Krzysztof Kieslowski ve Sineması

Krzysztof Kieslowski Lódz Film Okulundan 1969 yılında mezun oldu.

Hayatının büyük bir  kısmını savaş sonrası Polonyaya yerleşen komünist rejim altında  baskı ve sansürün getirdiği acıları duyumsayarak yaşadı.

Kariyerine belgesel filmler çekerek başladı ve ilk uzun metraj filmini,“Blizna”, 1976 yılında çekti.

İlk filmlerinde politik boyutlar taşıyan sosyal gerçeklikler üzerine yoğunlaştı ise de rejimin getirdiği baskı ile kendine bir nevi oto sansür uygulayarak alışılageldik tarzına; şans, kader, kimlik, karakterler arasındaki içsel bağlantılar gibi temalarla işlenen ve metafizik öğeler de taşıyan, gelişi güzel paradoksların, elde edilen ikinci şansların, ölümün, paralel evrenlerin dünyasını keşfe çıkan filmlerine yöneldi.

Krzysztof Kieslowski’nin filmleri 1985 yılında çekilen “No End” filmi ile iki periyoda ayrılır; “No End” öncesi ve sonrası.

1985 yılından itibaren senaryo yazarı Krzysztof  Piesiewicz (önceleri bir avukat, sonraları bir politikacı) ve besteci Zbigniew Preisner ile çalışmaya başlar.

Bu iş birliği Kieslowski’nin tüm kariyeri boyunca devam eder. Kieslowski’nin doğasından gelen etkileyici metafizik soneleri bu dönemde artık olağanüstü başarılı ses ve renk senfonilerine dönüşür ve ilginç bir şekilde tüm filmlerinde (“The Dekalog” hariç) bir kadın protagonist yer alır.

Ünlü yapıtları “Three Colors: Üç renk” üçlemesine gelindiğinde kırılgan yapılı yönetmen içinde bulunduğu sinema ortamının getirdiği stres ve büyük bir adanmışlıkla yürüttüğü yağun çalışma temposu ile  hayli yorgun düşmüş ve yıpranmıştır ama kapasitesini zorlayarak deli gibi çalışmaya devam eder.

Üç renk – Beyaz” (1994) filmini çekerken “Üç Renk: Mavi” (1993) filminin kurgusunu yapmakta ve “Üç Renk – Kırmızı” (1994) filminin senaryosunu yazmaktadır.

“Kırmızı” filmi Cannes Film Festivalinde prömiyerini yaparkan emekli olmak istediğini ve Cennet, Cehennem ve Araf (“Cennet” 2002 yılında Tom Tykwer tarafından yönetildi, başrolde Cate Blanchett yer aldı) hakkında yeni bir üçlemeye başlayacağını söyler.

Yönetmen o sırada 52 yaşındadır.

54 yaşında açık kalp ameliyatı sırasında genç sayılacak bir yaşta yaşama veda eder.

Kieslowski mezun olduğu Lódz Film okuluna ancak üçüncü başvurusunda kabul edilmişti.

Biraz da bu yüzden olsa gerek sinema okullarını pek yüceltmez; “Sinema okulları size sürekli film izletir, İzlediğiniz filmler hakkında konuşursunuz, analiz yaparsınız, Birbirleri ile karşılaştırırsınız o kadar. Lodz film okulunda da diğerleri gibi sinema tarihi, estetik, fotoğrafçılık, oyuncu yönetimi vs gibi disiplinler aşama aşama öğretilir. Tabii ki bu öğretilenler hep teoride kalır. Pratikte bunların bir filme nasıl uygulanacağı ise sizin kişisel deneyimlerinize kalır” der.

 

[metaslider id=”2747″]

 

Müzik ve Film – Film Müziği

Müzik ve film  söz konusu olduğunda, müzik  bir filmin “ışık gibi” gibi olmazsa olmazı olarak düşünülebilir; zira filme anlam katan en önemli unsurlardan biridir.

Bazen bir sokak gürültüsü de “9. Senfoni” gibi devasa bir eserin yerini tutabilir çünkü müzik insanın ruhunda yaşayan bir unsur olduğundan hayatın her daim içindedir. Filmler “gelecek ya da gerçek üstü bir dil ile anlatıldıklarında da” bu ruhtan kopamazlar.

Filmde asıl olan şey ise “müziğin bir diyalog muş gibi” kullanılmasıdır.

Özellikle kısa filmlerde; filmin doğası gereği (kısa bir süre içinde anlatım) sözden mümkün olduğunca arıtılıp, “evrensel bir duygu çerçevesinde” yorumlanması önemlidir. Bir sahnede karakter sözünü söylemeden müzik sözü söyler, ya da söz kesilse de, film bitse de, müzik bitmez ve izleyici sinema salonundan ayrılırken müzik dudaklarından usulca dökülür.

Müzik ve sinema arasında bir yapısal benzerlik olduğunu söyleyebiliriz; ikisi de belli bir akışa sahiptir.

Filmin bazı dramatik noktalarını vurgulayan bölük pörçük parçalardan ziyade filmin bütününe yapılacak müzik çok daha başarılı olacaktır.

Bir filmde müzik kullanımı için aşağı da sıralanan üç farklı yol denenebilir;

  • Müzik kütüphanelerine başvurmak (özellikle düşük bütçeli filmlerde kullanılan yöntem),
  • Daha önce yazılmış bir besteyi kullanmak,
  • Film için bestelenmiş özgün bir eseri kullanmak.

Yönetmen, yapımcıyla iş birliği içinde, daha önceki çalışmalarına dayanarak belli bir besteci ile beraber çalışma tecrübesini tercih edebilir.

Bestecinin filmin hangi aşamasında olaya dahil olacağı da sürekli tartışılmakta olan bir konudur.

  • Besteci film senaryosu aşamasında da çalışmaya başlayabilir. Bu bazen iyi (besteciye eser üzerinde hayli uzun çalışma süresi vereceği için) bazen de problemli bir yöntemdir, zira besteci filme çekim aşamasından önce dahil olarak kendi yorumunu getireceği için, film çekilirken yönetmenin yorumuna göre esinleneceği tema tamamen değişebilecektir.
  • Ya kaba kurgu aşamasında ya da film tümüyle bittikten sonra. Genellikle kaba kurgu sonunda besteci filmi izleyerek çalışmalarına başlar.

Filmi izleyen ve filmin nerelerinde müzik gireceğini yönetmen ve yapımcı ile tartışarak saptayan besteci, film ve karakterler üzerinde kendi temalarını yarattığında uygun müziği besteleyecektir.

Filmin nerelerinde müzik gireceği ve çıkacağı senaryolarda belirtilmelidir.

Seçilecek müzik büyük ölçüde filmin türüne ve içeriğine bağlıdır; gece karanlığında yalnız yürüyen korkmuş bir insana, adımlarına uyan vuruşlardan oluşan müzik mi, yoksa kalp atışları mı, ya da sadece gecenin sesi mi eşlik etmelidir?

Bir şüphe ve korku içinde bekleme sahnesi  sessizliği mi yoksa esrarengiz bir müziği mi gerektirir? Sevdiklerinin ölümü karşısında insanın içinden dalga dalga yükselen acıyı en iyi bir senfonik orkestra mı, yoksa tek bir enstrüman mı anlatır?

Bir savaş sahnesine eşlik eden müzik bir marş mı olmalı, yoksa savaşın sert ve dramatik sesleri daha mı etkili olur ? Ana tema olarak bir şarkı mı kullanılmalı?

Bir çok film müzikal temalarının yaygın ünü sayesinde başarıya ulaşmıştır. “Dr. Jivago (Lara’nın Teması)”, “Love Story – Aşk Hikayesi”, “The Good , The Bad and The Ugly – İyi Kötü, Çirkin”, “Star Wars – Yıldız Savaşları”,”Issız Adam (Ayla Dikmen Şarkıları), “Game of Thrones – Taht Savaşları” dizisi.

Polonyalı ünlü yönetmen Krzystof Kieslowski (Üç Renk Üçlemesi – Kırmızı, Beyaz, Mavi) ve günümüz yönetmenlerinden Darren Aronofsky (Black Swan – Kara Kuğu) filmlerinde müziği neredeyse diyaloglardan daha etkin bir şekilde kullanan isimlere örnektir.

 

Gal Gadot – En Başarılı Kadın Süper Kahraman

Gal Gadot 30 Nisan 1985 de İsrail’de doğdu. Babası mühendis annesi ise öğretmendi.

Model ve şarkıcı olarak devam ettiği kariyerine 2009 yılında “Hızlı ve Öfkeli 4” filmi ile sinemayı da ekledi. Ünlü aksiyon serisine “Hızlı ve Öfkeli 5: Rio Soygunu” 2011 ve “Hızlı ve Öfkeli 6” 2013, filmleriyle rolü gitgide büyüyerek devam etti.

Gal Gadot 2016 yılına gelindiğinde “Batman v Superman: Adaletin Şafağı”  filminin süper kahramanlar takımına ‘Wonder Woman’ karakterini canlandırarak katıldı.

Film fazla beğenilmedi ama “Wonder Woman” ayakta alkışlanınca “Wonder Woman 2017” de solo oynayarak ‘kadın süper kahramanların filmleri gişe yapmaz’ sözünü çürüttü.

149 milyon USD bütçeyle çekilen film 821.9 milyon USD hasılat yaptı.

Filmin 2. s ide 2019 yılında vizyona girmek üzere çekiliyor.

Gal Gadot , Kung Fu, Kickboxing, Capoeira ve Brezilya Jiu-Jitsu’su biliyor ve çok iyi kılıç kullanıyor.

1,78 metre boyundaki artist filmlerinde dublör kullanmıyor.

Motosiklet hastası 2006 model siyah Ducati Monster-S2R’si var.

 

[metaslider id=”2620″]

Türkiye’de kısa film’in tarihi

 

 

 

kısa film1
Fuat Uzkınay

 

Kısa film’in tarihi gelişim sürecinde, özellikle belgesel çalışmaları hayli eskiye dayanır;

Lumiere kardeşler kameralarının çektiği ve İstanbul manzaralarını kapsayan “İstanbul Sokakları”  görüntülerinden başlayarak Osmanlı vatandaşı olan Janaki ve Milton Manaki kardeşlerin 1911 yılında çektiği “V. Sultan Reşat’ın Manastır Ziyareti” ve 1914 yılında Fuat Uzkınay’ın çektiği söylenen “Ayastefanos Abidesini yıkılışı” isimli filmlere kadar uzanan hayli eski bir geçmişi var.

Turkiyede kısa film çalışmasına ilk başlayan firma ‘Ipek Film’ dir.

Firmanın bünyesinde senaryo yazarı olarak çalışan Nazım Hikmet ve şehir tiyatrolarının gözde oyuncusu Hazım Körmükçü dört ayrı kısa filme imza atan isimlerdir.

Nazım Hikmet’in ilk denemesi Kavuklu Ali, Zenne Necdet, Naşit Özcan gibi oyuncuları bır araya getiren “Düğün Gecesi/Kanlı Nigâr”, 1933 isimli orta oyunu çalışmasıdır. Diğer iki filmi ise “Istanbul Senfonisi”, 1934 ve “Bursa Senfonisi”, 1934 filmleridir. Hazım Körmükçü ise kendi oynadığı bır Karagöz oyununu baştan sona filme alarak “Yeni Karagöz” isimli bır filme dönüştürmüştür. Bu filmler daha ziyade müzikal – şiirsel diyebileceğimiz sanatsal yaklaşımların ön plana alındığı belgesel nitelikli filmlerdi.

Yine bu dönemlerde iki tanınmış Sovyet sinema sanatçısı Sergei Yutkevich ve Lev Oscarovitch Arnstam Cumhuriyet’ in kuruluşunun onuncu yılı münasebetiyle Basın Yayın ve Turizm Bakanlığının davetlisi olarak Türkiye’ye gelip “Ankara Türkiye’ nin Kalbidir” isimli belgeseli hazırlamışlardır.

Ipek filmle aynı yıllarda kısa film çalışmalarına başlayan diğer bır firma da ‘Haka Film’ dir. Üç yıl boyunca yönetmen Kemal Necati Çakuş tanınmış Sovyet yönetmen Ester Schub’la işbirliği yaparak, bilgi ve malzeme toplayıp, “Türk İnkılâbında Terakki Hamleleri” 1934/1937 belgesel filmi çekmişlerdir.

Bır süre yaşanan durgunluktan sonra 1950’li yıllarda hareketlenme başlıyor; Kore savaşı patlamış ve ülke haber – savaş filmlerinin akınına uğramıştır. Seyfi Havaeri “Kore Gazileri”, 1951 ve Kenan Erginsoy “Mehmetçik Kore’de”, 1951 filmlerini çekiyorlar. Halk Film ise “Kore’de Türk Kahramanları”, 1951 filmini hazırlıyor.

Kore filmlerinin ardından Istanbul’un 500. fetih yılı da Atlas Filmin hazırladıği altı bölümlük bır belgeselle kutlanıyor.

1954 yılında Münir Hayri Egeli’nin yapımı “Atatürk Sevgisi” filmi çekiliyor.

Bu dönemin en başarılı belgesellerinden biri de İlhan Arakon’un renkli olarak çektiği  “Bır Şehrin Hikâyesi”, 1954 filmidir. Dönemin en yeni teknikleri kullanılarak oluşturulan güzel görüntülerle İstanbul şehrinin Bizans’ tan bu yana hikâyesi anlatılır.

Bu dönemin belgeselcileri bir nevi aydınlanma hareketinin öncüleri sayılabilecek insanların,  – Sabahattin Eyüboğlu, Mazhar İpşiroğlu, Azra Erhat,Vedat Günyol, Macit Gökberk, Aziz Albek, Melih Cevdet Anday gibi, – oluşturduğu bir gruptan oluşuyordu.

Bu isimler üniversitelerde verdikleri derslerde, yazdıkları makalelerde duygu ve düşüncelerini topluma akatarmaya çalışırken bir yandan da belgeseller üretiyorlardı.

1956 yılı Türk Belgesel Filmleri tarihi açısından önemli bır yıldır;  Sabahattin Eyüboğlu ve Mazhar Şevket İpşiroglu’ nun birlikte hazırladıkları “Hitit Güneşi” belgeseli ‘Berlin Film Festivali’nde belgesel dalında ‘Gümüş Ayı’ ödülünü kazanır.

1959 yılında Sabahattin Eyüboğlu “Surname” isimli güzel bir belgesel daha hazırlar.

Eyüboğlu – İpşiroğlu ikilisi çalışmalarına devam ederler ve cok kıymetli dört belgesel daha üretilirler;

“Antalya Ormanları”, 1956

“Siyah Kalem”, 1957

“Anadolu’da Roma Mozaikleri”, 1959

“Karanlıkta Renkler”, 1959

1950’li yıllarda bazı uzun metraj film yönetmenleri ve yapımcılarının da belgesel çektiklerini görürüz.

Metin Erksan, ‘Ordu Foto Film Merkezi’ için “Dünya Havacıları Turkiye’de”, 1957 belgeselini çekerken, ‘Acar Film Stüdyoları’ nın yöneticisi Şadan Kâmil de ‘Basın Yayın ve Turizm Bakanlığı’ için “Dağları Delen Ferhat” isimli belgeseli çeker. 1959 ‘Karlovy – Vary Film Festlvali’ne de katılan bu ilginç belgesel Anadolu’yu dolaşan bır kamyonun hikayesini anlatır.

O dönemin sinema ortamında hayli etkili olan ‘Ordu Foto Film Merkezi’ komutanı Albay Nusret Eraslan da ordu mensubu subayların ve ailelerinin günlük yaşamını anlatan “Şanlı Ordumda Bır Sene” isimli belgesel filme imza atan resmi bir isim olur.

Metin Erksan’in çektiği diğer bır belgesel de kendi kaynaklarını kullandığı “Nehir ve Uygarlık/Büyük Menderes Vadisi”, 1959 isimli filmdir.

 

SES BİLGİSİ

ses bilgisi
SES

 

 

Ses bilgisi ve ses nedir?

Ses, kulaklarımızla duyduğumuz hava titreşimidir. Sesin bilgisi ise gırtlaktaki ses kirişlerinin titreşmesiyle oluşur.

Harf nedir?

Konuşulan dillerde sözcükleri meydana getiren ve başka küçük parçalara bölünmeyen, ayrışmayan seslere harf denir.

Alfabe, seslerin yazıldığı işaretlerin bulunduğu bir bütündür.

Türk alfabesinde 29 harf  (ses) vardır. Bu harfler ikiye ayrılarak sesli (ünlü) harfler sessiz (ünlü) harfler olarak belirlenir.

Sesli harfleri şöyle sıralayabiliriz;

(a, e, ı, i, o, ö, u, ü.)

Sessiz harfler şunlardır;

(b, c, ç, d, g, ğ, h, j, k, l, m, n, p, r, s, ş, t, v, y, z.)

Sesli (ünlü) harfler söylem bakımından Kalın sesliler, İnce sesliler olarak iki kısma ayrılır.

1 – Kalın sesliler

      (a, ı, o, u)

2 – İnce sesliler

   (e, i, ö, ü)

Harfleri tek tek söylemeye çalıştığımızda dudaklarımızın söyleniş biçimine göre değişik konumlarda açılıp kapandığını görürüz. Bunu anlamak için bir aynanın karşısında, harfleri belli aralıklarla söyleyip dudaklarınızın aldığı şekli kendiniz görebilirsiniz.

Söylemin (konuşmanın) ilk öğrenilmesi gereken koşulu harfleri tanımak ve onu söylem biçiminde seslendirmektir ve bunu ses bilgisi ile bağdaştırmak gerekir.

Alıştırma:

(A)  harfini dudaklarınızı-ağzınızı olduğunca açarak söyleyiniz ve aynadan dudaklarınızın aldığı konumu gözlemleyiniz. Bunu kendi kendinize ya da yanınızdaki bir kişiye ifadelendirerek anlatınız. (A) harfini söylediğinizde dudaklarınızın aldığı konumu ve dudak kasları ile ilgili fiziksel değişimi anlatınız.

Unutmayınız ki oyuncunun en önemli özelliklerinden biri  de karşısındakine anlatılması gerekenleri anlatabilmesidir. Yaptığınız bu hareket aynı zamanda dudak tembelliği ile ilgili sorununuza da çare olacaktır.

Sırasıyla harflerin bu biçimde çalışılması, dudaklarınızın da rahat hareket etmesini sağlayacak söylemlerinizi, anlaşılır biçime bu temelle geçirecektir.(Söylemde Dil Bilgisinin de önemi ortaya çıkmış oluyor böylece. En kısa zamanda Dil Bilgisi kitabı edinmenizi ısrarla öneririm.)

Söylem biçiminde alt çenenin ve dudakların aldığı şekiller bakımından ünlü harfleri dört başlıkta görebiliriz.

1 – Kalın sesliler: a, ı, o, u

2 – Yuvarlak sesliler: o, u, ö, ü

3 – Dar sesliler: ı, i, u, ü,

4 – Geniş sesliler: a, e, o, ö

Ayna ile söylem olarak yapılan çalışmalarda, dudağınızın aldığı şekiller tarafınızdan gözlemlenecek ve Sözcük (kelime) içinde kullandığınızda, sesiniz düşükte olsa karşınızdakilerin dudak hareketlerinizle ne dediğinizi anladığını saptayacaksınız.

Kullandığımız dilde, sesli harflerin kelimeler içindeki uyumlu dizilişlerinin kuralı vardır. Bunları büyük sesli (ünlü) uyumu, küçük sesli  (ünlü) uyumu diye iki bölümde inceleyebiliriz.

 

RSS
Follow by Email