar ve çekimi durdurmamızı istediler. Halep ve Suriye’de savaş çok uzun süreli ve yıpratıcıydı, insanların dayanma gücünü aşıyordu. Bu şekilde çekimini yaptığımız bir karakteri yarı yolda kaybetme riskiyle sıklıkla karşılaştık. Bu yüzden onları yapılanlara inandırmak çok önemlidir. Özellikle bu tarz yapımlarda güven oluşturmak her şeyin başında gelen bir gereksinimdir. 

“The Beguild – Kadın Affetmez”

Çavuş John Mc Burney Amerikan iç savaşında birlik ordusuna bağlı yaralı bir asker kaçağıdır.

Bu zorlu kaçış esnasında Güney topraklarında yoluna çıkan yatılı bır kız okuluna sığınır. Okulun öğretmenleri ve öğrencileri başlarda yardıma çok isteklidirler. Fakat bir süre sonra birbirlerini kıskanmaya başlarlar ve aralarında yıkıcı bir kadınsal rekabet başlar.

Filmin yönetmeni kariyerinin ilk yıllarından itibaren kadın konularına egilmesiyle tanınan Sofia Coppola.

Kast: Nicole Kidman, Colin Farrell, Kristen Dunst,  Elle Fanning. 

Sanat Yönetmeni Jennifer Dehghan diyor ki:

Senaryoyu önce parçalara ayırırım. Düşüncelerimi bu parçalara yoğunlaştırarak tasarımın çerçevesini çizerim. Bu çerçeve çizildikten sonra detayları saptamak kolay olur. ‘The Beguiled’ da çalışırken o bölge ve tarihsel period ile ilgili çok lokal çalışma yaptık. Böylece kamera kahramanlarımızı dikiş dikerken,  temizlik yaparken veya müzikal bır enstrüman çalarken göstermek üzere eve zoom yaptığında herşey olması gerektiği gibiydi. Masanın üzerindeki kitaplar, giydikleri elbiseler o döneme aitti.  Yine o dönemin demir ve tahta işçiliğinin örneklerini görmek için yönetmenle birlikte müzeleri dolaştık. Bahçeye Virginia’da o dönemde ekilen sebzeleri diktik.

“Berlin Syndrome – Berlin Sendromu”. 

Bazı ruhsal bozuklukları bulunan bır öğretmen,  genç bır kadın fotoğrafçıyı Berlin’deki apartman dairesinde yaşadıkları aşk gecesinin ardından tutsak alır.

Ýonetmen: Cate Shortland.

Kast: Teresa Palmer, Max Riemelt, Matthias Habich, Emma Bading,Elmira Bahrami 

Müzik:  Gökyüzü, Besteci Özlem Yılmaz

Yapımcı Polly Staniford diyor ki:

İnsanlar gerilim filmlerine korkmak için giderler. Biz de onlara istediklerini sunmak zorundayız. “Berlin Sendromu” projemize başlamadan önce klasik korku filmleri şablonundan uzaklaşarak istenileni vermeye karar verdik. Sırf bir takip veya şiddet sahnesi olsun diye düzenleme yapmadık. Bır sahneyi doğru sebepten yani  hikaye anlatımında yeri olduğu için kullandık. Tasarladığımız her gerilim sahnesi aramızdaki uzun tartışmaların sonunda yerini buldu. 

[metaslider id=”4370″]

Kaynak: Film Maker IQ.

 

Sinematografik Görüntülerin Hikaye Anlatımındaki Önemi.

Sinematografi ‘nin sadece kameranın belirli bir sahneye odaklanıp onu duyarlı bir ortama ( film, CCD vs ) kaydetmekten öte bir eylem ve hatta sanat olduğu inkar edilemez. Işık, renk, kamera hareketleri, kompozisyon, derinlik, perspektif, aydınlatma kontrastı ve daha bir çok teknik öğe ancak birlikte kullanıldığında hikayeler yaşama dönüşebilir.

Güzel sinematografik görüntülerin yanısıra estetik prensiplerini de kullanarak daha dinamik ve gerçeğe uygun hikaye anlatımı sağlamak için dikkat edilmesi gereken bazı basit kuralları şöyle sıralayabiliriz. 

Sinematografik Görüntülerde Temel Aydınlatma:

Sete geldiğinizde tüm ışıkları söndürün ve ortamda var olan ışığı kontrol edin. Ortamda var olan ışık sahneye en doğal görünümünü veren ışıktır. Bu aydınlatma gerekli pozlama için yeterli veya yetersiz olabilir. Doğru bir ölçüm ( aydınlatan ışık miktarı ölçümü) size nasıl çalışacağınız hakkında bilgi verecektir; ya  bu var olan aydınlatmayı ilave ışık yaparak kuvvetlendirirsiniz, ambiyans oluşturabilirsiniz, sahne kontrastını arttırır veya azaltabilirsiniz, renk baskınlığı yaratırsınız ya da aynen kullanırsınız.

Sahnede Hareket Yönü (Yatay Hareket):

Bu tabirle bir sahnede yer alan karakterlerin perdedeki hareket yönü kastedilir. Bu çok önemli bır kavramdır çünkü hikayenin psikolojik ve fiziksel olarak ileriye ve geriye gidişini saptar. Perdede görüntü karesi içinde sağdan sola hareket ileriye, soldan sağa hareket ise geriye gidişi  algılatır. Dolayısıyla sahnedeki karakterlerin hareketi devamlılık açısından olduğu kadar hikaye anlatımı açısından da önemlidir. 

Konunun çerçevelenmesi:

Karakterinizin çerçevelenmesi onun hikaye süresince yapacağı yolculuğun fiziksel ve duygusal boyutları hakkında fikir verir. Her çerçeve o sahnede anlatılmak isteneni vurgulamalı, yani rastgele yapılmamalıdır. 

Yavaş Çekim ( Slow Motion ):

Her görüntüyü daha vurgulayıcı hale getirir. Ama kafanıza estikçe kullanılacak bir yöntem değildir. Hikaye anlatımına katkı sağlayacak özel sahnelerde kullanılmalıdır. 

İşi Post prodüksiyon bırakmayın:

Bır çok kez görüntü yönetmenleri hatalı çekimlerin post prodüksiyonda duzeltileceğini düşünürler. Bu tembel bır yöntemdir. El eliyle iş yapmaya benzer. Unutmayalım ki uygulanacak post işlemlerinin de sınırları vardır. Sahnelerin ve görüntülerin daha kamera çekimi aşamasında sinematografik açıdan mükemmele yakın elde edilmesine çalışmak esastır. 

 

Tekerlemeler ve Oyunculukta Artikülasyon Gelişimi

Tekerlemeler

Söylem adına yapacağımız çok önemli çalışmalardandır.

Telaffuzu güçlendirir, söyleme akıcılık verir, dudak tembelliğinden alıkoyar, söylemimizi kolaylaştırır. Sırasıyla kesinlikle ezber yapmanızı isteyeceğimiz bu tekerlemeleri siz de üretebilirsiniz. Tekerlemeleri çalışırken açık hece kapalı hece düzeneğini kesinlikle uygulamanız gerekir. Heceler ağzınızdan anlaşılır biçimde çıkmalıdır.

Bazı tekerlemeler:

1 – Al bu takatukaları takatukacıya götür. Takatukacı takatukaları takatukalamam derse takatukacıdan takatukaları takatukalattırmadan getir.

 2 – A be kuru dayı, ne kuru sarı darı bu darı a be kuru dayı be kuzum?

 3 – Bir berber bir berbere, – Bre berber, gel beraber, Berberistan’ da bir berber dükkânı açalım demiş.

4 – Baldıran dalları ballandırmalı mı, ballandırmamalı mı? Sonra, o bala dala baldıran dalları dallandırmalı mı ballı dala dallandırmalı mı?

 5 – Bizim damda beş boz başlı beş boz eşek var,  sizin damda da beş boz başlı beş boz ördek var. Bizim damdaki beş boz başlı beş boz ördek, sizin damdaki beş boz başlı beş boz ördeğe, siz de bizim gibi beş boz başlı beş boz ördek misiniz demiş.

 6 – Çatalca’ da topal çoban, çatal yapıp çatal satar, niçin Çatalca’ da ki topal çoban, çatal yapıp çatal satar?

 7 – Çilingir çiftlikteki çilli çilekar çingene, çipile çıpıla çilingir çiftçiye çifte attı.

8 – Dilber dikişçi,Dilbaz dindar Dilaver’e; Dilbaz davlumbaz dişlerini değiştir, dikişini dikmem sonra demiş.

 9 – Dört deryanın deresini dört dergâhın derbendine devrederlerse, dört deryadan dört dert, dört dergâhtan dört dev çıkar.

10 – Elalem elli ala dana aldı aladanalandı da biz elli aladana alıp aladanalanamadık. Eğer eskici Ercüment evleri eşelemeseydi, eşsiz erguvanları Esra’ya ebegümecilettirmezdi. Ebegümecilettirmeseydi elli aladana alır aladanalanırmıydık ?

11 – Fakat firketeci Fikret, fırtına Fehmi, farfara fareler, falancanın filanını familyası falsosuz fitneci Fitnat ile fakir fabrikada fiskoslaştılar.

12 – Geçen gece Gemerek’ten Gediz’e gelen Gebze’li gezginci, gizemcilerden gitarist gamzeli Gamze, gençlere, gerçekdışılıkla gerekli geyiklerle gerçeğin gerçeküstünü gördü.

13 – Horasan’lı hoppa hoca, hokkabaz hoyratlarının hotozuna hoşgörüsüyle hoşafları döktü.

14 – İbiş ile Memiş mahkemeye gitmiş. Mahkemeleşmişler mi, mahkemeleşmemişler mi?

15 – Bir tarlaya kemeken ekmişler. İki kürkü yırtık kel kör kirpi dadanmış. Biri, kürkü yırtık erkek kel kör kirpi,  öteki dişi kürkü yırtık kel kör kirpi. Kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürkünü,  kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürküne, kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürkünü, kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürküne eklemişler.

16 – Müessese müdürü Müştak, mühim mübadelede mücadelesiyle Mübadi Müşerref Mükerrem’i mükemmel müdafaa etti.

17 – Polatlı’lı poturan pokerci polis pokerde, Portekiz’li pokerci posbıyık politikacıyı pohpohlayarak, portföyüne pusulasını püskürttü.

18 – Romanyalı romantik romancı roman Roza Romada, rengeyik Rıza’ya rahat rahat ranza yaptı.

19 – Salepçi saf Sadık, sahtekâr süslü sabuncu Saliha’ya, salyalar saçarak sağlam saplı saldırmasını saldırıp sapladı.

20 – Şaklaban şamdancı Şerife Şadan, şatafatlı şezlongunda şaşmaz şakrak şairleri, şarapçısının Şanlı Şafak şarabıyla şaşırttı.

21 – Tokat’lı tombalacı toparlak tombala Tarık, torbasını toparlarken tombalak toplu torununun topacını torbasına tıktı. 

22 – Vurguncular vurgunda vuruştular, vuruşanlar da vuruşup vuruldular.

23 – Yoksul yoğurtçu, yol yordam bilir Yozgat’lı yobaza, yolsuzluktan yolunmuş, yorganını yavaşça yolcu etti.

24 – Ziyankâr Ziya, zibidi Ziver’ le Zincirlikuyu’da, Zile’li ziyansız Zeynep’in ziyafetinde zıpladılar.

Tekerlemeler’ in bir özelliği de anlamsız görünüp anlam içermeleridir. Söylem içinde, noktalama işaretlerine uyularak değişik varyasyonlarla tonlama da yapılmasını sağlar.

Uygulamalar:

Size yardımcı olacak bir arkadaşınız bir yakınınız varsa, doğaçlama yaparak bir konuyu, aynı tekerlemeyi yineleyerek sürdürebilirsiniz.

Örnek: İbiş ile Memiş mahkemeye gitmiş, mahkemeleşmişler mi, mahkemeleşmemişler mi? Sorusunu arkadaşınız yanıtlayabilir. – Mahkemeleşmemiş olabilirler. Mahkemeleşmiş olsalardı mahkemeleşmeye gerek olmazdı. Bu cümleler gidebildiği ölçüler içinde ilerlemelidir. Dikkat edilecek husus mahkemeleşmişler mahkemeleşmemişler sözcüklerinin cümle içinde sürekli kullanılması koşuludur.

Uygulama 1:

Kalabalık bir otobüs içindesiniz. Bombardıman başlıyor ve siz duran arabadan panik içinde inen insanlara moral vermeye çalışıyorsunuz. Kullanacağınız sözcüğü sadece 5 numaralı tekerlemeyi kullanarak gerçekleştireceksiniz.

Uygulama 2:

Bir oda ortamında üç sandalye ve orada bulanan koltukları kullanarak 15 numaralı tekerlemeyi söyleyerek önce oturduğunuz yerden ayağa kalkıp diğer koltuk ya da sandalyeye geçiniz. Tekerleme söyleminize devam ederek oturunuz. Bunu tüm oturulacak yerlerde devam ederek ortalama 15 kez tekrarlayınız. Tekerleme bittiğinde hemen aynı biçimde devam ediniz.

Uygulama 3:

      10 Numaralı tekerlemeyi sürekli, hiç kesmeden aşağıdaki gibi söyleyiniz.

      A – Mutlu bir şekilde

      B – Nefret ederek

      C – Kızgın

      D – Ağlayarak

      E – Üzüntülü

      F – Gülerek söyleyiniz. Bunu 10 kez tekrarlayınız.

Uygulama 4:

      Gününüz çok kötü geçti. Eve gelip konuk odasına giriyorsunuz. Tam koltuğa oturacaksınız dinlenmek için, telefonunuz çalıyor. Çok sevdiğiniz bir arkadaşınız size yemeğe geleceğini söylüyor. Stres içinde olduğunuzu belli etmeden hazırlık yapmaya başlıyorsunuz. Etraf dağınık.

          4 numaralı tekerlemeyi söylüyorsunuz tüm bunları uygularken. Açık hece Kapalı hece düzeneğine dikkat ediyorsunuz. Noktalama işaretleri ile tekerlemeyi konuma uygun tonlandırıyorsunuz.

 

Eylem Kavramının Oyunculuğa Uygulanması

Eylem:

Yaşamda insanlar sürekli hareketlilik içindedirler. Bu yaşamın gereğidir bir bakıma. Sabah uyanıp yataktan kalkmakla başlar eylemler ve yüz yıkamak için musluğun açılması, kurulanması, kahvaltı hazırlığı ve yenmesi, evden çıkıp işe gidilmesi, konuşmalar, konuşmaların içeriğindeki ses tonlarına etki tepki durumları vs. Sahne ve perde bir yerde yaşamın canlandırıldığı sanat alanlarıdır. Bu canlandırma eylemi içinde kamera önünde ve sahnede doğal olmak durumundadır oyuncu. Yapılan eylemin iyi bir denetim içinde kullanılması doğallığı kazandırır. Doğallık, yaşam içinde insanların kural dışı eylemlerinin sahneye ya da kamera önüne taşınması ile anlatılmış olmaz. İnsanların yanlışını doğallık olarak kabul edemeyiz. Ancak böyle bir kişilik taşıyorsa rol, onun gözlemlendiği biçimde uygulanması gerekir. Yapmacık hiçbir şey yapılmamalıdır. Bu oyunculuğa aykırıdır. Kamera önünde ve sahnede yapılacak her eylemin bir mantığının olması şarttır.

Eylem Kavaramı

İç ve dış eylem olmak üzere iki şekilde inceleyebiliriz eylemleri. Öncelikle iç eylem oluşur sonrasında dış eylem. Hareketsiz bir konum bile iç eylem dediğimiz durumu yansıtır. İnsan yapısı gereği, herkesin tepki verdiği olaylara tepkisiz kalıp da tepkili olabilir. Sevilen kişilerin ayrılık ya da ölüm gibi nedenlerinden dolayı çoğu kez, hiçbir tepki vermeden adeta donar kalır bazı kişiler. Burada eylemsizlik yoktur. İç eylem sürekli aktif haldedir. Her oyuncu iç eylemin oluşmasına önem vermeli ve doğallıkla eylemini gerçekleştirmelidir. İnsanların eylem oluşturmaları dış dürtüler ve iç dürtüler etkisiyle olur. Örneğin, insan durup dururken ağlamaz, koşmaz, gülmez, konuşmaz. Kesinlikle bu olayların gerçekleşmesi için bir olgu gerekir ve oluştuğunda eylem gerçekleşir. Ağlamak için ağlamanın gerektirdiği koşullar oluşmalıdır. Oyuncunun eylemleri, uygulamadaki başarısı, o eylemin psikolojik temelinin kavranması ile olur. Psikolojik bir temeli yoksa eylemin, anlamsız ve başarısız kalır.

Eylemde İnandırıcı Güç

Oyuncular, kamera önünde ve sahnede, oynadıkları oyunun ve senaryonun bir metin olduğunu bilirler. Canlandırdıkları kişiler ve olaylar genellikle gerçek değildir. Üstlenilen rolün uygulamasında, “Eğer ben olsaydım nasıl davranır ne yapardım?”  sorusunu kendisine sorarak, rolün amacı ile kendi amacını birleştirip rolünü gerçekleştirebilmelidir. Ancak böylelikle canlandıracağı role inanır ve inandırır.

Her insanda var olan hayal gücü en önemli duyularımızdandır. Bunun geliştirilmesi, oyuncunun önemli çalışmalarından biri olmalıdır.

[metaslider id=”4212″]

RSS
Follow by Email